logo tobb logo tobbetu

TEPAV Köşe Yazıları

Esen Çağlar - [Yazarın tüm yazıları]

Türkiye’nin temel sorunu orta vadeli bir büyüme hikayesinin olmamasıdır 01/02/2010 - Okunma sayısı: 12281

 

Milattan sonra ikinci bin yılın ilk on senesini geride bırakıyoruz. Son on yılın ekonomik performans açısından muhasebesini yapmak için artık elimizde daha fazla veri var. Bundan yıllar sonra geriye dönüp bakıldığında sizce 2000'ler nasıl hatırlanacak? Türkiye bu son on senede ekonomik performans açısından bir başarı hikayesi yazabildi mi? Bu yazı bu sorulara ilişkin kısa bir değerlendirmeyi içeriyor. 1980'ler, 1990'lar ve 2000'lerin bilançosuna kısaca bir bakıp beş temel tespit yaptıktan sonra, 2010'ların nasıl geçebileceğine dair bazı temennilerimizi dile getirmeye çalışalım.

Yakın dönem Türkiye ekonomik hikayesinin ana hatları bellidir. 1980'lerde hızla ekonomik serbestleşme ve dünyayla bütünleşme sürecini başlatan Türkiye, 1990'ları siyasi ve ekonomik istikrarsızlığın da etkisiyle çok da parlak bir 10 yıl olarak hatırlamaz. Bu istikrarsızlığın sona erişi ise 2001 krizi ile bilinir. Ardından başarıyla uygulanan bir istikrar programı ve bunun sayesinde sağlanan makroekonomik istikrar, Avrupa Birliği'ne üyelik perspektifinin güçlenmesi, milyarlarca dolarlık çekilen yabancı yatırımlar, tempolu büyüme rakamları 2000'li yılların ilk on senesinin ilk yarısına dair akılda kalanlar. Daha sonraki hikaye ise daha tartışmaya açık; 2000'lerin ikinci beş senesinin nasıl bir dönem olduğuna dair henüz bir görüş birliği oluştuğundan bahsetmek güç.

Bu üç dönemi kıyaslarken aslında çok sayıda göstergeye bakılabilir ve ileriki dönemlerde bu tür çalışmalara sıkça karşılaşacağız.  Gelin isterseniz temel kıstas olarak Türkiye'nin gelişmiş ülkelerle arasındaki farkı kapaması için en önemli gösterge olan reel milli gelir artış hızına, başka bir ifadeyle ekonomik büyüme hızına bakarak bir karşılaştırma yapalım.  Malum 2009'un ekonomik büyümesine dair artık net fikrimiz var, 2010'a dair büyüme tahminleri üzerinde ise +/- 1 puanlık farkla bir görüş birliği oluşmaya başladı. Bu sayede de 2000'lerin ilk on senesini ekonomik büyüme performansı açısından değerlendirmek ve öncekilerle karşılaştırmak mümkün hale geliyor.

Aşağıdaki şekil üç farklı on yıllık dönemde, ortalama yıllık büyüme hızlarını gösteriyor.  Büyüme performansı açısından bakıldığında, şekilde ilk göze çarpan, 2000'lerin 1980'lerin gerisinde kaldığı, 1990'lardan ise belirgin bir farklılığı olmadığı.  Bu yazıdaki birinci tespitimiz belki biraz ağır olacak ama 1990'lu yıllar eğer büyüme açısından "kayıp yıllar" olarak nitelendiriliyorsa, 2000'lerin de bu on yıldan pek farklı olmadığını söylemek sanırım yanlış olmaz. Bu noktada, her ne kadar Türkiye'nin milli geliri düzey olarak arttıkça büyüme hızında azalma doğal olarak karşılanabilir olsa da, yüzde 4'ler düzeyinde bir ekonomik büyüme performansının Türkiye açısından tatmin edici olduğunu söylemek imkansız. Bunun nedeni ise açık: istihdam yaratma sorunu. TEPAV tarafından yapılan hesaplar, Türkiye'de mevcut işsizlik oranının muhafaza edilmesi için en az yüzde 4,3 civarında bir büyümeye ihtiyaç olduğunu gösteriyor. Her sene işgücüne katılan 700 bin gencimiz ve henüz işgücü piyasasının dışında olan milyonlarca kadınımız hesaba katıldığında, en az yüzde 6-7 düzeyinde bir büyüme performansının Türkiye için bir gereklilik olduğu ortaya çıkıyor. Kısacası, 2000'li yıllar, düzelen birçok göstergeye rağmen, sosyal açıdan tatmin edici bir on yıl olmaktan uzak oldu gibi duruyor.  2000'li yılların sonunda karşı karşıya kaldığımız yüzde 16,4'lük tarım dışı ve yüzde 24'lük gençler arası işsizlik oranları bu durumun en somut göstergesi olarak karşımızda duruyor.

