Arşiv

  • Mayıs 2024 (3)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)

    Planlı kalkınmanın hüzünlü serüveni

    Hasan Ersel, Dr.29 Mart 2008 - Okunma Sayısı: 1452

     

    Yakın geçmişimizde, bir toplum olarak iktisadi atılım yapabileceğimiz, dünyayı yakalayabileceğimiz hissine kapıldığımız iki iyimserlik dönemi yaşadık. Bunlardan ilki, planlı kalkınmaya geçtiğimiz 1960'ların başı, ikincisi de piyasa ekonomisinin kurallarını benimsediğimiz 1980'lerin ortasıydı. İlkinde ithal ikameci sanayileşme, ikincisinde ise açık ekonomi hedefleniyordu. Her iki deneyim de uzun sürdü ama iyimserlik ikisinde de çok kısa ömürlü oldu.

    1960'ların planlama deneyimi, "Planlı Kalkınma Serüveni-1960'larda Türkiye'de Planlama Deneyimi" (İstanbul; İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, viii+71 sayfa, 2003) adlı kitapta tartışılıyor. Bir panel ortamında bu konuyu tartışanlar ise o dönemdeki planlama deneyimine damgalarını vuran dört çok değerli aydın: Necat Erder, Attila Karaosmanoğlu, Ayhan Çilingiroğlu ve Attila Sönmez.

    Türkiye'de planlı kalkınmaya geçme çalışmaları 1959'da başlamıştır. Ancak bu girişimin somutlaşması 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra olmuştur. Bu noktaya nasıl gelindiğini anlayabilmek için biraz önceye dönmek gerekiyor. Demokrat Parti iktidarı, 1950'de başlayan Kore Savaşı'nın yarattığı olumlu dünya koşullarının ebediyen süreceği düşü içinde keyfi bir savurganlık içindeydi. İktisat kuralları hiçe sayılıyor, 1953'te kendilerine bunu anımsatan çok ciddi bir rapor yazan dünyanın en önde gelen kalkınma iktisatçılarından birisi olan Hollis B. Chenery (1918-1994) ülkeden kovalanıyordu.

    Uyarılar gerçek oldu

    Vahim iktisadi hatalarının altında giderek daha bunalan iktidar, tepkileri engellemek için siyasal baskıya başvuruyordu. 1958 yılına gelindiğinde Türkiye, Chenery'nin uyardığı sorunların hepsi ile karşılaşmış, bunların altında ezilmeye başlamıştı bile. O yıl Türk Lirası yüzde 300 (doğru okudunuz yüzde üç yüz!) devalüe etmek zorunda kaldı. 1959'da ise kriz artık dayanılmaz boyutlara ulaşmıştı. Akla şu gelebilir: "İstatistiklerde pek öyle görünmüyor." Doğru ama nedeni, o döneme ait istatistiklerimizin çok yetersiz olması. Bu nedenle yıllarca önce çok iyi bir öğrencimden o dönemi, Akbaba'da (dönemin ünlü mizah dergisi) çıkan karikatürlere ve fıkralara dayanarak incelemesini istemiştim. Çok başarılı bir ödev hazırlamıştı.

    Ekonomik çöküş ve rejimin demokrasiden uzaklaşması ABD ve başta Almanya olmak üzere Batı Avrupa ülkelerini son derece tedirgin ediyordu. Hükümete doğru dürüst iktisat politikası yapması için baskı yapmaya başladılar. Sonuçta 1959'da dönemin Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, OECD'nin aracılığıyla Paris'te ünlü Hollandalı iktisatçı Jan Tinbergen ile görüştü ve kendisini işleri yoluna koymak, Türkiye'de iktisat politikasının planlı bir biçimde yapılmasını sağlayacak bir yapı oluşturması için davet etti. Tinbergen de kabul etti. Ancak bir süre sonra 27 Mayıs 1960 darbesi oldu. Demokrasiye son derece bağlı, sosyal-demokrat eğilimli Tinbergen bunun üzerine görevinden istifa etmek istedi. Ancak kendisine derhal seçimlere gidileceği yönünde, anladığım kadarıyla çok yönden söz verilince kaldı.

    800 dolar istedi

    Sayın Çilingiroğlu, kitapta Tinbergen'in bu görevi karşılığında sadece 800 dolar talep etmesinin Ankara'da ilgililer arasında "herhalde önemli bir adam değil" biçiminde küçümsenmesine yol açtığını söylüyor. (s. 28-9) Oysa Tinbergen (1903-1994), XX. yüzyılın en büyük iktisatçılarından birisiydi. İlk ulusal ekonometrik modeli yapmıştı; iktisat politikası kuramının kurucusuydu ve Prasanta Chandra Mahalanobis (1893-1972) ile birlikte, kalkınma planlaması yaklaşımının iki büyük öncüsünden birisi olarak anılırdı. İsveç Bilimler Akademisi'nin Alfred Nobel anısına koyduğu iktisat bilimleri ödülü ilk kez 1969'da Norveçli iktisatçı Ragnar Frisch (1895-1973) ve ona verilmişti.

    Türkiye'de uzun süre hükümet ile Devlet Planlama Teşkilatı arasında bir yetki tartışması, -gerçek ya da sanal- olagelmiştir. Filan konuda karar vermeye DPT mi yetkilidir, hükümet mi diye... Bunu duyan da bu iki kurumun işlevlerinin aynı olduğunu sanır. Doğal olarak Tinbergen'in kuramsal çerçevesinde böyle anlamsız bir tartışmanın yeri yoktu. Onun oluşturduğu çerçevede kimin ne yapacağı açık bir biçimde belirtilmişti. Sayın Çilingiroğlu bu konuda kendisi ve arkadaşlarının da kafasının çok berrak olduğunu ve Tinbergen gibi düşündüklerini açık bir biçimde ortaya koyuyor: "Ben planlamayı .....karar vereceklere yardımcı olmak şeklinde görüyorum. 'Sen onu yap, sen bunu yap' gibi bir orkestra şefliği benim anlayışımda yok." (s. 56)

    Bu kitapta o dönemin Türkiyesi'ndeki bilgisizlikler, kısır tartışmalar ve siyasal kaprislerden bu dört değerli aydınımızın neler çektiğinin ve neden istifa etmek zorunda kaldıklarının öyküsü yer alıyor. Onlar, bunu sızlanmadan, hiddetlenmeden, fevkalade nazik bir dille anlatıyorlar. Türkiye için kaçırılmış bir fırsatın öyküsünü anlatan bu kısa kitabı, ilgilenen herkese salık veririm.

     

    Bu yazı 29.03.2008 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

    Etiketler:
    Yazdır