Arşiv

  • Mayıs 2024 (6)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)

    NRB olayının gösterdiği: Piyasa devletsiz yapamaz

    Hasan Ersel, Dr.25 Şubat 2008 - Okunma Sayısı: 1055

     

    Northern Rock Bank'ın (NRB) devletleştirilmesi etkinlik ve adalet gibi temel iktisadi sorunlar bağlamında ele alınmasını gerektiriyor. Bu olay devletsiz piyasanın pek çalışamadığının göstergesi oldu.

    Northern Rock Bank'ın (NRB) millileştirilme kararı, kolaylıkla tahmin edilebileceği üzere, Britanya'da büyük gürültü kopardı. Hem Avam Kamarası'nda ve hem de Lordlar Kamarası'nda hükümeti şiddetle eleştiren konuşmalar yapıldı. Eleştiriler iki ana iktisadi başlık altında toplanabilir: 1) Millileştirilme toplumsal açıdan en uygun seçenek miydi? Niçin NRB, teklif veren Richard Branson'un Virgin Grubu ya da Olivant adlı bir özel sermaye grubuna satılması tercih edilmedi? Britanya'nın 1983-89 arasında maliye bakanlığını üstlenmiş olan Lord [Nigel] Lawson, bu bağlamda, bir adım daha ileri gidiyor ve soruyor: "Ülkemizde ipotekli konut kredisi veren kurum kıtlığı mı var da [NRB gibi] sorunlu bir kurumun yaşamını sürdürmesinde stratejik çıkarımız olduğunu düşünüyoruz?" Lord Lawson kendi sorusunu "söz konusu bankanın varlığını sürdürmesinde toplumsal açıdan hiç bir yarar olmadığı" biçiminde yanıtlıyor. 2) NRB'nin kârlı bir faaliyeti olan ve en iyi ipotekli karşılığı kredilerin güvence olarak verildiği Granite adlı off-shore şirketi niçin millileştirmenin dışında tutuldu? Lord Lawson hükümetin millileştirme planının "ikinci en kötü" olarak nitelenebileceğini söylemiş. Ona göre bundan daha kötüsü NRB'yi almaya talip olanlara sübvansiyon vermek. Anlaşılan tartışmalar devam edecek ayrıca konu yetkililerce soruşturulacak. Bu olay bana 2001'de Türkiye'deki bankacılık krizini anımsattı ama tartışma bende hiç bir çağrışım yapmadı.

    Sorunun iktisadi boyutları

    Son noktadan başlayayım. Britanya'da saydamlığın kuşkuya yer vermeyecek biçimde sağlanmasına büyük önem veriliyor. Bu zor bir konu. Saydamlık, "gerekli belgeler orada bir rafta duruyor, isteyen gidip okusun" diyerek sağlanmaz. Çünkü o belgeleri okuyup anlayabilmek özel bir uzmanlık alanıdır. Bu nedenle, farklı uzmanların açıkça tartıştığı bir ortam yaratılması gerekir. İnsanlar o tartışmalardan, çarpışan görüşlerden bir şeyler öğrenir ve aydınlanırlar. Türkiye'de bu yapılmadı. Bende bir çağrışım yapmaması da, bu nedenle, doğal. Gelelim değinilen iki soruna. Bunlardan ilki "etkinlik" sorunudur. Bankanın sorununu toplumsal açıdan en az maliyetle çözmenin yolu nedir? Akla gelen bir yol bankaya destek vermek. NRB için önce böyle yapılmıştı. Hükümet söz konusu bankanın mevduatına ve kredilerine garanti vermişti. Anlaşılan yürümedi. İkinci seçenek bankayı bir isteklisine satmak. Doğal olarak burada fiyatın ne olacağı önemli. Lord Lawson'un dikkati çektiği ve "en kötü çözüm" olarak nitelendirdiği durumda satın alma fiyatı "eksi"! Yani alana bir de üstüne sübvansiyon veriliyor. Bu gerçekten en kötü çözüm mü? İlk bakışta "apaçık öyle" diyesi geliyor insanın. Bir malı satıp üstüne alıcıya para verilen bir ihale yapıldığında çıkacak dedikodunun altından kalkmanın çok zor olacağına kuşku yok. Kalkılamaz mı? Başka bir kültür bunu başarmıştı. Japonya'da böyle durumda olan büyükçe iki banka başka bankalara satılmış ve Japon hükümeti alıcılara, yanılmıyorsam, üstüne 60 milyar dolar ödemişti. Bunun sonunda banka sağlıklı bir yapıya kavuşmuştu diye anımsıyorum. Ama dediğim gibi kolay iş değil. 