Şekil 1: Türkiye'de Üç Farklı Dönem için Yıllık Ortalama Reel Gayri Safi Milli Hasıla Artış Oranı: 1981-1990, 1991-2000, 2001-2010

1.520px

Kaynay: TUIK, Turkish Data Monitor, TEPAV hesapları

Bu üç on yılın büyüme grafikleri ise ayrı ayrı şekil 2, 3 ve 4'de görmek mümkün. Bu üç grafik birlikte değerlendirildiğinde, ilk göze çarpan saptamayı vurgulayalım. Üç on yılın ekonomik büyüme eğrisinde 1980 ve 1990'larda iniş çıkışlara sıkça rastlanırken, 2000'ler hızlı bir inişle başlamış, daha sonra hızlı bir artış görülmüş, ancak daha sonra istikrarlı bir aşağıya doğru iniş, 2008-2009 küresel kriziyle birlikte derin bir dibe vuruşla sonuçlanmış.  Burada sanırız dikkat edilmesi gereken nokta, 2000'lerin büyümesinin daha önceki yıllardan daha az inişli çıkışlı olduğu ancak buna rağmen 2004'den 2009'a kadar "istikrarlı bir düşüş" görülmüş olmasıdır.  Bu tespit sanırız, 2009'da yaşanan ekonomik durgunluğun sadece küresel krizden kaynaklanmadığı, biraz da "içsel" faktörlerin etkisi olabileceği savını destekler nitelikte.

Şekil 2: Yıllık Reel Gayri Safi Milli Hasıla Artış Oranları: Türkiye, 1981-1990

2.520px

Şekil 3: Yıllık Reel Gayri Safi Milli Hasıla Artış Oranları: Türkiye, 1991-2000

3.520px

Şekil 4: Yıllık Reel Gayri Safi Milli Hasıla Artış Oranları: Türkiye, 2001-2010

4.520px

Üçüncü tespiti ise Türkiye'nin son otuz yıldaki büyüme macerasını bir başka ülkeyle karşılaştırmalı olarak yapalım. Daha önce çok sayıda TEPAV raporunda kıyaslama yaptığımız, 1960'lardan günümüze gelişmiş ülkelerle arasındaki farkı hızla azaltmış olan Güney Kore ile değil, ekonomik disiplin ve belki de kültür açısından bizim toplumumuza Kore'ye kıyasla daha yakın olan Brezilya'ya bakalım.  Aşağıda Şekil 5, Şekil 1'in Brezilya için yapılmış hali; Brezilya'nın ekonomik büyüme verilerini son üç on yıl için ayrı ayrı gösteriyor.  Gözümüze ilk çarpan, yukarıya doğru çarpıcı bir artış eğilimi olması. Her on yıl, bir önceki on yıldan gözle görülür biçimde daha iyi geçmiş Brezilya'da.  Bu Brezilya'yı Türkiye'den ayıran ilk faktör. İkinci faktör ise, her ne kadar Brezilya makus talihini kırmış ve büyüme ortalamasını 2000'lerde göreli olarak yükseltmiş de olsa, son 10 yılda yüzde 3,56'lık bir performansla Türkiye'nin altında bir değere sahip.

