Arşiv

  • Mayıs 2024 (1)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)

    Bankacılıkta kâr oranları ve kriz

    Hasan Ersel, Dr.29 Şubat 2008 - Okunma Sayısı: 1223

     

    ABD kaynaklı mali kriz gelişmiş ülkelerin mali sistemlerini ciddi bir biçimde sarstı. Peki gelişmekte olan ülkelerin mali sistemlerine niçin bulaşmadı? Bu ülkeler 1997'de mali krize düştükleri için aşılanmış mı oldular? Bu sorunun yanıtını araştıranlar hep aynı noktaya geliyorlar: Gelişmekte olan ülkelerin mali kurumları kârlılıklarını artırabilmek için ne kadar risk taşıdığı anlaşılamayan yeni mali araçlara yatırım yapmak durumunda değillerdi. Çünkü, bu ülkelerde babadan kalma yollarla kredi verip, yeterince yüksek kâr etmek olanaklıydı. Böyle olunca da mali kriz, gelişmekte olan ülkelere bulaşmadı.

    Demek ki sorunun temelinde gelişmiş ülkeler bankalarının kâr oranlarının düşüklüğü yatıyor. "Düşük kâr oranı" ne demek? Yüzde 80 kâr oranı yüzde 115'ten düşüktür ama fahiş derecede yüksektir de. Dolayısıyla bir dayanak noktası olmalı. Galiba bu durumda olay şöyle özetlenebilir: İnsanların mali tasarruflarını sadece banka mevduatı biçiminde tuttukları bir dünyada değiliz. Diğer mali yatırım seçeneklerinin getirileri, onların "algılanan" risklerini karşıladıktan sonra, banka mevduatlarının üzerindeyse insanlar bunlara yönelirler. Sadece mevduat sahipleri değil, sermaye koyanlar da. Daha kârlı bir mali faaliyet varsa niçin paranızı bir bankaya sermaye olarak koyasınız ki? İşte bu oluyorsa bankacılıkta kâr oranı düşüktür.

    "O halde bankalar kârlarını artırsınlar" diyebiliriz. Ama bu defa bir matematiksel sorun var. Bir fonksiyonun, bazı kısıtlar altında maksimum noktasını bulma sorununu düşünelim. Kısıtlara bir tane daha ekleyelim. Eğer yeni koyduğumuz kısıt etkiliyse ulaşılabilecek yeni maksimum değeri, bu kısıt yokken ulaşılabilecek değerin altında kalır. Bunu sorunumuza uygulayalım. Eğer bankacılık alanında yapılan düzenlemeler etkiliyse kâr oranları düzenleme yapılmadığı durumdan daha düşük olacaktır. Bankacılık alanında son çeyrek yüzyılda çok ciddi düzenlemeler yapıldığı ve bunların küresel boyutta etkin olduğunu söylemek sanırım yanıltıcı olmaz. Finansın diğer alanları için düzenlemelerin aynı etkinlikte olduğu ise en azından benim gözümde, çok kuşkulu.

    Peki kâr oranı neden düşer? Bu konuyu enine boyuna düşünüp ele alan Karl Marx'tır. Sermaye adlı ünlü kitabının III. cildinin 13. bölümünde bu konuyu ele alır. (Marx Sermaye'nin III. [Das Capital] cildini 1863-1883 yılları arasında kaleme almış, ancak yapıt vefatı nedeniyle tamamlanamamıştır. Friedrich Engles yapıtı sonra tamamlamış ve 1894'te yayımlamıştır.) Marx'a haksızlık etmeyi göze alarak basitleştirirsek söylediği şudur: Sermaye yoğun kullanıldıkça kâr oranı düşer. Peki, Basel II yaklaşımı bankaları işlerinin gerektirdiği kadar sermaye kullanmaya zorlamak değil midir? Ben Bernanke ile Mark Gertler 1990'da bu türlü bir müdahalenin her zaman bankaları istedikleri miktarın altında kredi açmaya zorlamak anlamına geldiğini göstermemişler miydi? O halde bankacılıkta düzenlemeler sermaye gereğini artırıyor! Çare? Marx aynı yapıtın 14. bölümünde kâr oranlarının düşmesi eğilimini zayıflatacak/tersine çevirecek etmenleri sayar. Akla ilk gelen teknolojik gelişmedir. Japon iktisatçısı Nobuo Okishio (1927-2003), Okishio Teoremi olarak bilinen katkısında, maliyet düşürücü bir teknolojik gelişmenin ekonominin kâr oranını yükselteceğini göstermişti. Konumuza dönelim: Kredileri paketleyip, menkul kıymetler piyasaları yoluyla banka bilançosundan çıkarmak özünde maliyet düşürücü teknolojik gelişme  değil miydi? Bu "herkesi" memnun etmemiş miydi?

     

    Bu yazı 29.02.2008 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

     

    Etiketler:
    Yazdır