logo tobb logo tobbetu

Köşe Yazıları

Fatih Özatay, Dr. - [Yazarın tüm yazıları]

Son çeyrekten umut var mı? 10/10/2012 - Okunma sayısı: 1683

 

Son bir ay içinde üç kez büyümeye ilişkin yazı yazdım. Altın dışı ihracat ile altın ve enerji dışı ithalat yıllık artış hızları, reel kesim güven endeksi, Merkez Bankası'nın bileşik öncü gösterge endeksi, kapasite kullanım oranı ve son haftalardaki kredi artış hızı gibi veriler, üçüncü çeyrek büyümesi açısından olumlu sinyaller vermiyorlardı. Mesela, iki hafta önceki yazımın başlığı 'Büyüme açısından olumsuz gelişmeler' şeklindeydi. O yazıdan bir alıntı: "Yılın ilk yarısında yüzde 3.1 oranında büyüdük. Üçüncü çeyrekte ise büyüme oranının bu düzeyin altında gerçekleşmesi ihtimali az değil. Son yazılarımda neden bu ihtimalin az olmadığını ortaya koymaya çalıştım. Bu ihtimali biraz daha kuvvetlendiren yeni göstergeler de var."

Dün önemli bir veri daha açıklandı. Ağustos ayında sanayi sektörü üretiminin bir yıl öncesinin aynı ayına kıyasla yüzde 1.5 oranında azaldığını öğrendik. Eksi 1.5 rakamına çok 'takılmamak' gerekiyor. Bir yıl öncesinin aynı ayı ile karşılaştırma yapsak da, şu ya da bu yönde aylık oynamalar olabilir sanayi üretiminde. Önemli olan şu: Aylık bazı oynamalar dışında 2011'in ilk ayında başlayan bir düşme eğilimi var sanayi üretim artışında. Bu eğilim son aylarda iyice belirginleşmişti; ağustos ayı da bu açıdan bir farklılık göstermedi. Sonuçta, iki hafta önceki yazımdan yaptığım alıntıdaki ihtimal arttı: Üçüncü çeyrekte, sadece sanayi sektöründeki değil, tüm ekonomimizdeki büyümenin ikinci çeyrekteki yüzde 2.9 düzeyinden daha düşük olma olasılığı yükseldi.

Üçüncü çeyrek artık bir geçmiş; ekim ayının ortasına doğru ilerliyoruz. Bundan sonra ne olabileceği daha önemli. Yurtiçinde büyüme oranını tamamen zıt yönde etkileme potansiyeli olan iki politika uygulamada. Maliye politikası sıkılaştırıldı; bazı vergi oranları artırıldı ve elektrik, doğalgaz ve akaryakıt gibi üç önemli üretim girdisinin fiyatları yükseltildi. İç talebi kısıcı yönde çalışacak bir politika olduğu açık. Buna karşılık, Merkez Bankası iki ayı aşkın bir süredir gecelik faizleri aşağıya doğru çekiyor. Bankaların ortalama fonlama maliyeti şu anda yüzde 5.8 düzeyinde. Haziran ayı sonunda bu maliyet yüzde 9 dolaylarındaydı. Ek olarak faiz koridorunun üst sınırını da aşağıya çekti. Böylelikle bankaların ortalama fonlama maliyetlerinin çıkabileceği en üst düzey düşürülmüş oldu. Bu politika, kredi faizlerini düşürebildiği ölçüde, kredi artışına, dolayısıyla da iç talepte artışa yol açma potansiyeline sahip.

Ancak bu potansiyelin hayata geçmesi için yurtdışına ilişkin belirsizliklerin azalması gerekiyor. Mevcut belirsizlikler sürdükçe, yatırım harcamalarında kredi faizi birkaç puan düştü diye belirgin bir artış beklememek gerekiyor. Tüketim harcamalarında ise sınırlı bir kıpırdanma olabilir. Sözünü ettiğim belirsizlikleri daha önceki yazılarımda ayrıntılı biçimde tartışmıştım. Ön plana çıkan üç tanesini kısaca belirtmekle yetineyim: İspanya ve sonra da İtalya gibi ülkeler, Avrupa'nın kurtarma mekanizmalarına (EFSF ve ESM) başvurup onların koşullarını kabul etmedikleri sürece Avrupa Merkez Bankası'nın piyasaları rahatlatan tahvil alımı kararı yürürlüğe girmeyecek. Son haberler Avrupalıların 'İspanya'nın ihtiyacı yok' havasını (kandırmacasını) pompalamaya başladıklarını gösteriyor. İkincisi, Avrupa'da ortak bir bankacılık otoritesi ile tasarruf sigortası mekanizmasının kurulup kurulamayacağı hala belirsiz. Üçüncü risk ise, kongre ile yönetim anlaşmadıkça, ABD'de yeni yılla birlikte bütçe kısıcı önlemlerin otomatik olarak devreye girmesi olasılığı. ABD ekonomisindeki toparlanmayı tersine döndürme, beraberinde ise dünyanın büyümesini düşürme riski var bunun.

Söz konusu üç belirsizlik, yurtdışından Türkiye'ye dış kaynak (dış borç) girişi açısından daha önemli. Şu anda yeni bir olgu ile karşı karşıyayız: Potansiyelimizin altında büyüyor olmamıza karşın, cari işlemler açığımız hala yüksek (milli gelirin yüzde 7.5'i gibi) bir düzeyde. Dolayısıyla da 'düşük büyüme - yüksek cari açık - yüksek dış kaynak ihtiyacı' gibi bir sorun belirdi. Enerji fiyatları bu düzeylerde kaldıkça, büyüme hızımızın yükselebilmesi için dış kaynak girişinin artması, en azından azalmaması gerekiyor. Bu ise bizim elimizde değil, uluslararası risk alma iştahına bağlı. Risk alma iştahını belirleyecek olan açık ki sözünü ettiğim belirsizliklerin nasıl çevrileceği.

Bu analiz çerçevesinde dördüncü çeyrekteki büyüme oranımız açısından büyük beklentiler içinde olmamakta yarar var.


Bu köşe yazısı 10.10.2012 tarihinde Dünya Gazetesi'nde yayımlandı.

 

Paylaş Bookmark and Share

« Diğer köşe yazıları