Arşiv

  • Mayıs 2024 (11)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)

    'Akılcı Dikkatsizlik' kuramı penceresinden Türkiye'nin durumu

    Hasan Ersel, Dr.07 Temmuz 2008 - Okunma Sayısı: 1244

     

    Akılcı dikkatsizlik kuramı açısından bakıldığında, hükümetin şirketlerin amaçlarını yeniden gözden geçirmelerini özendiren 'saygın' sinyaller vermesi durumunda enflasyonla mücadelede başarı şansı artar, toplumsal maliyet de düşer.

    Akılcılık bir erdem olarak hep vurgulanır. Bu erdemden yoksun olanların ise "yanlış" karar alacakları varsayılır. Hatta, daha da öteye geçilerek, onların karar almalarının engellenmesi de söz konusu olabilir. Bunun savunulabilir ve bence şirin örneği, annenin küçük bir çocuğun yaşamını etkileyen hemen her konuda onun yerine geçip onun adına karar almasıdır. Gözleyebildiğim kadarıyla çocuk da her eline geçen fırsatı değerlendirip, kendi adına karar alınmasına karşı çıkmaya çalışır. Tabii bu arada neyin yapılıp neyin yapılamayacağını da öğrenir. Sonunda anne bitkin düşer. Artık kaç yaşında olur bilemem ama çocuğun tercihlerini engelleyemeyeceğini kabullenir. Ama çocuk 50 yaşına gelse bile "Kazağını giymeyi unutma oğlum. Mavi olanını..." demekten de kendini alamaz. Peki akılcılık nedir? Bu felsefi konuyu tartışacak bilgim yok. Konuyu iktisat alanında ele alacağım. İktisatta akılcı davranış "tutarlı olmak" biçiminde ortaya konulur. Tutarlılık, aynı öncüllerden aynı sonuçların çıkarılmasını gerektirir. Bu durumda da karar alıcının akılcı olduğu varsayıldığında onun içinde bulunduğu koşullara ilişkin bilgisiyle eylemleri arasında ilişki kurulabilir. Bu da iktisadi karar birimlerinin davranışlarının modellenmesine ve dolayısıyla öngörülebilmesine olanak sağlar. Özetle akılcılık varsayımı iktisatçıların işini çok kolaylaştırır.   Akılcı bekleyişler İktisadi olayların en önemli özelliklerinden birisi de zaman boyutunu içermesidir. Yani, bugün alınan bir kararın sonuçları yarın ya da daha sonra ortaya çıkar. Yarın ne olacağını bilmek ise olanaksızdır. Olsa olsa neler olabileceğini tahmin edebiliriz. Peki bu durumda akılcı bir karar alıcı nasıl hareket eder? Teknik deyimiyle insanlar "bekleyişlerini nasıl oluştururlar?" Bu soru iktisatçıların çok eskiden beri ilgisini çekmiş, çeşitli görüşler ortaya atmışlar. Bunlardan birisi de "akılcı bekleyişler" yaklaşımı 47 yıl önce ABD'li iktisatçı John F. Muth (1930-2005) tarafından ortaya atılan bu görüşün ilginç yönü, akılcılıkla yakın bir ilişki kurması. Muth'un görüşleri, -tabii kendisine önemli ölçüde haksızlık edilerek- şöyle özetlenebilir: "Bekleyişler mevcut tüm bilgiyi kullanarak yapılan optimal öngörülerdir." Akılcı bekleyişler yaklaşımı çok yoğun ilgi gördü ve iktisatta hâkimiyetini kurdu. Bu alanda yapılan çalışmaların, teknik açıdan, iktisatta bir devrim yarattığı da söylenebilir. Bu, uygulamaya da yansıdı. Örneğin finansta çok başvurulan "etkin piyasa modeli" aslında akılcı bekleyişler yaklaşımının menkul kıymetler piyasasına uygulanmasından ibarettir. Akılcı bekleyişler yaklaşımı, insanların (ya da kurumların) öngörü hatası yapmayacaklarını