logo tobb logo tobbetu

Köşe Yazıları

Hasan Ersel, Dr. - [Yazarın tüm yazıları]

Merkez para politikasında bu yıl yalnız 19/02/2007 - Okunma sayısı: 2517

 

Maliye politikasının seçim yılında para politikasının gereklerine göre biçimlendirilmesi gereken bir ortam mevcut. Oysa, büyüme ve istihdam artışının maliye politikasının biçimlenmesini belirlemede daha çok ağırlık taşıyacağı bir yıldayız. Bu nedenle 2007 yılında TCMB'nin para politikasını yürütmede  bir önce yıla oranla bile daha yalnız kalması olasılığı yüksek.

2006 Mayıs-Haziran deneyimi enflasyonu artırıcı bir şok karşısında TCMB'nin nasıl davranacağını görebilmek açısından önemli bir gözlemdi. Mayıs-Haziran aylarındaki dalgalanma üzerine TCMB politikasını (yani teknik terimiyle tepki kuralını) değiştirmediğini açıklamış ve buna uygun olarak da kendi günlük faiz oranını yükseltmişti. Bunun üzerine, para politikasının hızlı çalışan döviz piyasası kanalında beklenen etki görülmüş, YTL değerlenmeye başlamıştı.

Para politikasının temel etki kanalı olarak görülen faiz artışı yoluyla toplam talebin etkilenmesinde ise ne kadar başarılı olunduğu pek belli değil. Kuşkusuz bunun önemli bir nedeni söz konusu kanalın döviz piyasasına oranla çok daha yavaş çalışması. Nitekim TCMB de bu kanaldan gelen etkinin 6-9 ay gecikmeyle kendisini göstermesini beklemekteydi.

Dolayısıyla, bu etkinin Şubat 2007'de kendisini tam olarak göstermemiş olduğunu, ya da bu etkiyi görmemize yardım edecek istatistik bilginin henüz kamu oyuna açıklanmadığını, söylemek belki daha doğru olacaktır. Öte yandan, bu gecikmeli etki nedeniyle, 2006 yılının üçüncü çeyreğinde gözlenen düşük büyümenin TCMB'nin faiz artırma kararıyla ilişkilendirilmesi anlamlı görülmemektedir. Zaten TCMB de bunu yapmaktan dikkatle kaçınmaktadır. Ancak ekonominin 2006'nın üçüncü çeyreğinde neden yavaşladığı konusunda, henüz, doyurucu bir açıklama yapabilmiş de değiliz.

Yavaşlamanın süresi

2007 açısından yanıtlanması gereken önemli bir soru daha var. O da TCMB'nin beklediği gibi 2007 başında ekonomi faiz artışına yavaşlama biçiminde tepki gösterirse, bunun şiddet ve süresinin ne olacağıdır. Üçüncü çeyrekteki büyümenin zayıflamasının üzerine iktisat politikasından kaynaklanan bir iç talep artışı yavaşlamasının da eklenmesi durumunda ekonominin "duraklama" durumuna gelmesi olasılığı seçime giden hükümeti rahatsız edecektir.

Tabii bu noktada, hükümeti ilgilendiren ikinci bir konu da bu "duraklamanın", eğer olursa, seçimi etkilemeyecek kadar kısa sürmesidir. Tüm bu nedenlerle, hükümetin para politikasının bir an önce büyümeye destek verecek, bu olamıyorsa engellemeyecek biçimde sürmesini arzu etmesi doğaldır. Bunun sonucu ise TCMB'nin faiz artırma yönünde karar almasının geçen seneye oranla daha zorlaşması, buna karşılık faizleri düşürmesi yönünde daha çok telkinle karşılaşmasıdır.

Para politikasının sınırları

Bu durumda 2007'de para politikasının alabileceği biçimi tahmin etmeye çalışırken, TCMB'nin kendi faiz oranını değiştirerek iç talebi etkilemesi biçiminde tanımlanan "doğrudan faiz etkisi" yolunun işlemesini zorlaştıran yapısal unsurlar olduğunu göz önüne almak gerekir. Bu bağlamda aşağıdaki bulgular önem kazanmaktadır.

1) Türkiye'de şirketler kesiminin bilançoları faiz oranlarındaki değişmelere karşı pek duyarlı değildir.  Olcay Yücel Çulha, Pınar Özbay Özlü  ve Cihan Yalçın  tarafından yapılan çalışmada aşağıdaki tablo verilmektedir:

KAYNAK: Olcay Yücel Çulha, Pınar Özbay Özlü  ve Cihan Yalçın : Mali Yapı ve Mali Derinliğin Ekonomik Büyümedeki Rolü: Şirketler Düzeyinde Analiz, Bölgesel Gelime, Büyümenin Finansmanı, Eğitim ve Büyüme- Türkiye İçin Sürdürülebilir Büyüme Stratejileri Konferansı Tartışma Tebliğleri, TÜSİAD - Koç Üniversitesi Ekonomik Araştırma Forumu, Haziran 2005, s. 69-121 ; [s.84]

Türkiye'de ticari kredilerin payının karşılaştırılan diğer ülke gruplarına göre epeyce yüksek olması ve tahvil yoluyla finansmanın olmaması ilk göze çarpan özeliklerdir. Türkiye'de "Öz Sermaye+Hisse Senedi" kaleminin çok küçük bir kısmının hisse senedi olduğu da göz önüne alındığında şirketlerin finansman gereksinimlerinin büyük bir kısmını mali sisteme doğrudan başvurmadan karşıladıkları söylenebilir. Öte yandan şirketlerin giderek yurt dışından ya da döviz cinsinden finansman teminine yönelmeleri de faiz değişmelerine karşı duyarlıklarını azaltıcı etki yaratmaktadır.

