TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Bundan yıllar sonra, belki on yıl sonra, bugünlere bakarken “Bak işte o andan sonra her şey farklılaştı” diyeceğiz gibi geliyor bana doğrusu. Etrafa hep böyle bakıyorum. Öyle bir dönemde yaşıyoruz. Dünya bir halden ötekine doğru gidiyor. Bir tür fetret dönemindeyiz. Gramsci’nin dediği canavarlar dönemi işte. Doğru seçimler, hatalı seçimler belirleyici olacak.
Böyle dinamik bir dönemde, geleceğe yönelik öngörüde bulunabilmek elbette çok güç. Ama doğrusu ya, ben etrafa bakarken, bugünlerde, “keşke kalkınma ajanslarını işlevsiz hale getirmemiş olsaydık” diyorum. Analiz kabiliyeti önemli. Yerel düzeyde analiz kabiliyeti doğrusu çok daha kıymetli. Yerel kalkınma stratejileri üzerine düşünmek hiç bu kadar önemli olmamıştı. Neden?
İklim değişikliği nedeniyle bir afetten diğerine gidiyoruz. Alıştığımız yaşama biçiminin sürdürülebilir olmadığını, içinde yaşadığımız kentleri, alıştığımız barınakları elden geçirmeden, kullandığımız aletleri değiştirmeden bu işin içinden çıkamayacağımızı artık görüyoruz.
Yalnızca iklim değişikliğinin yerel asimetrik etkileri yok. İklim değişikliği ile mücadele için gündeme getirilen dekarbonizasyon ve dijitalleşme sürecinin etkileri de yerel ve asimetrik. Nedir?
Her yer bir diğerinden farklı. Her yer farklı bir biçimde etkileniyor, etkilenecek. Dolayısıyla yerel çözüm arayışı süreçlerinin öneminin arttığı bir dönemdeyiz. Tek tip çözüm artık hiç yok. Yerel kalkınma stratejilerinin önemi artınca, yerelde analiz kabiliyeti inşası da önemli hale geliyor.
Kalkınma ajanslarını nasıl işlevsizleştirdik
Hatırlayın biz bunu daha önce düşünmüştük. Bir nevi, Afyon Dinar’ın hedefleri olmadan, Türkiye’nin hedefleri olamaz diye işe başlamıştık. Ulusal planla yerel plan arasında uyumu temin etmek önemli demiştik. Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) bünyesinde yerel kalkınma stratejileri üzerine çalışacak kalkınma ajanslarını kurmuştuk. Sene 2006’ydı, Türkiye daha akıl yolundan ayrılmamıştı.
Ama sonra akıl yolundan ayrıldık. Önce kalkınma ajanslarını işlevsizleştirdik. Yerelin yetenek havuzuna katkı sağlayacak bir düzenleme olduğunu unuttuk. “Canım, bir ilde validen daha fazla maaş alan kamu çalışanı olur mu?” tartışmasını hatırlıyor musunuz? Kalkınma ajansı çalışanlarının özlük hakları tartışması öyle başladı.
Kimse, “Olur, neden olmasın demedi, hem valinin kalkınma ajansının başında ne işi var diye de sormadı.” Vali ve valilik müessesesi, yerel kalkınma sürecinde, yerel çözüm tasarımında işe yarasaydı, kalkınma ajansı arayışı zaten olmazdı. Doğrusu ben şimdi bakınca, yerel analiz kapasitesi inşası meselesini daha geniş bir idari refom içinde ele almak lazımmış diye düşünüyorum.
Sonra 2010 yılında tuttuk DPT’yi de kapattık. DPT kalkınma bakanlığı olunca, öteki bakanlıklar gibi bir bakanlık oldu işlevini kaybetti. DPT kapanınca ajanslar daha da manasız hale geldi elbette. Kaynakları ve hareket alanları iyice daraltıldı.
2018 yılında Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçerken, Strateji ve Bütçe Ofisi, DPT’nin yerini alacak gibi oldu. Ama biz ne yaptık? Kalkınma Ajanslarını, Strateji ve Bütçe Ofisi ile ilişkilendirmedik, Sanayi Bakanlığı’na bağladık. Bir nevi, yok orası DPT değil yanlış anlamayın diye ilan ettik. Düşünmeyi bıraktık dediğim işte bunlar zaten. Hata üstüne hata yaptık.