    Vatandaş nasıl ikna edilecek

    Geriye millileştirme kalıyor. Doğru terim aslında "devletleştirme". Sonuçta banka "sivil toplum örgütleri ulusal birliğine (!)" satılıyor değil. Devlete geçiyor. Yani sonuçta bu bankanın zararları vergilerle finanse edecek. Tabii, ödediği vergi karşılığında bir kamusal hizmet bekleyen vergi mükellefi de niçin bu zarara ortak olduğunu soracak. Öyle ya belki bankanın müşterisi bile değiller. Ama devletten ödedikleri vergi karşılığında, örneğin daha iyi sağlık hizmeti beklerlerken, birilerinin yaptığı hatanın maliyetini ödemek gibi bir oldu bitti ile karşılaşmış oluyorlar. İşte topluma bunun nedenini anlatmak daha da zor. Hükümet ne diyecek? Herhalde "evet birileri bir hata yaptı. Bundan bir zarar doğdu. Bunu olduğu gibi bırakırsak bu hatadan doğan sorun büyüyecek, herkesi etkileyecek. O zaman toplum bundan daha büyük zarara uğrayacak. Bunu engelleyebilmek için böyle bir müdahaleyi kamu fonları kullanarak yapmak gerekiyor", diyecek. Vergi mükellefi de herhalde "Bütün bunlar olurken uyuyor muydunuz?" diyecek. "Benden aldığınız vergilerle maaşını ödediğiniz düzenleyici ve denetleyici kurum çalışanları bu tür olayların olmasını engelleyecek önlemler almıyorlarsa ne iş yapıyorlar?" diye soracak. Bu da ikinci sorunu gündeme getiriyor. Neden söz konusu bankanın sadece zarar eden kısımları devletleştiriliyor ? Bu çözüm "kâr bireysel, zarar toplumsal" sloganına uymuyor mu? Oysa, kâr eden kısmı da devletleştirse, toplumsal yük daha azalmaz mı? Daha da "adil" olmaz mı? Neden böyle bir yol izlenmiş? Bu nasıl anlatılacak? Anlatılamaz değil. Aklıma en az bir açıklama geliyor. Ama bir de bütün bu olup bitenlerden sonra böyle bir açıklamayı dinlemek ister miydim diye soruyorum kendi kendime.

    Devletsiz piyasa çalışmıyor

    Görüldüğü üzere, bir bankanın devletleştirilmesi olayı etkinlik ve adalet gibi temel iktisadi sorunlar bağlamında ele alınmasını gerektiriyor. Bunların da öyle hazır çözümleri yok. Her sorunun çözümü, beraberinde bazı sakıncalar getirebiliyor. Çünkü, hepsi ikinci, hatta üçüncü kişileri ve onların davranışlarını etkiliyor. Böyle olduğu için de işin içine kamu yetkesinin karışması gerekiyor. Demek ki iktisadi yaşamda "dışsallıklar" (externalities) ders kitaplarında yer verildiğinden çok daha önemli yer tutuyormuş! Ama iktisat kuramı bu durumda piyasa mekanizmasının etkin çözüm veremeyeceğini de söylüyor. Anlayacağınız devlet olmadan piyasa mekanizması pek çalışabilir gibi görünmüyor. İşte bu nedenle kendi düşünce sistemleri çerçevesindeki değerlendirmelerinden hareketle "devlet olmasın" diyen anarşistleri, devletten kurtulmayı düşleyen Marxçıları ve özgürlükçüleri (liberal) anlıyorum da "devlet karışmasın" diye çığlık atan "piyasa-severleri" anlayamıyorum.

     

    Bu yazı 25.02.2008 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

    Etiketler:
    Yazdır