Arşiv

  • Mayıs 2024 (3)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)

    Hükümet, üreticinin neden fiyat artırdığına odaklanmalı

    Hasan Ersel, Dr.05 Mayıs 2008 - Okunma Sayısı: 984

     

    Dışsal koşullardaki değişmeler üreticileri kârlılıklarını sürdürebilmek için fiyat ayarlamaları yapmaya zorluyorsa çözüm sanayi politikalarında aranmalıdır. Davranışın nedeni tekelci gücün korunmasıysa rekabet politikası yürürlüğe sokulmalı.

    Türkiye, enflasyonu yüksek çift basamaklı rakamlardan kolayca düşürebildi. Üstelik bunun ölçülen toplumsal maliyeti de korkutucu olmadı. Enflasyonu düşürmenin potansiyel çıktı cinsinden maliyetini ölçen özveri oranını (sacrifice ratio), tahmine yönelik çalışmalarda bu oran, Türkiye için, sıfıra yakın bulunmuştu. [Söz konusu çalışmalar: 1) D. Yavuz & A. Çetinkaya: Calculation of Output Inflation Sacrifice Ratio-The Case of Turkey, TCMB Tartışma Tebliği No. 11, 2002 ve 2) S. Togan & H. Ersel: Macroeconomic Policies for Turkey's Accession to the EU, B.M. Hoekman & S. Togan (Der.): Turkey-Economic Reforms & Accession to the European Union, Washington D.C. IBRD/World Bank, 2005, içinde, s. 3-36; özellikle s.21-2]  Galiba, bu bizlere aşırı güven verdi. Enflasyonun alınan önlemlerle, hatta onların kalıntılarıyla, aşağıya inmeye devam edeceğini düşledik. Teknik deyimiyle "özveri oranının zaman içinde değişmeyeceğini, özellikle de yükselmeyeceğini" varsaydık. Ve yanıldık... Yanılmaya devam de edecek gibi görünüyoruz. Çünkü, bu defa da, dışsal etmenlere olması gerekenden daha fazla önem veriyoruz. Ülkemizde olan her şeyi, neredeyse tümüyle, dış etmenlere bağlama eğilimimiz yaygın. Bu sadece iktisat politikası yapımcılarında olsa, "sorumluluktan sıyrılmak için" yapıyorlar diyeceğim. Ama bu çok daha yaygın bir eğilim. Peki, Türkiye dünya koşullarından etkilenmiyor mu? Etkileniyor, tabii. Söylemek istediğim övündüğümüz kadar dışa açık bir ekonomi değiliz. Ama yarım yamalak açıklık da tehlikeli bir şey. Çünkü bu da bir anlamada dünyada olup bitenleri iyi anlayamamış olmak demek. O zaman da hatalı tepki verme olasılığı artıyor. Özetle dış dünyadan gelen olumsuz sinyallerin ekonomi üzerindeki etkisi olabileceğinden daha fazla, iyi sinyallerinki de daha az olabiliyor. Başımıza dert geldiğinde çare bulamıyor, fırsatlardan da yeterince yararlanamıyoruz. Yukarıda tepki vermekten söz ettim. Sanırım dışarıya aşırı önem veren görüş sahipleri, Türkiye'de yerleşik kurumların tepkilerinin ihmal edilebilir olduğu gibi bir yanılgıya düşüyor. Bu aslında "rekabetçi piyasa" modelinin temel varsayımı. Çok sayıda küçük ve işbirliği yap[a]mayan üretici ve tüketiciden oluşan bir ekonomide, bu karar alıcıların her hangi birisinin ne yaptığı o kadar önemli değildir. Onların kararları sonucu etkileyemez. Onlar fiyatı veri alırlar, fiyatı değiştirmeye kalkışmaz. Çünkü bu güçleri yoktur. Türkiye'deki firmaların dünyadaki koşulları etkileyecek durumda olmadıklarına kuşku yok. Ama iç piyasada, bırakın ideal rekabetçi piyasayı, ABD ya da Avrupa piyasalarındaki rekabet düzeyi var mı? Dışa açıklığın yarım yamalak olması da bu rekabet eksikliğini desteklemiyor mu? Yanlış anlaşılmasın, geçmişe oranla Türkiye'de piyasaların çok daha rekabetçi olduğu, bu yönde önemli adımlar atıldığı, yadsınamaz. Ama hem daha alınacak yol olduğu hem de rekabet derecesi açısından çeşitli piyasalar arasında önemli farklar olduğu da apaçık. Bunun anlamı ise Türkiye'de piyasa tepkisi hakkında bir değerlendirme yaparken aksak rekabet piyasası [tekelci rekabet, az satıcılı (oligopol) gibi] varsayımından hareket etmek gerektiği. Türkiye için bu tür düşünme alışkanlığının yaygın olduğunu söylemek zor. Oysa bu konularda dünyadaki çalışmalar piyasa davranışlarının anlaşılması için geniş ufuklar açmış. Konumuz açısından üreticilerin fiyat (ya da miktar) değişkenleriyle oynayabileceklerinin kabul etmek bile sonuçları etkileyecek önemli bir adım.

