Arşiv

  • Nisan 2024 (13)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)
  • Mayıs 2023 (9)

    Atlantik Okyanusu dünyanın merkezi olmaya devam edecektir

    Güven Sak, Dr.13 Eylül 2008 - Okunma Sayısı: 1345

     

    Son zamanlarda en çok duyduğum sözlerin başında, dünyanın ağırlık merkezinin doğuya doğru kaymakta olduğu iddiası bulunmaktadır. Ancak bana kalırsa dünyamızın düzeni Atlantik merkezli olmaya devam edecektir. Gelin bakın, neden? Doğrudur: Dünden farklı olarak, dünya üretiminin artan bir bölümü Pasifik kıyılarında gerçekleştirilmektedir. Doğrudur: Petrol ve emtia fiyatlarındaki artışlar ile Çin'in ticaret fazlası, çevredeki gelişmekte olan ülkelerde, artan bir servetin toparlanmasına yol açmıştır. Doğrudur: Merkezin en güçlü gelişmiş ülkesinden kaynaklanan bankacılık krizinin ilacı, merkez dışında biriken bu serveti içeren "memleket fonları"dır (sovereign wealth funds-SWF). Çevre, bir bakıma, merkezi kurtaracaktır. Kurtarmaktadır da. Ancak bunlara ve daha bir dizi değişim kanıtına karşın, güç dengelerinde kapsamlı bir değişiklik beklenmemelidir. Bu Rusya için böyledir. Çin için de böyledir. Türkiye'de hesapları buna göre yapmakta fayda vardır. Atlantik merkezli dünya düzeni, önümüzdeki dönemde de Atlantik merkezli olmaya devam edecektir. Çevrede toplanan muazzam üretim gücüne ve oluk oluk paraya rağmen bu böyledir.

    Başlangıçtaki iddiayı daha iyi tanımlamakta fayda vardır. Nedir söz konusu olan? İktisadi ve finansal aktivitedeki değişme, politik dengelerde bir değişiklik getirir mi? Gelin öncelikle bir örnek vasıtasıyla meseleye bir bakalım: Geçen perşembe İngiliz Financial Times gazetesinde çıkan müthiş bir haberle başlayalım. Muhabir Anderlini'ye göre Çin'in döviz rezervini yöneten devlet kuruluşu SAFE (State Administration of Foreign Exchange), Çin'in dış politikasını başka ülkelere empoze ediyordu. Buna göre SAFE, portföyüne Kosta Rika devlet tahvillerini de 300 milyon dolar civarında bir tutarla katmış. Ayrıca 130 milyon dolarlık bir hibe tasarlanmış aynı ülkeye. Bunların karşılığında Çin, Kosta Rika'nın Tayvan'ı bir ülke olarak tanımamasını da istemiş. Ne oluyormuş? Çin 1.8 trilyon dolarlık rezervlerini bir dış politika aracı olarak mı kullanıyormuş. Haber mealen böyleydi. Düne kadar sınırlı sayıda ülkenin kullandığı böyle bir "şartlı destek" imkânının bugün daha fazla sayıda ülke tarafından kullanılabilir olduğu açıktır. "Şartlı destek" imkânının daha fazla sayıda ülkeye açılmış olması ille de kötü değildir. Peki, şart koymaya rekabet gelmesi, başka bir ifadeyle demokratikleşmesi, dünya güç dengesinin kalıcı biçimde değiştiği anlamına mı gelir? Bizce hayır. Öncelikle ortada değişen bir şey yoktur. Her zaman için "deveden büyük fil var"dı ve de var olmaya devam edecektir. Bu birinci tespittir. İkinci olarak, "şarta bağlı yardım" veren ülke sayısının artması, bu demokratikleşme süreci, şarta bağlı da olsa yardım almakta olan ülkeler açısından aslında iyi haberdir. Buraya olmazsa başka bir yere gitmek mümkün ise yardım verenin gücü artmıyor, azalıyor demektir. Bu açıdan, gidişat olumsuz değil, tam tersine olumludur. Güç dengesinde bir değişim vardır ama değişim yardım almakta olanların yardım verenlere oranla gücünün artması manasındadır. Hiç de öyle güç dengesinde sıklet merkezinin doğuya doğru kayması anlamında değildir. Bu da ikinci tespittir. Gelelim üçüncüye: Çin'in ticaret fazlası öyle giderek artıyor değildir. Aksine, giderek azalmaktadır. Artan ara malı ithalatı, ihracat artışının önkoşuludur. Şimdilik Çin'in ihracata yönelik üretimi için artan ithalatı, Çin'de artacak refahla birlikte tüketim mallarına doğru da genişleyecektir. Böyle bakıldığında, rezervler bundan böyle eski hızında birikemeyebilir. Üçüncü tespitimiz de budur. Dördüncüsü, Çin Merkez Bankası'nda biriken rezervlerin bir manası vardır. Mevcut iktisadi politika çerçevesinin, değeri belli bir noktada tutulmaya çalışılan yerli paraya dayalı statükonun korunması için o kaynağın özenle korunmasında fayda vardır. Bu nedenle dünyanın her tarafında merkez bankalarının rezervleri, kolaylıkla nakde çevrilebilecek, güvenli yatırım alanlarına yönlendirilir. En son Fannie ve Freddie hadisesinde gözlemlediğimiz tam da bu olmuştur. Ne dedi bazı merkez bankaları en son Fannie ve Freddie hadisesinde Amerikalılara? "Biz bu menkul kıymetlere garanti veren şirketi Amerikan devletinin garantisi altında görüyorduk. O nedenle rezervlerimizi bunların garanti verdiği kâğıtlara yatırdık. Şimdi öyle kafamızı karıştırma, işin başına geç. Madem bunlar devlet tarafından desteklenen kurum (government sponsored enterprise-GSE), desteği bir görelim" dediler. Amerikan devleti Fannie ve Freddie'ye bir kamu kurumunu kayyum olarak atadı. Dünyanın rezervleri tehlikeye girmesin diye. Parayı verenler garantiyi sağlama aldılar. Buradan kıssa şudur: Merkez bankası rezervleri ne olduğu belli olmayan varlıklara yatırılamaz. Yatıran hesabını verir. Eninde sonunda verir. Burada da verir. Çin'de de verir. Üstelik Çin'in değeri yapay olarak düşük tutulan yerli parası güçlü bir rezervi gerektirmektedir. Orada likit rezerv ihtiyacı bu ortamda daha da fazladır. Orayı zayıflatırsanız, krizin daha da derinleşeceği katidir. Demek ki neymiş? Rezervler öyle siyaset dikte edeceğim diye keyfi kullanılamazmış. Yalnızca iktisadın "evet" dediği yerde şart koşmak mümkünmüş. Ortada rezerve dayalı sınırsız bir "şarta bağlı yardım" yapma özgürlüğü olamazmış. Bu da dördüncü tespittir.

