logo tobb logo tobbetu

Köşe Yazıları

Güven Sak, Dr. - [Yazarın tüm yazıları]

Türkiye’nin reform yorgunluğu 27/10/2012 - Okunma sayısı: 1717

 

Geçtiğimiz hafta “Prague Enlargement Dialogue” kapsamında düzenlenen toplantıya katıldım. Katılım sürecinin uzamasının Türkiye’de reform yorgunluğuna neden olup olmadığını sordular. Türkiye’nin üyelik görüşmeleri yedi yıl önce başladı. Görüşmelerin beşinci yılında Türkiye yorgun düşmüştü. Ama toplantıda sürecin uzamasının Türkiye’yi yormadığını söyledim. Zira, denemeyi yıllar önce bıraktıysanız yorulmazsınız. Türkiye, 2007 yılında AB oyununu oynamayı bırakmıştır.

Bunun sebebi Sarkozy-Merkel etkisi olabilir. Her gün yeterince iyi olmadığınızın yüzünüze söylenmesinin elbette etkileri olacaktır. Bugünlerde siyasetçilerimiz “kedi uzanamadığı ciğere mundar dermiş” mantığıyla hareket etmektedir. Zamanında AB’ye üye olmayı ne kadar çok istemiş olursak olalım; şimdi üye olamayacağımız anlaşıldığından siyasetçilerimiz bunun zaten kötü bir fikir olduğunu söyleyip durmaktadır.  Başarısız siyasetçiler kötü çözümler öne sürerler. Türkler, hükümetler amaçlarına ulaşamayınca o amaçların değerinden bir şey yitirmediğini öğrenmelidir.

Hikayenin başlangıcını hatırlayın. Önce neşeli tonda başladık: “Reformları Avrupa Birliği üyeliği için değil, kendi iyiliğimiz için yapmalıyız. Kopenhag kriterlerini halkımız için Ankara kriterleri yapacağız.” Daha sonra, inancımız tükenmeye başladığında ise işler tersine döndü: “2020 yılında asıl AB Türkiye’ye katılmak isteyecek. Bizim ekonomimiz büyüyor, Avrupa ise dökülüyor.”

Türkiye’nin AB üyeliği konusundaki inancını tamamen kaybediyor olması tehlikeli bir hal almıştır. Marc Pierini’nin Carnegie Europe’daki yazısında da belirttiği gibi, “Türkiye tarihi Avrupa merkezli olmayan bir bakış açısından okumaya ve modern tarihin sunduğu diğer olanakları algılamaya başlamıştır.” Bu bana eksen kayması tartışmalarını hatırlattı. Bence bu hiçbir mantığı olmayan ve uygulamaya konmak için gereğinden büyük bir vizyon içeren bir mesele. Yine de, hükümetimiz resmi “kedi uzanamadığı ciğere mundar dermiş” manzumesinin son aşaması buymuş gibi görünüyor.

Peki, Türkiye neden denemeyi bırakmıştır? Dünya Ekonomik Forumu’nun 2012 Küresel Rekabet Gücü Raporu’na bir bakın. 145 ülke arasında Türkiye’nin sıralaması reform yorgunluğunun iyi bir göstergesidir. 2006’dan bu yana Türkiye adalet sıralamasında 27 sıra gerileyerek 83’üncü sıraya gerilemiş; yani 27 ülke o zamandan bugüne Türkiye’nin önüne geçmiştir.  Türkiye eğitimde 18 sıra gerileyerek 74’üncülüğe, vergi sisteminde ise 22 sıra gerileyerek 117’nciliğe düşmüştür. İşgücü piyasası açısından Türkiye 10 basamak gerileyerek 124’üncü sırayı almıştır. Rakamlar reform yapan bir ülkeye ait gibi durmuyor, değil mi? Söz konusu reform alanları 2007 yılından beri göz ardı edilmektedir. Daha fazlası için ilerleme raporuna bakabilirsiniz.

Katılım süreci, kamu yönetimi reformunun tamamlanmasını gerektirmektedir. Ancak bu yapılamamıştır. Türkiye’nin hem kendi ülkesinde hem de sınır ötesinde tarihiyle uzlaşması gerekmektedir; ancak bu alanlardaki sorunlar artmaktadır. Katılım süreci, AB’yi dönüştürücü bir araç olarak kullanıp orta gelir tuzağından çıkmakla ilgilidir. AB daha önce pek çok başka ülkenin dönüşümüne yardımcı olmuştur. Zamanında Türkiye için de böyle bir rol üstlenmiştir. Tek gereken bu dönüştürücü sürece tekrar hız kazandırmaktır. Türkiye’nin kişi başına milli geliri, AB’nin ortalama kişi başına milli gelirinin %50’sine ulaşmıştır. Polonya AB üyeliğine kabul edildiğinde kişi başı milli geliri AB’ninkinin %45’i düzeyindeydi.

Türkiye’nin AB üyeliği şu anda her zamankinden daha mümkündür. Tek sorun, Türkiye’nin denemeyi bırakmış olmasıdır.

Bu köşe yazısı 27.10.2012 tarihinde Hürriyet Daily News'te yayımlandı.

Paylaş Bookmark and Share

« Diğer köşe yazıları