Şekil 5: Brezilya'da Üç Farklı Dönem için Yıllık Ortalama Reel Gayri Safi Milli Hasıla Artış Oranı: 1981-1990, 1991-2000, 2001-2010

5.520px

Kaynak: Economist Intelligence Unit

Üçüncü tespiti ise bir dördüncü tespit ile derinleştirelim ve Brezilya'da her on senenin büyüme oranlarına yıllık olarak bakalım. Şekil 6-7-8, Şekil 2-3-4'ün Brezilya için tekrarlanmış hali. 1980'ler Brezilya'da inişli çıkışlı geçmiş, 3 yıl ilerlemenin ardından 4 yıl gerileme yaşanmış bu dönemde. Brezilya'nın 1990'ları ise Türkiye'nin 2000'li yıllarına benziyor eğilim olarak: önce bir zıplama sonra istikrarlı bir düşüş eğilimi görülmüş.  Çarpıcı tespit ise 2000'lere ilişkin. 2003-2008 döneminde istikrarlı bir artış görülmüş, küresel kriz ise ekonomik büyümeyi 0'a doğru çekmiş. Kriz öncesi dönemde emtia ve petrol fiyatlarındaki artıştan oldukça olumlu biçimde faydalanan Brezilya, krize rağmen ekonomik daralma yaşamamayı da başarabildi. 2010'daki toparlanma ise oldukça kuvvetli olacağa benziyor.  Bu noktada, Brezilya'nın bu uzun vadeli ve sürdürülebilir büyüme hikayesinin arka planını da unutmamak gerekiyor. Gelir dağılımındaki adaletsizlikle mücadeledeki başarısı, orta sınıfın ekonomi içindeki payını arttırmaya yönelik bir politika çerçevesi olmasının yanında, makroekonomik istikrarı koruyabilmesi ve ekonomisinin rekabet gücünü arttırabilmesi dikkat çekici unsurlar.  Makroekonomik istikrarın arka planında ise, Brezilya'nın bir çok ülkeye örnek gösterilebilecek nitelikte bir mali sorumluluk kuralı uygulamasını başarıyla hayata geçirmiş olması var. Ayrıca, tarım ve maden sektörlerinde dünya pazarında söz sahibi olmakla birlikte, denizaltı ve uçak üretimi gibi oldukça ileri teknoloji gerektiren sanayi kollarında da önemli bir rekabet gücüne sahip olması, Brezilya'yı Türkiye'den ayrıştıran unsurların başında geliyor.

Şekil 6: Yıllık Reel Gayri Safi Milli Hasıla Artış Oranları: Brezilya, 1981-1990

6.520px

Şekil 7: Yıllık Reel Gayri Safi Milli Hasıla Artış Oranları: Brezilya, 1991-2000

7.520px

Şekil 8: Yıllık Reel Gayri Safi Milli Hasıla Artış Oranları: Brezilya, 2001-2010

8.520px

 

Bu beş tespitten yola çıkarak, 2010'lu yılların, 2000'li yıllardan daha iyi geçmesi için Türkiye'nin ne yapması gerektiğine dair bir sonuç kendiliğinden belirmektedir. Türkiye'nin tıpkı Brezilya'nın sahip olduğu gibi bir stratejiye ve hikayeye acil olarak ihtiyacı bulunmaktadır. Bu hikayenin temel konusu büyüme hızımızı  yüzde 4'ler düzeyinden yüzde 6-7'ler düzeyine nasıl istikrarlı biçimde taşıyabileceğimiz olmalıdır. Özellikle kısa ve orta vadede, 2000'li yılların başındakine benzer bir likidite bolluğunun olmayacağı ve büyümek için Türkiye'nin dış tasarruflara ihtiyacı olması nedeniyle, Türkiye'nin kendisini fon çekmek için rekabet ettiği tüm diğer ülkelerden farklılaştıracak bir hikayeye sahip olması gerekmektedir.

