Arşiv

  • Mayıs 2024 (3)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)

    Küresel krize karşı bankaların iç tasarrufa güvenmesi sağlanmalı

    Hasan Ersel, Dr.31 Mart 2008 - Okunma Sayısı: 1123

     

    Bankalar dış kaynak kaybını maliyet artırıcı bir şok gibi algılarsa kredi piyasası daralır ve  üretim olumsuz etkilenir. Çare ise bankaların, daralacak dış finansman olanağını iç mali tasarrufla karşıyabileceklerine güvenmesinde yatıyor.

    Dünyadaki mali kriz bizi nasıl etkiler, bu etkiyi azaltmak için neler yapabiliriz? Bu sorunun iki tane anlamsız yanıtı var. Bunlarda ilki, "biz aşılıyız, bizi etkilemez".

    Küresel krizlerin "Türklere bulaşmayalım, başımıza dert açarlar" gibi bir kaygıları yok. 1994'te hiç yoktan kendi krizimizi hükümetimiz eliyle kendimiz yaratmıştık. Bu deneyimin bizi krize karşı koruyan bir aşı olmadığını, becerdiğimiz tek şeyin mali bünyemizi daha da zayıflatmak olduğunu birkaç yıl sonra, Rusya krizi bize bulaşınca gördük. İkinci anlamsız yanıt da "hükümet düşünsün". Hiç bir hükümetin herkes adına düşünüp karar alabilecek bilgi toplama ve değerlendirme gücü olamaz. Bir de bunu söyleyenlerin genelde ekonomiye devlet müdahalesine de karşı olduğu anımsanırsa, bu yanıt iyice anlamsızlaşıyor! Özetle bu işin içinden, fazla zarara uğramadan çıkmak istiyorsak, hepimiz olup biteni anlamaya ve kendi önlemlerimizi kendimiz almaya çalışmalıyız.

    Nasıl anlayacağız

    Anlamaya çalışmalıyız demek kolay da, nasıl anlayacağız? Ortalıkta bir yığın yeni kavram uçuşuyor! Öyle alışageldiğimiz "banka mevduat topladı, kredi açtı; bu kredilerin bir kısmında sorun çıktı" biçiminde özetlenebilecek bir mali krizle karşı karşıya değiliz.

    Ortaya atanların bile ne anlama geldiğini doğru dürüst çıkaramadığı bir yığın yeni mali araç ve bunlar üzerinden yapılan çeşitli risk bölme ve dağıtma bağıtları var. Üstelik sorun, mali sistemini en iyi denetlediğini iddia eden ve buna büyük ölçüde inanılan bir ülkede; ABD'de çıktı. Demek ki düzenleyici yetkelerin de becerileri pek fazla değilmiş. Bu karma karışık durumu, hiç olmazsa ana çizgileriyle anlamamız olanaklı mı?

    Alışkanlığımız bu durumda, bunu bize anlatacak bir yabancı uzman aramaktır. Ama bence gerek yok. Sayın Dr. Saruhan Özel (Deniz Bank Başekonomisti), Global Dengesizliklerin Dengesi (İstanbul: Alfa Yayınları, 2008) adlı çok hoş bir kitapta bu konuyu, dikkatini toplayabilecek herhangi bir meraklının rahatlıkla anlayabileceği biçimde ele almış. Kitap, mali piyasalardaki krize varan gelişmeleri küresel ekonomideki değişiklikler çerçevesinde ele alıyor ve karşılaşılan risklerin neler olduğunu inceliyor. Son bölüm ise Türkiye'nin yeni küresel düzen içindeki yerine ayrılmış. Bu bölümde Türkiye'nin bundan sonra neler yapabileceği de sorgulanıyor. Kolaylıkla okunan ve insana bir şeyler öğreten kitapları yazmak çok zordur. Sayın Özel bunu hakkıyla başarmış. Kendi hesabıma hem büyük bir zevkle okudum hem de çok şey öğrendim. Bu konuları merak eden herkese hararetle tavsiye ederim.

    Türkiye nasıl etkilenir

    Akla gelebilecek ilk yol ihraç mallarımıza olan talep artışında yavaşlama olması. Bunun nedeni dünya ekonomisinde ve özellikle de bizim dış ticaretimizin görece daha yoğun olduğu Avrupa'da büyüme hızının düşebileceğine ilişkin beklentiler. Gerçi ihracatımızın bu ülkelerin büyümesine karşı duyarlığı pek yüksek değil ama, öyle oldu diyelim. Bu Türkiye'nin büyümesi açısından önemli olur mu? Pek değil. Çünkü Türkiye'de büyüme zaten iç talebe dayalı bir süreç. Milli gelir rakamlarına inanmıyorsanız, Türkiye'ye gelen yabancı sermayeye bakın. İhracat yapmaya mı geliyorlar, iç piyasaya satmaya mı? Türkiye'ye yatırım yapmak denildiğinde, yabancıların aklına hemen iç piyasanın genişleme potansiyeli geliyor...

