Arşiv

  • Mayıs 2024 (3)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)

    'Uzlaşsınlar' mı, 'toplumsal bağıt yapalım' mı

    Hasan Ersel, Dr.28 Mart 2008 - Okunma Sayısı: 1018

     

    Hafta içinde iki gelişme oldu. Önce TÜSİAD kaygılarını dile getirdi. Arkasından TOBB, Kamu-Sen, Türk-İş, TESK, TİSK, Hak-İş ve TZOB ortak bildiri yayımladı. Bunların ışığında 24 Mart 2008 tarihli yazımı, anımsatarak devam edeyim: Türkiye'de, işbirliği yapıldığında, tüm tarafların bugünkü duruma oranla tercih ettiklerini açıkladıkları bir düzene varmak olanaklı görünüyor. Ancak işbirliği yapılamıyor. Böyle olunca da herkes kendisinin istediği ama diğerlerinin hiç istemediği yola yöneliyor. Herkes birbirini engellediğinden, değiştirilmek istenen bugünkü düzen de sürüyor.

    Akla gelebilecek bir çıkış yolu halkoylamasına başvurup "Daha çağdaş demokratik düzene mi geçmek istersiniz yoksa şimdiki durumun devamını mı?" sorusunu sormaktır. Dikkat edilirse halkoylamasının sonucu ne olursa olsun tarafların sadece kendi çıkarlarına hizmet eden arayışlar reddedilmiş olacaktır. Hafta içinde, halkoylaması sayılmasa bile, toplumda ağırlığı olan meslek kuruluşları ve sivil toplum örgütlerinin bir girişimi oldu. Açıklama uzlaşı çağrısıydı. Kendi terimlerimle tekrarlayayım: Bu girişimi yapanlar, işbirliği yapıldığında ulaşılabilecek durumu (çağdaş demokratik düzen) tercih ettiklerini ve bugünkü durumun değişmesi gerektiğini düşündüklerini söylüyor.

    Kimse bu çağrıya karşı çıkmadı. Ancak yazımda belirttiğim üçüncü noktayı pek çok kimse dile getirdi: "Uzlaşın demekle, uzlaşma olmuyor ki!" Uzlaşmamayı seçenlerin kendilerine göre nedenleri vardı. Bu nedenler değişmiş değil. Böyle olduğu için de tarafların "uzlaşma iyidir, biz de uzlaşmadan yanayız" diye başlayıp "ama öbür taraf..." diye devam eden, sonuçta da uzlaşmayı fiilen engelleyen bir yolu izlemesi doğal. Dolayısıyla şu noktada geçen hafta sonuna oranla değişen bir şey yok.

    Uzlaşmaya gidebilmek için bir tarafın eylemini öbür tarafın eylemine bağlayan bir sürecin çalışması gerekiyor. Akla gelebilecek bir yaklaşım; tarafları, çağdaş demokratik düzene ulaşma yolunda diğer tarafın katkısı kadar katkı yapmaya razı etmek. Yazımda sözünü ettiğim bu yaklaşım benimsenirse adımlar atıldıkça başlangıç noktasından uzaklaşılacak, oraya dönmek için duyulan özlem zayıflayacaktır. Bu Tarık Bin Ziyad'ın gemileri yakması kadar radikal bir çözüm değil. Daha çok bir nehri geçmek için kurulan halat köprünün ileride kullanılmak için sökülmesine benziyor. Peki, bu söküm işini kim yapacak? Olay sadece halat köprüyü sökme becerisi gerektirmiyor. Bu işi yaparken taraflardan birisinin ya da hepsinin bunu engellemeye kalkışmamasını da sağlamak gerek.

    Akla cumhurbaşkanlığı makamınca yapılacak bir girişim geliyor. Bu türlü bir niyetin işaretleri de var gibi. Ne yazık ki gelinen süreç içinde bu makama seçim olayı da taraflar arasında işbirliği yapamamanın tatsız örneklerinden birisiydi. Bu nedenle cumhurbaşkanının tek başına güven ortamını tekrar oluşturabileceğini beklemek gerçek dışı olacaktır. Bu durumda mantıksal açıdan tek çıkış yolu kalıyor: Sivil toplum örgütleri/meslek kuruluşlarının, kendilerinin de açıkça altını çizdikleri gibi, katılımı genişleterek çağdaş demokratik düzene geçme yolunda ilerlemeye devam etmeleri. Bunun anlamı ise bu düzeni tanımlayan değişiklikleri (anayasa+temel reformlar) somutlaştırıp, bunlara destek verecekleri, bunun dışındaki girişimlere de destek vermeyecekleri konusunda bir toplumsal bağıt yapmaları. Bu yolun tek sakıncası, ilk bakışta göründüğünden çok daha fazla çaba gerektirmesi.

     

    Bu yazı 28.03.2008 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

    Etiketler:
    Yazdır