2) Sabancı Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Dr. Alpay Filiztekin ile birlikte yaptığımız bir çalışmada  elde ettiğimiz bulgular şirketlerin banka kredileri kaleminin de faiz duyarlığının düşük olduğuna işaret etmektedir. Söz konusu çalışmalarda TL cinsinden ticari kredilere olan talebin faize olan duyarlığının (esnekliğinin) sıfıra yakın olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Bu sonuç, ticari kredilerin şirketler tarafından "...bir finansman seçeneği olmaktan çok, mecbur kalındığında başvurulan bir mali destek aracı olduğu izlenimini vermektedir." [Hasan Ersel ve Alpay Filiztekin: Kredi İstemi Esnekliği ve Bankacılıkta Fon Aktarımından Alınan Vergilerin İstem Üzerine Etkisi , Bankacılar , Sayı 49, Haziran 2004, s. 33-52.]; [s.43].

Bu bulgular, Türkiye'de para politikasının tek kanaldan (döviz) çalışıyor olarak görünmesinin tek nedeninin döviz piyasasının işleme hızının yüksekliği olmadığına dikkati çekmektedir. Türkiye'deki mali sistem ve özellikle bankacılık kesiminin mevcut konumu para politikasının faiz kanalından yaralanmasını önemli ölçüde kısıtlamaktadır. Burada sorun, etkinin gecikmeli olması değil, "çok zayıf olmasıdır".

2007'de Maliye-para politikası

2007'de, dünyada 2006'ya benzer bir dalgalanma olmayacağını söylemek olanaklı değil. Peki böyle bir olayla bir daha karşılaşırsak ne olacak? 2006 deneyimi, Türkiye'nin dünyada böyle bir dalgalanma olduğunda bundan ciddi bir biçimde etkilenen, kırılgan demesek bile, duyarlı bir iktisadi yapısı olduğunu göstermişti. Bu yapıyı simgeleyen en önemli gösterge de cari açık idi. Bunun nedeni de cari açığın fazla büyümüş olması ve bu büyümenin arkasında yapısal etmenlerin yatmasıydı.

Ekonominin yapısı akşamdan sabaha değişmediğine göre 2007'de kendisini cari açığın büyük olmasında gösteren yapısal etmenler var olmaya devam edeceklerdir. O halde, 2006'dakine benzer bir hareketin 2007'de de olması durumunda bu Türkiye ekonomisi, 2006'ya benzer, bir şok yaşayacak demektir. O zaman da yukarıdaki yaklaşım doğruysa, TCMB'nin tek yapabileceği, geçen sene yaptığını tekrarlamaktır.

Tepki ne olur

Ekonominin buna tepkisi aynı mı olacaktır? Buna gönül rahatlığı ile "evet" diyebilirsek, geriye geçen sene bu nedenle ortaya çıkan sıkıntıları bu sene hafifletmek için ne yapılabilir sorusuna yanıt aramak kalır. Ama 2006'nın bitmiş olması belleklerden silinmiş olması demek değildir. Bu defa iktisadi karar birimleri 2006 deneyiminin ışığında tepki göstereceklerdir. Bu tepki daha ihtiyatlı olmak ile daha tedirgin olmanın bir bileşkesi olacaktır. Hangisinin daha hakim olacağını ise önceden kestirmek olanaklı değil.

Böyle bakınca TCMB'nin böyle bir şoka karşı aldığı önlemleri başarıya ulaştırabilmesi için desteğe geçen seneden daha çok gereksinimi olacak gibi görünüyor. Bu desteği verecek olan da doğal olarak maliye politikasıdır. Aslında bunu söylemekle "gerçekçi ol, olanaksızı iste" demiş olduğumun farkındayım. Çünkü söylediğim maliye politikasının seçim yılında para politikasının gereklerine göre biçimlendirilmesi gerektiği anlamına geliyor. Oysa, büyüme ve istihdam artışının maliye politikasının biçimlenmesini belirlemede daha çok ağırlık taşıyacağı bir yıldayız. Bu nedenle 2007 yılında TCMB'nin para politikasını yürütmede  bir önce yıla oranla bile daha yalnız kalması olasılığı yüksek. Ama yine de hükümetin, geçen seneden ders çıkararak, TCMB'nin böyle bir durumda başarısız olmasının maliyetinin çok fazla olabileceği gerçeğini göz ardı etmeyeceğini ummak istiyorum.

 

Bu köşe yazısı 19.02.2007 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

Paylaş Bookmark and Share

« Diğer köşe yazıları