Arşiv

  • Mayıs 2024 (4)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)

    Özel kesim açık pozisyonu büyük olduğu halde neden borcu artırıyor

    Hasan Ersel, Dr.26 Mayıs 2008 - Okunma Sayısı: 1038

     

    Özel kesim açık pozisyonu büyük olmasına ve dünya mali piyasalarındaki koşullar bozulmasına rağmen borçlanmasını artırmış. Bunun sebebi mali sistemin küçüklüğü ve şirketlerin riskindeki değişimleri algılama biçimi olabilir.

    TCMB'nin açıkladığı 2008'in ilk 3 ayına ilişkin ödemeler dengesi rakamlarına göre cari açık 12 milyar dolar olmuş. Cari açığımız bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 30,3 artmış. Cari dengenin bileşenlerine baktığımızda, bunun kaynağının dış ticaret açığı olduğunu görüyoruz. Dış ticaret açığımız da bu dönmede 12 milyar dolar. Bu kadar büyük bir dış ticaret açığını verdiğimiz dönemde ihracatımızın performansımız da iyi. Geçen senenin aynı dönemine oranla yüzde 41 dolayında artmış. Ancak ithalatın artış oranı da yüksek: yüzde 39,5. Hizmetler ile gelirler kalemleri ise birbirlerini dengelemeye yakın durumdalar. Hizmetler dengemiz (en önemli kalemi turizm) 1.4 milyar dolar fazla vermiş. Gelirler dengesi (faiz gelirleri vs.) ise 1.9 milyar dolar açık. Aslında garip bir tablo. Dünyanın mali kriz şoku yaşadığı dönemde ihracatın yüzde 41 artması herhalde bir başarıdır. Ama aynı ortamda cari açığın yüzde 30,3 artması da korkutucu değil mi?

    Doğrusu ithalatın neden bu kadar hızlı artmaya devam ettiği de üzerinde durulması gereken bir konu. Ekonomide yavaşlama, piyasalarda durgunluk ve bekleyişlerin olumsuz sinyaller verdiği bir ortamda ithalat hızla artmaya devam ediyor. Sanki, ithal etmek bir tercih değil, zorunluluk gibi. Bunun bir bölümünü kestirmek kolay. Petrol üreticisi değiliz bu nedenle bu maddeyi ithal etmek zorundayız. Bu maddenin de fiyatı artıyor. Ancak petrol gibi "tamamlayıcı" ithalat kalemlerinin dışında kalan "rakip" ithalat kalemlerindeki artışı dikkatli bir biçimde incelememiz gerek. Türkiye'de üretilen mallar (özellikle ara malların) bir kısmı dışarıdan ithal ediliyor, "rakip ithalat". Bu açık bir ekonomide beklenen bir olay. Teknik uygunluk, kalite farkı ve fiyat gibi nedenlerle aynı malın bir başak ülkede üretileni tercih edilebilir. Ancak sayılan bu üç nedenin iktisadi sonuçlarının farklı olduğuna da dikkati çekmek isterim.

    İthalatın sebebi nedir

    Teknik uygunluk üretim teknolojisiyle ilgili bir kısıttır. Örneğin Türkiye'de üretilen ve ihraç edilen bir malın üretim teknolojisi ancak belli nitelikleri taşıyan bir ara malı kullanılmasını gerektiriyorsa ve bunları sağlayan nitelikte üretim Türkiye'de yapılmıyorsa, ithal edilmesinden başka çare yoktur. Dünya üretim zinciri içinde yer alma denilen olgunun bir boyutu da budur. Türkiye'de de bu yönde, son yıllarda, önemli atılımlar olduğu (otomotiv sanayii gibi) ise malum. Bunu dünya üretim zinciri içinde yer almanın maliyetlerinden birisi olarak kabul etmekten başka çare yok. Eğer ithalat kalite farkından kaynaklanıyorsa, sorun sanayimizin bir eksikliği olarak düşünülmelidir. O zaman bu tür maları üreten sanayi kuruluşlarında kalitenin artırılması için neler yapılabileceği üzerinde durmak gerekir. Bu da sanayi politikasının içinde düşünülmesi gereken bir konu.

