Arşiv

  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)
  • Mayıs 2023 (9)

    Dışarının etkisiyle Türkiye'de kredi arzı sıkıntısı başlayabilir

    Hasan Ersel, Dr.21 Nisan 2008 - Okunma Sayısı: 981

     

    Türkiye'de bankacılık kesiminin aşırı ihtiyatlı davranması ve dünyadaki kredi kısılmasının Türkiye'deki etkisinin abartılı olması hiç de yabana atılacak bir olasılık değil. Sorunu çözebilecek hamleyi yapmak ise, işin mantığı gereği, yine hükümete düşüyor.

    Türk bankacılık sistemi ABD'deki mali kesimin sorununu, başka ülkelere bulaştırarak, küreselleşmesine yol açan mali bağıtlara taraf olmamıştı. Bu nedenle bu sarsıntıda doğrudan yara almadı. Ancak Türkiye'deki bankalar kendileri için uygun (vade, faiz vs. açısından) finansman biçimini sağlayabilmek için dış piyasalardan borçlanmak zorunda. Dolayısıyla da dünyada olup bitenlerin Türk bankacılık kesimini etkilemesi yine de söz konusu. Bütün bu olup bitenlerden sonra Türk bankalarının uluslararası piyasalarda artık bir yıl önceki koşullarda borçlanabilmesi olasılığı epeyce düşük. Ya temin edebileceği kaynak miktarı daha az olacak ya da kaynak maliyeti yükselecek, ya da ikisi de birden olacak. Bu ne ölçüde olacak? Sanırım yılın ilk çeyreğinde bu konuda Türkiye'de bankacılar arasında iyimser bir hava vardı. Ancak son zamanlarda dış finansman kısıtının başta beklenenden daha önemli olabileceği görüşü ağırlık kazanmaya başladı. Bir yanlış anlamaya yol açmamak için vurgulayayım: Dış finansman olanaklarının kuruması söz konusu değil. Peki bu durum Türkiye ekonomisine nasıl yansıyabilir? Bu sorunun yanıtı bankaların nasıl davranacağına bağlı. Akla gelebilecek bir tehlike, bankaların dünyadaki kredi daralması eğilimini temel almaları ve kendi kredi arzlarını kısıtlamalarıdır. Bu durumda, dünyadaki kredi daralması Türkiye'ye abartılı bir biçimde yansıyacaktır. Bu "Türk bankacılık sistemi böyle bir davranış içine girmez" denilip kestirilecek bir konu değil. Bu tür bir davranış, Doğu Asya krizi sırasında, örneğin Kore bankalarında, görülmüştü. O zaman da Kore bankacılığının bu yola gidebileceği kimsenin aklına gelmemişti. Ama oldu. Ancak, hangi koşullarda bankaların böyle bir yola gidebileceğine dikkat etmek gerek. Sadece dış mali piyasalarda ortaya çıkan bir çalkantı, bankaların bu aşırı ihtiyatlı yolu seçmesi için yeterli bir neden değil. Ülke ekonomisinde de bankaları tedirgin edecek ölçüde belirsizliğin artmış olması gerekiyor. Bu nedenle Türkiye ekonomisindeki gelişmelere bakmak gerek.  

    Türkiye ekonomisindeki gelişmeler

    Önce iki saptama yapalım. Bunlardan ilki Türkiye ekonomisinin 2002 sonrasında sağladığı ciddi büyümenin gerçekleşmesinde de dünya ekonomisindeki olağan üstü olumlu koşulların önemli katkısının olduğu. İkinci olarak da Türkiye'nin büyümesinde ivme kaybının aslında 2005'de başlamış, geçtiğimiz yıl da belirgin hale gelmiş olması. Altını çizeyim: Ekonomi durmuş değil, olan büyüme hızının düşmesi! Bu iki saptama bir arada düşünüldüğünde, Türkiye ekonomisinin kendi iç dinamiğinden kaynaklanan yavaşlamanın, dünya ekonomisindeki koşulların olumsuz yönde değişmesiyle, önümüzdeki dönemde devam edeceği sonucuna varmak zor değil. Nitekim bu sene için bekleyişler düşük büyümeyi işaret ediyor. Bu durumda Türkiye'de şirketler kesimi finansman açısından iki farklı etki altında olacak. Bunlardan ilki üretim artış hızının düşmesi nedeniyle ek finansman gereksinimlerinin azalması. Ancak ters yönde etkiler de var. Bunlardan ilki dış dünya ile ilgili. Şirketler kesimi, dünyadaki likidite bolluğunun da etkisi ile, son yıllarda önemli ölçüde yurt dışı kaynak bulabiliyordu. Dünyadaki kredi daralmasının şirketler kesiminin dış kaynak temininde, bankalara oranla, daha ciddi bir kısıtlama ile karşılaşmaları olasılığı yüksek. Bunun temel nedeni de Türkiye'de son yıllarda özel kesimin dış borçlanmasının, açık pozisyonunu önemli ölçüde genişletecek biçimde artmış olması. Yani bu kesimin eskiye oranla daha riskli müşteri konumunda olması. İkinci olarak YTL'nin son aylarda değer kaybetmesi ve dünyada enflasyonun yükselmesinin ham madde/ara malı ithalâtı amacıyla gerekli işletme sermayesi gereksinimin artırması. Bir de buna içerdeki enflasyonu katkısını da eklemek gerek. İzlenimim bu iki ters yönlü etkiden ikincisinin baskın olacağı yönünde. Bunun anlamı ise şirketler kesiminin Türk bankacılık sisteminden kaynak talebinin artması. Bankacılık kesiminin nasıl davranacağı bu nedenle önemli. Çünkü, bankaların bu yeni koşullarda kendilerine gelen yeni kredi istemlerinin bu dışsal koşullardan mı, yoksa başvuran firmanın mali yapısındaki bozulmadan mı kaynaklandığını ayırt edebilmeleri gerekiyor. Bu o kadar kolay bir iş değil. Çünkü düne ilişkin bilgiler, ortam değiştiği için bugün pek işe yaramayacaktır. ("Dün dündür, bugün ise bugün" vecizesinin benim aklıma gelen gerekçesi bu!) Banka sisteminin bu sorunu ne kadar başarılı çözebileceği ise Türkiye'nin 2008 ve belki de 2009 ekonomik performansını belirleyecektir.