    ÜFE'deki hareketler

    Bu varsayım altında ÜFE'deki hareketlere bir göz atalım: Grafikten de görüleceği üzere ÜFE'de önemli oynamalar olmuş. 2005 başından Nisan 2008'e kadar geçen 40 aylık dönemin ortalaması olarak bakıldığında ÜFE'deki aylık ortalama artış yüzde 0.76. Yani her ay üretici fiyatları yaklaşık Japonya için 2008'in tümü için beklenen enflasyon kadar artmış! Öte yandan bu rakam bir aydan ötekisine çok da oynamış. Dönemin bütünü için değişim kat sayısı (standart sapma/ortalama) 1.64. Yani üreticiler, fiyatları oldukça geniş bir yelpaze içinde oynatabilmiş. O kadar ki bu 40 aydan 12'sinde fiyat endeksinde düşme, 5 ayda da fiyat artışı ortalamanın bir standart sapma daha üstünde; yani yüzde 2'den yüksek! Yine dönemin bütünü göz önüne alındığında, "yıllık temelde" ÜFE'deki artış ortalama yüzde 7.5 olmuş. Dünya ölçüsünde hiç de düşük değil, hatta yüksek. Grafikten de görüleceği üzere ÜFE ciddi dalgalanmalar da göstermiş. Mart 2005'te yüzde 11.3 olan ÜFE aynı yılın kasım ayında yüzde 1.7'ye kadar düşmüş. Ama sonra hızla tırmanışa geçmiş ve temmuz 2006'da yüzde 14.3'e kadar yükselmiş. Bunun nedeni bu tarihten önceki son 3 ayda ÜFE'de meydana gelen hızlı artışlar. ÜFE, ancak 11 ay sonra tekrar yıllık temelde yüzde 2 dolaylarına indirilebilmiş. Şu anda gördüğümüz de Kasım 2005-Temmuz 2006 dönemine benziyor. Son 3 ayda ÜFE hızla arttı. ÜFE yıllık bazda yüzde 14.6'ya tırmanmış durumda. Yüzde 2'den bu düzeye tırmanması için ise 9 ay yetti. Son bir kaç aydaki tırmanışın hızı ise 2006'dakiyle neredeyse aynı. ÜFE'nin kalemleri arasında fiyat oynaklığı açısından önemli farklar var. Örneğin son 12 aylık dönemde ÜFE'nin imalat sanayii alt başlığı içinde yer alan kalemlerin değişme kat sayısı 2.04. Yani bunlar için hesaplanan standart sapma, ortalamanın 2 katından fazla. Zaten rakamlara bir göz atmak bile yeter. Bu bir yıllık dönemde "Tıbbi, hassas ve optik aletler" alt kesimi fiyatları yüzde 9.12 düşerken, kok kömürü ve rafine edilmiş petrol ürünleri kesiminde fiyatlar yüzde 47.8 artmış. Nisan 2008 için verilere göre ise imalat sanayii kesimleri arasında yıllık temelde fiyat artışları birbirlerine çok daha yakın. Değişme kat sayısı 0.91'e düşmüş. Bu da üzerinde durulması gereken bir olgu. Acaba bir davranış değişikliğine mi işaret ediyor?  

    Siyasal iradenin desteği

    Demek ki üreticiler fiyatlarını, her zaman istedikleri miktar ya da yönde olmasa da, değiştirebiliyor. Bunun 2006'da gerekçesi başkaydı, bugün başka. Önemli olan da gerekçenin ne olduğu değil, üreticilerin bunu yapabilecek durumda olmaları. İşte bu noktada, iktisat politikası yapımcılarının üreticilerin fiyat artırma kararlarını etkileyen unsurlar üzerinde dikkatle durması gerekiyor. Dünyada enerji fiyatları artmışsa, bunun bir türlü Türkiye'de üreticilerin maliyetlerini artırması, bunun da fiyatlarına bir ölçüde yansıması, kaçınılmazdır. Buna karşılık iktisadi istikrarsızlığın yarattığı belirsizlik artışı fiyatlama davranışlarına yansıyorsa yeni istikrar politikası önlemleri almak gerekir. Dışsal koşullardaki değişmeler üreticileri kârlılıklarını sürdürebilmek için fiyat ayarlamaları yapmaya zorluyorsa (verimlilik artışı olmaması, kamunun sunduğu hizmetlerinden yararlanmanın maliyetinin buralardaki aksamalar ya da fiyat ayarlamaları nedeniyle yükselmesi, altyapı eksikliklerinin maliyeti artırıcı etki yapması vs.) çözüm sanayi politikalarında aranmalıdır. Nihayet fiyat ayarlamasına yol açan davranışın nedeni, bir kesimin talepteki kaymaya karşı kârını koruyabilmek ya da artırabilmek için tekelci gücünü kullanması ise o zaman rekabet politikasının yürürlüğe sokulması gerekir. Türkiye'nin bu politikaları uygulayabilecek temel altyapısı vardır. Bunun güçlendirilmesi ve etkin çalışması ise siyasal iradenin vereceği destekle çok yakından ilgilidir.

     

    Bu yazı 05.05.2008 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

    Etiketler:
    Yazdır