Arşiv

  • Mart 2024 (17)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)
  • Mayıs 2023 (9)
  • Nisan 2023 (9)

    Marifet bu işin neresinde?

    Fatih Özatay, Dr.19 Nisan 2007 - Okunma Sayısı: 1678

     

    Son verilere göre işsizlik oranında belirgin bir iyileşme gözlendi: Bu oran bir yıl önce yüzde 11.8 düzeyindeyken, içinde bulunduğumuz yılın ocak ayında yüzde 11'e düştü. Bu iyileşmeye karşın, işsizlik oranımız yüksek. Bir noktaya dikkat etmekte yarar var. Bu oran, çalışabilir yaştaki nüfusun (15-64 yaş arası) ne kadarının işgücüne katıldığına dayanılarak hesaplanıyor. İşgücü sayısı ile istihdam edilen kişi arasındaki fark işsizleri veriyor. İşsiz sayısının işgücü sayısına bölünmesiyle işsizlik oranı bulunuyor.

    Bu durumda, istihdam edilen kişi sayısı sabitken, çalışabilecek yaşta olup da işgücüne katılmayan kişi sayısı ne kadar fazla ise işsizlik oranı da o kadar düşük çıkıyor. Türkiye'de işgücüne katılım, çoğu ülkeye kıyasla çok düşük bir düzeyde (yüzde 46.8). Farklılık, özellikle kadınlar için belirgin: Erkekler için yüzde 70.2, kadınlar için yalnızca yüzde 24.
    İstihdam oranımız (çalışan kişi sayısının çalışabilir yaştaki nüfusa oranı) da oldukça düşük bir düzeyde. 2005 yılı verilerine göre OECD'de istihdam oranı yüzde 65.5, AB'nin genişleme öncesi 15 üyesinde yüzde 65.2, Brezilya'da yüzde 67, Türkiye'de ise yüzde 45.9.

    Bunlar, şu anlama geliyor: 15-64 yaş arası nüfus bundan sonra sabit kalsa bile, işgücüne katılım oranı artarsa, işsizlik sorunumuz ağırlaşacak. İstihdam artışı, işgücüne katılan kişi sayısındaki artıştan küçük olursa işsizlik oranımız da yükselecek.

    Kaldı ki 15-64 yaş arası nüfusumuz daha uzunca bir süre artacak. Genç bir nüfusa sahibiz, çünkü. Bir başka ifadeyle, işgücüne katılım oranının ve çalışabilir nüfusun birlikte artmaları, bundan sonraki hükümetlerin çözüm bulmaları gereken en büyük sorunu oluşturacak.

    Daha bitmedi: Çin ve Hindistan gibi ülkelerdeki gelişmelerin bazı önemli sektörlerimizi olumsuz etkilemekte olduğu, bu olumsuzluğun ileride daha da artması olasılığı bulunduğunu da hatırlamak gerekiyor. Tekstil sektörümüz emek yoğun. İleride bu sektörde istihdam azalması olabilir. Bu da işsizlik sorunumuzu ağırlaştıracak bir olgu.

    Devamı da var elbette: Ekonomimizin yapısını güçlendirmek için yapmakta olduğumuz reformlar bazı sektörlerde 'kaybedenler' yaratıyor. Mesela, bakkallar süpermarketlere karşı kaybediyorlar. Tarım sektörümüzde de çok önemli miktarda işgücü açığa çıkıyor.

    Artan dış rekabet ya da yapılmakta olan reformlar nedeniyle işlerini kaybedenlere yeni iş bulmak gerekiyor. Oysa bu sektörlerde çalışanların çoğu vasıfsız. Onları vasıflı hale getirebilirsek, daha rahat iş bulmalarının yolunu açmış olacağız.

    Tüm bunları alt alta eklediğimizde şu basit gerçek ortaya çıkıyor: Bir yandan işgücü talebini artırmamız, diğer yandan da talebe cevap verebilecek şekilde insanlarımızı donatmamız gerekiyor. Bunun yolu da daha iyi bir yatırım ortamı yaratmaktan, daha iyi bir mesleki eğitim vermekten ve işgücü talebini kısıtlayan mevzuatı yok etmekten geçiyor.

    Çözümü zor bir sorun var karşımızda. Ama üstesinden gelebiliriz. Becermek zorundayız eğer daha iyi bir Türkiye istiyorsak. Siyasetçinin temel görevinin vatandaşlarının refah düzeyini artırmak olması gerekir, herhalde. Zaten ancak bu yapılabilirse siyasette ayakta kalınabiliyor. Bunları yapabilirsek, Türkiye'yi şu anda geren ve bazı yorumculara 'iki farklı Türkiye var' izlenimi veren unsurların bir süre sonra nasıl da önemlerini yitirdiklerini göreceğiz. Marifet bunları gerçekleştirmekte, bunların gerçekleşmesi her alanda uzlaşma gerektiriyorsa o uzlaşmayı yapabilmekte.

     

    Bu köşe yazısı 19.04.2007 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

    Etiketler:
    Yazdır