    Peki, şimdi buradan başlangıçtaki güç dengesi değişikliği meselesi çerçevesinde ne çıkarmak gerekir? Müsaadenizle iki soruyla neden güç dengesinde doğu lehine bir değişiklik olmadığının altını çizelim. İlk soru şudur: Çin'in artan ara malı ithalatı nerelerden yapılmaktadır? İkincisi ise, çevre ülkelerde biriken ve tutarı 3 trilyon dolara ulaşan memleket fonları neden güç dengesinin değişiminde etkin bir rol oynayamaz? El Cevap Bir: Çin'in artan ara malı ithalatının kaynağı Japonya ve Batı'dır. Çin'in küresel ekonomiye entegrasyonu en çok Atlantik çevresinin refahını artırmaktadır. Çin'de olup biten, Atlantik Okyanusu çevresinden bağımsız değildir. El Cevap İki: Doğrudur. Bugün SWF'lerin toplam tutarı yaklaşık 3 trilyon dolardır. Mart 2007 ile Haziran 2008 arasında bu tür kurumlar Batı'nın zor durumdaki finansal kurumlarına toplam olarak 59 milyar dolar yatırım yapmışlardır. Ancak her bir kurumda elde ettikleri pay yüzde 5'in fersah fersah altındadır. 20 yıl önce Japonların yaptığı gibi şimdilerde gayrimenkul işine girmektedirler. Temmuz 2008'de New York'taki Chrysler Binası'nın yüzde 90 mülkiyeti, böylece, Birleşik Arap Emirlikleri'ne geçmiştir. Birincisi şudur: O para buradaki malvarlığını almaya daha yetmez. Almaya kalktığında payı küçücük olmaktadır. İkincisi, bu oyunda ya da oyunun bu aşamasında, elinde para olan aslında elinde satacak varlık olanın elindedir. Gelin şimdi kendinizi kulaklarından para fışkıran birinin yerine koyun. Ne yapar böyle biri? Her an elindeki nakdin değer kaybettiğini düşünüp, öncelikle, parasını bir finansal varlığa yatırmak istemez mi? İster. Elinde para olan için temel sorun, iyi bir yatırım aracı bulmaktır. Halbuki dünyada iyi yatırım araçları miktarı sınırlıdır. Genellikle Atlantik çevresi uygarlığında bulunmaktadır. Bu bölgenin dışındaki yerlerde düzenli, güvenilir finansal piyasalar, düzenleme çerçevesi, yatırımcı hakları bulabilmek pek de mümkün değildir. Ne olacaktır? SWF'lerdeki kaynaklar Atlantik çevresi uygarlığının şartları ile onlara teslim edilecektir. Neden? Dünyada bu büyüklükte bir kaynağı "hüp diye içine çekebilecek", sonra da etkilenmeyecek, başka bir güvenli piyasa yoktur. SWF'lerin parası, dünyanın bir başka bölümünü daha Atlantik çevresi uygarlığına entegre edecektir. Atlantik Okyanusu dünyanın merkezi olmaya devam edecektir.


    Bu köşe yazısı 13.09.2008 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

    Etiketler:
    Yazdır