Biz böyle yaparken, bakın mesela İngilizler öyle yapmadı.
Halbuki yerel kalkınma stratejileri ile tartışmalar mesela Avrupa Birliği (AB) için hep önemli oldu. Bir süreden beri altını çizdiğim akıllı ihtisaslaşma (smart specialization) aslında AB’nin yerel kalkınma stratejilerinden biri. İngiltere 2016 yılındaki referandumu takiben 2020 yılında AB’den ayrılınca, bölgesel dengesizliklerle kendi başına mücadele etmek için bir dizi adım attı. Mesela “Seviye Atlatma, Konut ve Topluluklar Bakanlığı” (Ministry of Levelling Up, Housing and Communities) memleketin hiçbir tarafı geride kalmasın diye 2018 yılında oluşturuldu.
Bu çerçeve mali kaynaklar da yaratıldı. 2019’da Towns Fund (Yerleşimler Fonu), 2020 sonunda Levelling Up (Seviye Atlatma Fonu) Fund, 2021’de Future High Streets (Geleceğin Ana Caddeleri Fonu) Fund, 2022’de Shared Prosperity Fund (Kapsayıcı Zenginleşme Fonu) oluşturuldu. Aslında bütün bu çerçeve, 2017 sonrasında seviye atlatma, hiçbir bölgeyi, hiç kimseyi geride bırakmama tartışması ile başladı.
Boris Johnson liderliğindeki Muhafazakar Parti 2019 seçimlerine bu gündem ile girdi zaten. Tarihi bir zafer kazandı. Hatta Rishi Sunak’ın Maliye Bakanlığı döneminde hazırlanan Seviye Atlatma Fonu Sunak’ı 2022’de parti liderliğine taşıdı diyenler bile var.
Şimdi bu ne gösteriyor? Önce küreselleşme sonra iklim değişikliği ülkelerin her yerini aynı biçimde etkilemiyor. Bölgesel dengesizlikleri, eşitsizlikleri derinleştiriyor. Siyasi partiler, hükümetler bu mutsuzluğa seyirci kalırsa, mutsuz seçmen bir arayış süreci içine giriyor, kendisine sahip çıkılmasını istiyor. Sistem partileri bu mutsuz seçmenin derdini anlamakta zorlanırsa, özellikle sağ uçta sistem-dışı partilerde toplanıyor seçmen.
Dolayısıyla İngiltere’de Brexit referandumu ile belirginleşen bu mutsuz seçmenin derdine sistem içinde çare bulmak, sahip çıkmak için geliştirilen mekanizmalar bunlar. Tüm bu fonlar aslında yerel aktörlerin, özellikle belediyelerin katılımına açık yarışmacı bir sistemle dağıtılıyor ilke olarak. Belediyelerin proje hazırlama kapasitesi düşük olduğu için ortaya çıkan problemler, yarışma sonuçlarının iktidarın tercihlerine uygunluğu, sistemin işlememesi İngiltere’de yoğun olarak tartışılıyor bugünlerde.
Ancak akılda tutmamız gereken hadise şurada: İngiltere yerel kalkınma stratejilerine yerel projelerle yerel talebi toplamak üzere 2018’den beri çalışıyor. Biz halbuki bu işin önemini daha önce akletmiştik. Üzerine düşünmeye başlamıştık. Kalkınma ajansların kurmuştuk. O tecrübeyi geliştirmek yerine iğdiş etmeyi tercih ettik. İngilizler ise öyle ya da böyle benzer bir arayışı bütçelerle destekleyerek devam ettirmeye çalışıyorlar.
Hangi illerimiz şimdiden kalkınma tuzağında, hangileri risk altında?
İngilizler doğru yapıyor, Türkler ise yanlış. Hatayı yaptık ve halen yapmaya devam ediyoruz. Hazır anayasa tartışmaları yeniden başlarken aklınızda bulunsun. Yerel yönetimlerin yetkilerini artırmak, yerel yönetimlerin kabiliyetlerini tahkim etmek, yerel yönetimlerin bütçe imkanlarını genişletmek bu canavarlar çağında Türkiye’nin elini güçlendirir, doğru karar vermesini kolaylaştırır. Nokta.
