TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Geçenlerde memlekette dolaşan yabancılardan biri işte tam da bu soruyu sordu. Ne dersiniz? Memleketimiz bir dönüm noktasında (point of inflecton) mıdır? Soruyu soran orada da kalmadı. Bir ikinci soru daha sordu. "Dünyada otoriter eğilimlerin giderek güç kazandığı bir zamandayız. Türkiye'de olup bitenlere bu eğilim çerçevesinde bakılabilir mi?" dedi. Biz iki soruya da aynı nedenle "hayır" cevabını verdik. Merak edenleri aşağıya bekleriz efendim. Öncelikle şu dönüm noktası ya da kırılma noktası hadisesinden başlayalım müsaadenizle. Dönüm noktası eğrinin ikinci türevinin işaret değiştirdiği noktadır. Eğer düz bir yol üzerinde araba kullanıyorsanız, arabanın direksiyonunu "düz" tutarken birdenbire, anlık olarak, sağa veya sola çevirdiğiniz noktadır. Dönüm noktasından sonra artık o düz yolda olmazsınız. Şimdi böyle baktığınızda, Türkiye bugün bir dönüm noktasında mıdır? Böyle baktığınızda, dünyada "dönüm noktası" olarak niteleyebileceğiniz hadiseleri nasıl belirlersiniz? İsterseniz dünyadan başlayıp, Türkiye'ye gelelim. Bugün son derece önemli olduğunu düşündüğümüz pek çok gazete haberinin bundan yüzyıl sonra ne mana ifade edeceğini hiç düşündünüz mü? Mesela Deng Xiaoping'in Çin'de başlattığı dışa açılma süreci bir dönüm noktası olacak gibi duruyor. Ama Bush'un Irak operasyonu küresel etki yaratacak gibi durmuyor. Çin'den devam edelim müsaadenizle. Çin'de ikili fiyat reformları ile özel iktisadi aktivite ve fiyatlamaya kamu fiyatları yanında izin verilmesi, piyasanın işlemesine imkân tanımıştır. Sonrası, Tiananmen'deki küreselleşme karşıtı gösteri ve Deng'in bundan sonra başlattığı güney gezisi ile reform sürecini yeniden yoluna koyması dönüm noktaları değildir. Guangzhou ve Shenzen'deki özel ekonomik bölgeleri (special economic zones) içeren gezi Çin'deki değişim sürecinin devam ettiğini herkese göstermiştir ve mutlaka bir dizi mücadelenin, denge hesabının sonunda yapılabilmiştir. Ama yine de dönüm noktası değildir. Önemli olan Çin'de ikili fiyat reformları ile değişim kapılarının zaten ardına kadar açılmış olmasıdır. O değişim kapılarının açılması sayesinde Guangzhou, Shenzen ve Hongkong'un da içinde bulunduğu Pearl Nehri deltasında her yıl Londra büyüklüğünde bir yerleşim bölgesi halen kurulmaktadır. Dünyada hammadde fiyatları kalıcı bir biçimde değişmektedir. Ozon tabakasının tahribatı kesinleşmiştir. Çin'de her yıl 20 milyon kişi şehirlere doğru akmaktadır. Bu kadar insanı ayağa kaldırıp, sonra da "pardon, biz vazgeçtik" demek olmaz. Demek ki neymiş? Dönüm noktası ciddi bir iştir. Gelelim Türkiye'ye.. İçinde bulunduğumuz siyasi kriz hadisesi bir dönüm noktasına mı işaret etmektedir? Türkiye'nin dünyada giderek güçlenen otoriter devletler kervanına katılabilmesi mümkün müdür? İkinciden başlayalım müsaadenizle. Rusya'da Putin, Venezüela'da Chavez ile dünyada güçlenen bir otoriter rejimler ligi oluşmaktadır. Ancak bu ligin temel özelliği bu ülkelerin hepsinin doğal kaynak zengini olması, bu doğal kaynağın kamu kontrolünde tutulması ve yerel ekonominin fazla çeşitlenmemiş olmasıdır. Son dönemde, Çin sayesinde, petrol ve diğer doğal kaynakların fiyatlarında meydana gelen kalıcı artışlar ve bunun getirdiği zenginlik bazı ülkelerde demokrasiden uzaklaşmayı getirmektedir. Rusya'daki "egemen demokrasi" (sovereign democracy) tartışmasına bu çerçevede bakmakta fayda vardır. Ama Türkiye böyle midir? Değildir. Öncelikle Türkiye tek bir mala dayalı çeşitlenmemiş bir ekonomi değildir ve devletin ekonomimizin günlük işleyişindeki rolü o ülkelerle kıyaslanamaz ölçüde düşüktür. İkinci olarak ise Türkiye, 1980 fiyat reformlarından sonra artık farklı bir ülkedir. İhracatımız 2 milyar dolarken 100 milyar dolara çıkmıştır. Dün dışarıya doğal kaynak satarken bugün sanayi malı satmaktayız. Sanayi, İstanbul ve birkaç bölgeye hapisken, şimdi Anadolu'ya yayılmıştır. Anadolu'nun her köşesinde insanlarımız dünyanın daha önce hiç olmadığı kadar farkındadır. Dışarıyla iş yapmanın, ilişki içinde olmanın zenginleşmek demek olduğunu bilmektedirler. Şimdi bu kadar insanı, zengin olmak üzere, bir kez ayağa kaldırdıktan sonra "pardon, biz vazgeçtik" demek mümkün müdür? Söyleyin lütfen, bu ülkeyi içine kapatmak bundan böyle mümkün müdür? Bize kalırsa değildir. Peki, bu çerçevede, son birkaç yıldır yaşadıklarımız bir dönüm noktasına mı tekabül etmektedir? Hayır. Dönüm noktası 1980'dir. Dönüm noktasında Turgut Özal ve Süleyman Demirel vardır. Bugün olup bitenler, o gün açılan değişim kapılarından esen rüzgârın giderek şiddetlenmesidir. Belirleyici olan adım zaten fiyat reformları ile atılmıştır. Geldiğimiz noktadan geriye gitmek zaten mümkün değildir. Marifet, dönüşüm sürecini güvenli bir biçimde yönetmektir. Dönüşüm süreci güvenli bir biçimde yönetilmezse ne olur? Dönüşüm daha maliyetli olur. Ama yine de olur. Türkiye o dönüm noktasını bir kez aşmıştır. Bir gün "Deng, yine güney gezisine çıkar", süreç kaldığı yerden devam eder.
Bu yazı 22.04.2008 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.