    Siyasal gelişmelerin rolü

    Bankalar bu sorunu niçin başarıyla çözemesinler? Doğal olan bankaların bu durumda doğru karar vermeleri değil mi? Öyle. Ancak Türkiye'ye özgü bazı etmenler işi bozuyor. Her şeyden önce Türkiye ekonomisindeki yön değiştirmenin niteliği çok iyi ortaya konulmuş değil. Olup biteni hafife alanlar da var, iyice karamsar olanlar da. Bunun ötesinde gelecekle ilgili belirsizlikler de giderek daha önem kazanıyor. Önümüzdeki dönemde iktisat politikasının nasıl yürüyeceği konusunda bir yargıya varmak neredeyse olanaksız. Bunun temel nedeni de seçim sonrasında önümüzdeki dönem için, ümit veren, reformcu bir politikanın bir türlü açıklanamamış olması; buna bir de son aylarda iyice artan siyasal gerilimin eklenmesi. Bunlar iktisat politikasının başarısı için gerekli koşulların sağlanmasını zorlaştıran, hatta olanaksız kılan, türde olaylar. Bu da iktisat politikasında saygınlık sorununun yeniden gündeme taşınmasına yol açtı. Bazılarımızı, IMF'den medet umulmasının nedeni de galiba bu. Ancak olay bütün boyutlarıyla, özellikle de hükümetin tutumuyla birlikte düşünülürse, bu pek de gerçekçi bir bekleyişe benzemiyor. Konumuza dönersek, bu ortamda gelecekle ilgili bağıt yapmak çok zor. Kredi piyasasında ise sadece gelecekle ilgili bağıtlar yapılır!   

    Düşük olmayan ihtimal

    İşte bu nedenlerle Türkiye'de bankacılık kesiminin aşırı ihtiyatlı davranması ve dünyadaki kredi kısılmasının Türkiye'deki etkisinin abartılı olması hiç de yabana atılacak bir olasılık değil. Sorunun çözebilecek hamleyi yapmak ise, işin mantığı gereği, yine hükümete düşüyor. Fazla zaman geçirilmeden bu atılım yapılmazsa, cari açığımızı toplumsal maliyeti epeyce yüksek bir yöntemle azaltmış oluruz! Yanıtlanması gereken iki kritik soru var: Bunlardan ilki, özel tasarruf eğiliminin azalmakta olduğu Türkiye'de, bankaların kredi olarak yönlendirebilecekleri mali tasarrufların nasıl artırılabileceği. Bu soru bizi maliye politikasına götürüyor. Çünkü, kısa dönemde, akla gelebilecek bir yol kamu açığının azaltılması.

    İkinci soru ise, mali tasarruflar şirketler kesiminin üretim faaliyetinin finansmanına nasıl yönlendirilebileceği. Bu soru da belirsizlikle ilgili. Bankacılık kesimi, tüketici kredisi gibi toplam talebi etkileyen mali araçları kullanmayı, buradaki riski hesaplamayı görece daha iyi biliyor. Buna karşılık şirketlerde ne olacağı, kabaca, izlenecek "sanayi politikasına" bağlı. O ise belirsiz! Ama sorun burada bitmiyor. Yukarıda değinilen nedenle bankalar tüketici kredileri gibi, hane halkına yönelik ve tüketimi özendirici kredileri, görece daha kolay, açabilirler. Ama bu durumda arzulanan şirketler kesimine ticari krediler açarak üretim için mali olanak sağlayabilmeleri. Bankaların ilk yolu seçmeleri, içinde bulunduğumuz koşullarda, enflasyonu artırıcı yönde etki yapar. Acaba bankalar şirketler kesimine kredi açmaya nasıl özendirilebilirler? Akla para politikasıyla ilgili bir soru geliyor: Acaba para politikası araçlarından, bankaların şirketler kesimine kredi açmaları durumunda ortaya çıkabilecek likidite riskini azaltıcı yönde, yararlanılabilir mı? Tabii bu soru, söz konusu ortamda, TCMB'nin bilançosunun yapısının da değişeceğini varsayıyor.

     

    Bu yazı 21.04.2008 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

    Etiketler:
    Yazdır