    O halde büyümeyi tehdit edebilecek unsur iç talebin büyümemesi. İç talebin ve bunu karşılayacak ölçüde arzın artmasını sağlayacak finansman sağlanabilir mi? İki ana fon kullanıcısı var. Bunlardan ilki kamu kesimi. Bir kere 2008 bütçe açığının finansmanı için 18 milyar YTL bulunması gerekiyor.

    Öte yandan 2008'de vadesi gelen borcun bir kısmının yenilenmesi gerekecek. Hazine Müsteşarlığı verilerine göre 2008 için bu rakam (anapara ödemesi) 99.5 milyar YTL. Bunun da yüzde 88'i iç borçlanmadan kaynaklanıyor. İlk akla gelen soru Hazine'nin bu iki nedenle aradığı kaynağı temin etmede sorun yaşayıp yaşamayacağı. Sorun, devlet iç borçlanma kağıtlarını ellerinde tutanların davranışlarında değişme olursa çıkar. Burada akla gelen ilk oyuncu bankacılar. Geçen hafta ekonomideki likidite sıkışıklığına dikkati çeken bir bankacı, kamu borçlanma kâğıtlarının geri dönüşünü bu sorunu aşmak için bir olanak olarak değerlendirdiğini ifade etti. Tüm bankaların ve şirketlerin, bu görüşe koşut hareket ettiklerini düşünelim. O zaman bu kesimlerin kamu borçlanma kâğıtlarına olan talebi düşer. Ancak bunun kamu borçlanması açısından sorun doğurabilmesi için de rantiyelerin (nihai amacı faiz geliri elde etmek isteyenler) talebinin bu düşüşü karşılayacak kadar artmaması gerekir. Bu durumda en yüksek olasılık kamu borçlanmasında faiz oranları yükselmesidir.

    Özel kesimin finansman talebi dediğimizde bankaların finansman gereği ile reel kesimin (şirketler ve hane halkı) taleplerinin toplamı akla geliyor.

    Bunların da iki kaynağı var: İç mali tasarruflar ve dış finansman. İç mali tasarruflarımızın dünyada olup bitenlerle pek ilgisi yok. Ama özel tasarruf oranında gözlenen düşüşten etkilenmesi beklenir. Geriye dış finansman olanakları kalıyor. Temel kaygı da, dünyadaki krizin dış finansman olanaklarını olumsuz yönde etkileyeceğinin beklenmesinden kaynaklanıyor. Çünkü hem bankacılık kesimi kaynaklarının bir kısmını yurtdışından sağlıyor hem de şirketler kesiminin finansman gereksiniminin karşılanmasında bu kaynak giderek daha büyük önem taşıyor. Yeni milli gelir serileri, mali sistemimizin ekonominin büyüklüğüne oranla ne kadar güdük kaldığını daha net bir biçimde gösterdiği anımsanırsa, bu eğilimin, mecburiyet dışında, geri dönmesini beklememek gerek.

    Tedirginliği önlemeli

    Peki dış finansman kaynakları birden kurur mu? Öyle görünmüyor. Özellikle bankacılık kesiminin temin ettiği kaynakların kuruması için bir neden yok. Mali kriz Türk bankalarının durumunu doğrudan sarsacak nitelikte değildi. Dolayısıyla burada beklenebilecek olan daha çok yurtdışından borçlanmanın maliyetinin yükselmesi. Bu yerli bankaların teminatıyla ve ihracat bağlantıları nedeniyle dış mali piyasalardan borçlanan şirketler için de geçerli. Ancak sorun burada bitmiyor. Acaba "yabancı yatırımcılar, kendilerine özgü nedenlerle, Türkiye'den önemlice ölçüde çıkış yaparlarsa", bankacılık kesiminin davranışı bunun olumsuz etkilerini abartıcı yönde olur mu? Bu soruyu sormamın iki nedeni var. Bunlardan ilki 1997 Doğu Asya krizinde bu davranış görülmüş. İkincisi de böyle bir olasılık olabileceğine dikkat edilirse önlemi alınabilir.

    Bankalar bu etkiyi nasıl abartabilirler? Dış kaynak azalmasını bankacılık hizmetlerini sunmanın maliyetini artırıcı bir şok olarak algılayıp bunu faizlere yansıtabilirler. Bu hem kredi ve hem de mevduat faizlerinin artmasına yol açabilir. Başka bir deyişle bankacılık üzerinde maliyet artırıcı bir şok olmuş gibi etki yaratabilir. Bu da kredi piyasasının daralmasına yol açabilir. O da üretimi olumuz etkiler. Çare bankaların daralan dış finansman olanaklarını iç mali tasarruflarla karşılayabileceklerine güvenmelerinde yatıyor. Bu da özde maliye politikasının daha sıkı olması demek. Tabii bir de bankaların bu tedirginliğe düşmemelerini sağlamak gerek. Burada para politikası yapımcılarına önemli görevler düşüyor. Tabii, bunun siyasal ortamın durulacağı varsayımı altında bir anlamı olabilir.

    Bu yazı 31.03.2008 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

    Etiketler:
    Yazdır