Peki, ihtiyaç var mı? Bir süreden beri, TEPAV iktisatçıları kalkınma tuzağı (development trap)’na düşmüş illerimize bakıyorlar. Kalkınma tuzağı kavramı, London School of Economics’te iktisadi coğrafya çalışan Andres Rodriguez-Pose tarafından ortaya atıldı. Doğrusu ben onun “ihmal edilen yerlerin unutulmuş ahalisi” üzerine yazdıklarını şiddetle hepinize öneririm. “İhmal edilen yerlerin intikamı” (Revenge of the places that don’t matter) 2017’de basılmıştı bu arada.
Bir yerin ihmal edildiğini, üzerine yeterince düşünülmediğini, kalkınma tuzağına düştüğünü nasıl anlıyoruz? İstihdam, kişi başına gelir ve verimlilikte artış hızı giderek yavaşlıyorsa, oranın ihmal edildiğini söylüyor Rodriguez-Pose. Brexit’te AB’den çıkış için oy verenlerin, Amerika’da 2016 yılında Trump’a oy verenlerin, Fransa’da Le Pen seçmenlerinin ağırlıkla hep bu tür kalkınma tuzağındaki yerlerden çıktığını anlatıyor.
İşte yukarıdaki Türkiye haritası, Türkiye’nin kalkınma tuzağında olan, ihmal edilen yerlerini gösteriyor. Koyu kırmızı ile işaretlenen yerler kalkınma tuzağında zaten, Pembeler yüksek risk bölgeleri. Beyazlaştıkça düşük risk ve risksiz bölgeler. Buna göre İİBS2 sınıflamasında Ankara, Bursa, Trabzon, Samsun, Şanlıurfa, Antalya ve Balıkesir gibi bölgelerimiz kalkınma tuzağında mesela, ihmal edilen bölgeler. İstanbul, Aydın, Kayseri, Kastamonu, Erzurum, Malatya ve Van gibi iller ise yüksek risk taşıyor kalkınma tuzağına düşmek açısından.
Doğrusu ben kalkınma tuzağı gibi bölgesel dengesizliklere işaret eden bir analiz çerçevesine bu aralar çok ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. Yalnızca seçmen davranışlarını analiz ederken değil, yerel kalkınma stratejilerinin önceliklerini belirlerken asıl.
Şimdi bu tür bölgelerin sorunları üzerine bir de dekarbonizasyon ve dijitalizasyon sürecinin getireceği ek yükleri ele alacağız. İşin iyi tarafı ise, bu jeo-ekonomik ayrışma döneminde, Türkiye’den geçen değer zincirleri oluşturmanın artan öneminin getireceği finansman imkanları.
Anayasada yerel yönetimleri güçlendirme zamanı geldi
Türkiye için yeniden akıl yoluna dönmenin tam zamanı. Her açıdan. Kalkınma ajanslarını ve DPT’yi yeniden düşünmenin tam zamanı. İsterseniz bu kez adına DPT demeyin, Adil Geçiş Enstitüsü ya da Seviye Atlatma Teşkilatı deyin. Belediyelerde yerel kalkınma ve adil geçiş ile ilgili kapasite inşasının ise tam zamanı. Anayasa tartışmaları başlarken aklınızda bulunsun.
Aman diyeyim, bu ara hata yapmayın. Bu canavarlar çağından, bu küresel fetret döneminden Türkiye’yi sağ salim çıkarmak birinci önceliğimiz olmalı. Fırsatlar akletmeyi gerektiriyor.
Neredeyiz? Bundan yıllar sonra bugünlere baktığımızda “Bak işte o andan itibaren her şey değişti” diyebileceğimiz bir kavşak noktasındayız doğrusu. Fırsatların kazası olmaz.
Bu köşe yazısı 29.04.2024 tarihinde Nasıl Bir Ekonomi Gazetesi'nde yayımlandı.
Burcu Aydın, Dr.
05/10/2024
Fatih Özatay, Dr.
04/10/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
03/10/2024
Fatih Özatay, Dr.
02/10/2024
Güven Sak, Dr.
01/10/2024