söylemiyor. Ama "ısrarla aynı yönde hata yapmayacaklarını" ileri sürüyor. İnsanlar akılcı bekleyişlerini optimal öngörüleriyle özdeşleştirseler bile, yine her zaman doğru sonuca ulaşamayabilirler. Ancak, bu bekleyişlerinin öngörü hataları, ortalamada sıfır olacaktır. Ayrıca ne kadar ve ne yönde hata yapılacağını da önceden kestirmek olanaksızdır. İşte mali piyasalarda çok söz edilen, "eğer piyasa etkinse, onu yenmek olanaksızdır" sözü buradan gelir. Zira etkin piyasa söz konusu olduğunda fiyatların hareketi bir rastlantısal yürüyüş (random walk) görünümü verecektir. Yani gelecekteki fiyat, bugünkü fiyattan sistematik olarak farklılaşmayacak, aradaki fark rastlantı ile açıklanabilecektir. Bu durumda da gelecekteki fiyatın ne olacağını tahmin etmenin en iyi yolu bugünkü fiyatı kullanmaktır. Herkes bunu yaptığında da hiç kimse piyasadan daha avantajlı durumda olamaz. O halde birileri sürekli olarak piyasadan daha iyi sonuç alıyorsa, piyasa etkin değildir. O zaman da bu piyasanın işleyişini gözden geçirmek gerekir.   Karar alıcıların kapasitesi Akılcı bekleyişler yaklaşımından hareket edildiğinde, oyuncuların ortak bir bilgi kümesini (tüm gerekli bilgi) kullanarak sürekli mükemmel öngörü yapmaları ve buna uygun olarak da eylemlerini hatasız gerçekleştirmeleri gerekiyor. Oysa yapılan çalışmalar bunun olmadığını gösteriyor. Örneğin iktisat politikası kararlarına iktisadi karar birimleri (şirketler, hanehalkları) uyuşuk bir biçimde, gecikmeli tepki gösteriyorlar. Üstelik bu tepkileri rastgele de olabiliyor. Bunu açıklamak için ortaya atılan, görece yeni, bir görüş üzerinde durmak istiyorum. Akılcı bekleyişler kuramının önemli bir varsayımı var. O da karar alıcıların kendileri için gerekli tüm bilgiyi rahatlıkla toplayabilip değerlendirebilecekleri! Oysa karar alıcının toplayabileceği bilgi miktarı sonsuz değil. En azından sonsuz zamanı yok. Karar alıcının toplanan bilgileri değerlendirme kapasitesi de sınırlı. Karikatürlerde resmedilen masası tavana kadar dosya ile dolmuş memurun durumunu hatırlayın! O dosyalarda gerekli bilgi var. Ama insanın okuma hızı da sınırlı, algılama kapasitesi de. Bunlar göz önüne alındığında kişinin "akılcı bekleyişler" kuramının gereklerine uygun hareket etmesi olasılığı çok düşük. İşte bu noktadan hareket eden Princeton Üniversitesi öğretim üyesi Christopher Sims karar alma sürecine bilgi toplama/işleme kapasitesi kısıtını ekliyor. Ulaştığı sonuçlar gözlenen uyuşuk tepkilerin bu durumda ortaya çıkabileceğini gösteriyor. Bu yeni görüşün adı daakılcı dikkatsizlik (rational inattention) kuramı. Kısaca özetlemeye çalışayım: Karar alıcılar etraflarındaki ortamı gözlemeye çalışırlar. Ancak ortamı tam olarak bilemezler. Bazı sinyallere dayanarak sonuçlar elde etmeye çalışırlar. Örneğin, hava durumunu ele alalım. Bu konuda her şeyi gözleyip öğrenemeyiz. Buna ne zamanımız yeter ne de bilgimiz. Bunun yerine hava raporunu dinler, bazı fikirler elde ederiz. Bunu yapmamızın nedeni hava raporunda verilen bilgiler ile gerçek hava durumu arasında bir bağıntı olduğunu düşünmemizdir. Örneğin, hava durumunu öğrenmek için, döviz kuruna ilişkin