    Yurtiçinde üretilen bir malın, fiyatı daha ucuz olduğu için ithal edilmesi ise üzerinde çok dikkatle durulması gereken konu. Bu durumda hazırdaki yanıt "döviz kuru" olmakta ve hemen arkasından da "TCMB şuna bir şeyler yapıverse" edebiyatı başlamaktadır. Döviz kuru, daha doğrusu YTL'nin değerlenmesinin yerli üreticinin yerli üreticinin fiyat rekabetinde zorlanmasına katkısı olduğu doğrudur. Ancak bu tek neden olmadığı gibi, TCMB'nin bir şeyler yapmasıyla çözülebilecek bir sorun değildir. Bu öneriyi savunanlar ya YTL'nin reel olarak değer kaybetmesiyle nominal değer kaybını karıştırmakta, ya da bir defalık bir kazanç peşinde koşmaktadırlar. Sorunun bu yönüne ciddi olarak bakıldığında Türkiye'de üretilen malların maliyetindeki yüksekliğin nedenleri, bileşenlerinin önemi ortaya konularak çıkarılabilir. Bunlara ne türlü çözümler getirilebileceği, bunların hangilerinin üreticilerin kendilerinin (gerektiğinde destek verilerek) çözebilecekleri, hangilerinin kamu tarafından çözülebileceği açıklığa kavuşturulabilir. Bunlar da, çağdaş anlamda, sanayi politikasının bir parçasıdır. Tabii bu tür bir çalışma sonunda belki bazı alanlarda üretimden vazgeçilmesi ya da bazı üreticilerin piyasadan çekilmesi gibi tatsız çözümlere ulaşılabileceğini de gözden uzak tutmamak gerekir.

    Özel kesimin dış borçlanması

    2007 sonu itibariyle mali olmayan özel kesimin dış borç toplamı 100.5 milyar dolar. Bu Türkiye'nin toplam dış borcunun yüzde 40,6'sı. Diğer kısmı kamu kesimi, mali özel kesim ve TCMB tarafından yapılmış. Aynı tarihte Türkiye'de özel kesime açılan toplam iç kredi hacmi yaklaşık 176 milyar dolar (2007 ortalama döviz kuruyla yapılan kaba hesap). Bu durumda, özel kesimin borçlanma gereksiniminin en az yüzde 36'sını yurtdışından temin ettiği ortaya çıkmaktadır.

    Özel kesimin yurtdışından borçlanmasında artış eğilimi olduğunu da gözlemek olanaklı. 2007  Haziran sonu itibariyle özel kesimin dış borçlanması 85.1 milyar dolardı. Aradan geçen 6 ay içinde özel kesim hem kısa ve hem de uzun vadeli borcunu artırmış ve dış borç stokunu yüzde 18 oranında büyütmüş görünüyor. Üstelik, özel kesimin ele alınan bu dönemin başında borçluluk durumu iyi değil. TCMB başkanının mayıs içinde bakanlar kuruluna yaptığı sunumda yer alan bilgilere göre, özel kesimin pozisyon açığı 2007 Haziran sonunda 51 milyar dolara ulaşmış. Yine aynı dokümanda verilen bilgilere göre özel kesimin yabancı para cinsinde borçlanma oranı, Latin Amerika ülkelerinin 2005 ortalamasının epeyce üstünde.

    O halde sorulması gereken soru şu: Özel kesim açık pozisyonu büyük olmasına ve dünya mali piyasalarındaki koşullar bozulmasına rağmen niçin borçlanmasını artırmış? Kestirme bir yanıt var. Bu da bazı kimselerce, sıkça, kamu kesimi için dile getirilen, "Ne yaptıklarını bilmiyorlar, efendim!" yanıtıdır.

    Faiz dışı fazla sorusu

    Bu yanıtın, söz konusu kişilere ya da kurumlara saygısızlık etmek dışında bir anlamı olmadığı ve sorunun çözümüne katkı yapmadığı açık. Daha verimli bir yol, "acaba özel kesimi dış borçlanma yapmaya zorlayan nedenler mi var?" sorusuna yanıt aramak.

    Burada akla Türkiye'nin mali sisteminin görece küçük, hatta epeyce küçük, olması geliyor. İkinci bir nokta, banka kesiminin şirketler kesiminin riskindeki değişmeleri nasıl algıladığı ve buna tepkisini nasıl oluşturduğu ile ilgili. Burada akla bankacılıktaki "ihtiyatlı olma" ilkesi geliyor. Bu ilkeye uyulması gerektiğine hiç kuşku yok. Uyulmadığında ülkenin başına neler gelebileceğini ABD'ye bakarak görmek olanaklı. Ama bir de "aşırı ihtiyatlı" olmak söz konusu. Örneğin, kredi riskinden çekinip kredi açmamak gibi. Bu yapılabilir mi? Bir dereceye kadar evet. Çünkü Türkiye ortamında herhangi bir banka güvendiği sınırlı sayıda ticari kredi müşterisi ile işlerini sürdürüp, kalan olanaklarını hâlâ bolca bulunan kamu borçlanma senetlerine ve tüketici kredilerine yöneltebilir. Bu durumda da iç kredi piyasasında aradığı olanağı bulamayan, ya da yeterince bulamayan, şirketler için dışarıdan borçlanmak, bir tercih değil, zorunluluk haline dönüşmüş olur. İşte üzerinde sistematik olarak düşünmek için bir konu daha: Türk mali sisteminin sanayi ve ticaret faaliyetlerine daha fazla destek verebilmesi için neler yapmak gerek? Akla bir soru daha geliyor: Bu durumda faiz dışı fazlayı artırmak mı azaltmak mı daha uygun bir yaklaşımdır?

     

    Bu yazı 26.05.2008 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

     

    Etiketler:
    Yazdır