Arşiv

  • Nisan 2024 (14)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)
  • Mayıs 2023 (9)

    İstanbul'un bütçe açığına niye kimse ses çıkartmadı

    Hasan Ersel, Dr.09 Şubat 2008 - Okunma Sayısı: 1114

     

    Ama 5 milyar 450 milyon YTL harcama büyüklüğüne sahip İBB bütçesi herhangi bir tepkiyle karşılaşmadı. Peki neden? Hükümetten esirgenen hoşgörü niçin belediyelere gösteriliyor?

    İstanbul Büyük Şehir Belediyesi (İBB) web sitesinde 2008 bütçesine ilişkin veriler yer alıyor. Hem harcamaların, hem de yatırım programı detayları hakkında da bilgi veriliyor. Geçmiş yıllara ilişkin karşılaştırılabilir bilgiler edinmek de olanaklı. Önümüzdeki iki yıl için de harcamaların fonksiyonel ve iktisadi sınıflandırılması temelinde projeksiyonları da sunulmuş. Daha önceki bir yazımda (Referans, 1 Mart 2007) şikayet ettiğim noktaların artık geçerli olmadığını görmek beni çok memnun etti. Eldeki bilgilere göre İBB'nin 2008 bütçe açığının gelirlerine oranı yüzde 22,47. Geçen yılın bütçe açığı oranı da buna yakın, yüzde 21,86. 2006 yılında bütçe açığı yüzde 8,47 imiş. Daha önceki yıllarda açık görünmüyor. Son iki yılın açık oranını taşıyan bir bütçeyi İstanbul'un eski belediye başkanı olan başbakan TBMM'ye sunsaydı, kıyamet kopardı. Hem Türkiye'de, hem de yurt dışında! Ama 5 milyar 450 milyon YTL harcama büyüklüğüne sahip İBB bütçesi herhangi bir tepkiyle karşılaşmadı. Peki neden? Hükümetten esirgenen hoşgörü niçin belediyelere (İBB'nin tek olduğunu sanmıyorum) gösteriliyor? Bu sorunun yanıtı öyle kolayca verilebilecek cinsten değil. Türkiye'de yerel politikanın gelişmesi ve bunun belediyecilik anlayışına nasıl yansıdığının ciddi bir biçimde incelenmesi gerekiyor. Bu da kolay bir iş değil. Ama yapılabildiğini kanıtlayan bir kitap yakınlarda yayınlandı. İki değerli araştırmacı, Sema Erder (Marmara Üniversitesi öğretim üyesi) ve Nihal İncioğlu (İstanbul Bilgi Üniversitesi öğretim üyesi) bu konuda yıllardır yapmakta oldukları çalışmaları Türkiye'de Yerel Politika'nın Yükselişi (İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2007) adlı kitapta toplamışlar. Bu kitabın Türkiye'nin demokratikleşme deneyimini anlamak isteyenler için çok yararlı ve öğretici olduğunu düşünüyorum.   

    Belediyelerin seçeneği

    İstanbul Büyük Şehir Belediyesi deneyimi üzerine olan bu kitap yedi bölüm ve bir ekten oluşuyor. İlk bölüm, kitaba temel oluşturan ve yazarların 1986-7'de yaptıkları araştırma ışığında 2004 yılından geriye doğru bakılarak yapılmış bir değerlendirme. Diğer bölümler daha özgül konulara yönelik: Yerel siyaset belediye ilişkisi, büyükşehir belediye modelinin işleyişi ve yönetim biçimi, yerelleşme ve belediyecilik arasındaki ilişkiler, belediyecilik açısından başka seçenekler olup olmadığı sorunları gibi. Kitaptaki temalardan birisi, beni merkezileşmeme (decentralization) sorunu bağlamında ilgimi daha çok çekti. Yazarlara göre Bedrettin Dalan dönemimde belediyecilik anlayışında önemli bir değişiklik oluyor. Geleneksel belediyecilik, yerini "proje belediyeciliğine" bırakıyor. Bu yerel düzeyde siyasetin ana aktörleri olan belediye meclisi üyelerinin, belediyeleri "yatırımcı" kurum olarak görmelerine yol açıyor. Projeler, somut hizmetlere yönelik oldukları için, bunların yapılmasından doğacağı umulan toplumsal yarar ön plana çıkıyor. Dolayısıyla, tartışma ve eleştiriler, büyük ölçüde bu projelerden hangilerinin yapılmasının gerektiği üzerinde oluyor, bunların nasıl finanse edileceği, iyimser bir ifadeyle, ikinci plana atılıyor. 1990'larda ise, iç göç başta olmak üzere çeşitli nedenlerle ortaya çıkan dayanışma gereksinimlerine yanıt vermeye yönelik "cemaatçi dayanışma", yerel siyasete de güçlü bir biçimde damgasını vuruyor. Bu da "sosyal belediyecilik" anlayışının giderek hakim olmasına yol açıyor.

    Finansman ikinci planda

    İktisat terimleriyle ifade edilirse yerel siyaset, belediyelerin sunduğu tüm hizmetleri "yerel kamusal mal" olarak algılıyor. (Aslında bu doğru değil. Belediyelerin sunduğu pek çok hizmet de kişisel mal niteliğindedir. Örneğin "halk ekmeği" üretilip sunulması.) Öte yandan sosyal belediyecilik anlayışı buna bir de "iktisadi adalet" boyutunu ekliyor (yoksullara yardım). Bütün bunlar, yerel siyasetçiler gözünde belediye hizmetlerini sunma çabasını ön plana çıkarıyor. Peki finansman sorunu nasıl oluyor da ikinci plana atılabiliyor? Türkiye'de demokrasi için yerelleşmenin gerekliliği ile ülkenin parçalanması kaygısı hep beraberce gündeme taşındığı için, aslında hiç bir girişim, merkezileşmemiş bir yapıya geçişi sağlayamamıştır. Bunun sonucu olarak merkez yerel yönetimler üzerindeki "himaye ve denetimini" sürdürmüşlerdir. Ancak bunun bedeli de himaye edilenin, sıkışınca hamisinin önüne faturayı koymasıdır. Hami, ise konumu gereği onun yapamadıklarından da sorumlu olacağı için bunu ödemekten kaçınamaz. Bu bazen haminin işine de gelir (seçim ekonomisi). İBB'nin bütçe açığının, oransal olarak, bu denli yüksek olabilmesinin nedeni bu ilişkide aranmalı diye düşünüyorum.  Yazarları, çalışmalarını derli toplu görmemize olanak sağlayan bu kitapları için kutluyor ve kendilerine teşekkür ediyorum. Umarım, 2008'in Türkiye'sinde, hiç olmazsa İBB bağlamında, yerel siyasette son yirmi yıldaki değişimin ne yönde ve nasıl olduğunu bizlere gösterecek bir yeni çalışma yapma (ya da yapılmasını sağlama) olanağını elde edebilirler.

     

    Bu yazı 09.02.2008 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

    Etiketler:
    Yazdır