haberleri okumayız. Çünkü aralarında bir bağıntı olmadığını düşünürüz. Eğer hava durumunu öğrenmek için dikkat kesildiğimiz sırada radyo döviz kuru bilgilerini veriyorsa, belki duymayız bile: "Dikkatimizden kaçar". İşte Sims, bu çok basit gibi görünen gözlemden, önemli kuramsal sonuçlar çıkarmış. Karar alıcı gerçek durumu öğrenebilmek için kendisini bilgilendirebilecek bir sinyalden yararlanıyor. Ama her sinyal gerçek durumu aynı başarıyla yansıtmayabilir. Aralarındaki bağıntı zayıf ya da güçlü olabilir. Dolayısıyla karar alıcı açısından bir başka sorun da hangi sinyali seçeceğidir. Yeni kuram bu noktada karar alıcının amacının önem taşıdığının altını çiziyor. Sabah yürüyüşünü yapıp yapmamak için havanın nasıl olacağını merak eden emekli ile "fırtına patlayacak mı?" tedirginliği yaşayan açık denizdeki balıkçının seçeceği hava durumunu veren kaynaklar aynı olmayacaktır. O halde, bilgi toplama ve işleme kapasitesi sınırlı olan karar alıcılar, hangi bilgileri, nereden edineceklerini amaçlarına göre belirleyecek, diğer bilgileri "ihmal edeceklerdir".   Saygın sinyaller gerek İktisada dönelim. Bu açıdan bakıldığında şirketler kendi kârlarını etkileyen (enerji fiyatı) ya da oynaklık gösteren (döviz kuru) gibi değişkenler hakkında daha kesin bilgi edinmeye çalışacaklardır. Böyle olunca da makro-ekonomik düzeyde alınan kararlara tepkileri çok daha yavaş olacaktır. Bu durumda da örneğin merkez bankasının aldığı bir faiz değişikliği kararının fiyatlar üzerindeki etkisi çok yavaş ortaya çıkacaktır. Bunu ters çevirmek olanaklı mıdır? Yeni kuramın önemli dayanak noktalarından birisi, karar alıcıların hangi sinyale önem vereceklerini amaçlarına göre belirlemeleri olduğunu söylemiştim. Ortamın belirsizleşmesi, karar alıcıların amaçlarını berrak bir biçimde ortaya koyabilmelerini engeller. Siyasal belirsizliklerin azaltılması bunu gidermek açısından yaşamsal önem taşımaktadır. Çünkü karar alıcı, amacını berrak bir biçimde ortaya koyamazsa, algıladığı sinyallere daha az güvenecektir. Bu durumda risk almaktan kaçınacak; örneğin yatırımını, yapabileceği miktarın altına çekecektir. Dikkat edilmesi gereken ikinci bir nokta daha var. Merkez Bankası'nın faiz artırma kararını düşünelim. Bu kararı şirketler kârlılıkları ile ilgili görmeyip ihmal edebilirler. Ya da ülkemizde sıkça rastladığımız üzere, o anki durumlarını düşünüp, hiçbir değişiklik olmayacağı varsayımı altında, maliyetlerini artıran ve kârlarını azaltan bir eylem olarak görebilirler. Her iki durumda da merkez bankasının girişiminin başarısını düşüren hatta yok eden bir sonuç ortaya çıkabilir. Oysa, hükümetin (ve parlamentonun) bu karar ile şirketlerin orta dönem kârlılıkları arasındaki bağıntıyı vurgulayan, dolayısıyla şirketlerin amaçlarını yeniden gözden geçirmelerini özendiren "saygın" sinyaller (yapısal reform programı gibi) vermesi durumunda enflasyonla mücadelede başarı şansı artar, toplumsal maliyet de düşer. "Akılcı Dikkatsizlik Kuramı" açısından bakınca, Türkiye böyle görünüyor...

     

    Bu yazı 07.07.2008 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

    Etiketler:
    Yazdır