Peki bu hikaye ne olmalıdır? Bu ayrı bir yazı konusu ama içinde mutlaka bulunmasında fayda olduğunu düşündüğümüz unsurlara yer vererek bu yazıyı bitirelim. Birincisi, düşük yurtiçi tasarruflara rağmen istikrarlı bir büyüme oranı tutturmamıza yardım edecek yeni ve sağlıklı bir mali disiplin çerçevesidir. Her yeni siyasi seçim döngüsüne girildiğinde, bozulma riski taşıyan bir mali yapının, istikrarlı bir büyüme sürecinin destekleyicisi olması maalesef bu dünyada mümkün değil. Bu açıdan bakıldığında mali kuralın, etkin yaptırım ve sorumluluk mekanizmalarıyla birlikte, inandırıcı biçimde hayata geçirilmesi, önümüzdeki dönem hikayesinin olmasa olmazı.

İkinci olarak ise, ekonominin genelinde verimlilik artışlarının temposunu yükseltecek bir reform programının inandırıcı biçimde kamuya yol gösterici hale gelmesi gerekmektedir. TEPAV'ın uzun bir süredir dikkat çektiği "ikinci nesil reformlar"ın, kamu yönetimi, yargı, vergi sistemi, finansmana erişim, sermaye piyasaları,sağlık, eğitim ve beceri dönüşümü gibi, farklı kurumların sorumluluğu altındaki çok sayıda politika alanda hayata geçirilmesi ve ekonominin kurumsal altyapısının daha fazla yatırıma, daha fazla sayıda ve yüksek nitelikli istihdam yaratılmasına elverişli hale getirilmesi önem kazanmaktadır.

Üçüncü olarak ise ekonomide, verimsiz alanlardan verimli alanlara geçişi destekleyecek bir sanayi stratejisi vizyonu benimsenmeli ve uygulanmalıdır. Ucuz işgücüne dayanmayan, daha yenilikçi ve kaliteli bir üretim ve hizmetler yapısına doğru dönüşümü destekleyecek bir ekonomi politikaları çerçevesi, ikinci nesil reform sürecinin de içeriğinin ve yönünün belirlenmesine katkı sağlayacaktır. Bu noktada, ekonomik büyüme ve kurumlar arasındaki ilişki irdeleyen çalışmalarıyla ünlü MIT profesorü Daron Acemoğlu'nun 25 Ocak 2010 tarihli Radikal Gazetesinde çıkan sözlerini dikkate almakta fayda var:

"Türkiye'nin gelecek 30 yıl süre içinde yıllık bazda ortalama yüzde 5 ile 6 arasında büyüyememesi için bir neden görmüyorum. Türkiye böyle bir büyüme hızını yakalayabilirse - aynı Güney Kore'nin yaptığı gibi - 30 sene içinde gelişmekte olan ülkeler kategorisinden gelişmiş ülkeler düzeyine gelebilir.

ABD ve Avrupa hiçbir zaman ortalama olarak yüzde 2-3 düzeyinin üzerine çıkamaz. Çünkü ekonomilerinde verimsiz sektör yok. Türkiye'de ise verimsiz sektörler olduğu için bu verimsiz sektörlerden verimli sektörlere geçerek daha hızlı büyümeye geçiş mümkün gözüküyor."

Umarız 2010'ların sonuna gelindiğinde, bu sefer başarıya ulaşmış bir büyüme hikayesinin değerlendirmesini yapıyor oluruz. Bunun için 2010 ve 2011'de Türkiye'nin esas önceliklerine odaklanması büyük önem taşıyor.

 

 

Paylaş Bookmark and Share

« Diğer köşe yazıları