logo tobb logo tobbetu

Köşe Yazıları

Güven Sak, Dr. - [Yazarın tüm yazıları]

'Mızmız ihtiyar' psikolojisi ile nasıl baş edilir 09/01/2007 - Okunma sayısı: 2642

Geçen hafta iktisat gündemindeki en "güzel" tartışmayı Sayın Başbakanımız başlattı. Yine bir "serbest konuşma" anında, "Enerji özelleştirmesi yapalım da fiyatlar mı artsın?" dedi. Sonra 2007 yılının mana ve ehemmiyetini hatırlatan bir ekleme de yaptı: "Millet, fiyatları hükümet artırıyor mu zannetsin?" Bize kalırsa; Sayın Başbakanımız, eğer kendi iktidarı döneminde Türkiye'nin önemli bir iktisadi dönüşüm sürecini, başarılı bir biçimde başlattığına, bu satırların yazarı kadar inanıyorsa 2007 yılında "serbest konuşma" anları yaratmaktan özenle kaçınmalıdır. Neden? Gayet açık. Yaptığı son açıklamalar yalnızca kafaları karıştırıyor. Hükümetimizin politika kararlılığı konusunda, zaten var olan soru işaretlerini daha da artırıyor. Oysa 2007 yılında daha fazla kafa karışıklığına değil, zihin açıklığına ihtiyacımız bulunuyor.

Neden kafalar karışıyor? Çünkü Sayın Başbakanımızın bu açıklamalarından neyi kastettiği açıkça anlaşılmıyor. Bu durumda, şu anda okumakta olduğunuz yazı gibi, bir dizi "Acaba ne demek istedi?" yazısı yazmak gerekiyor. Peki, Sayın Başbakanımız ne demek istemiş olabilir? Ne demişti? "Özelleştirme, fiyat artışı getirir." Enerji sektöründe, özelleştirme hangi şartlarda fiyat artışı getirebilir? Birincisi, enerji serbestleştirmesi ve özelleştirmesinin fiyat artışları yaratması, ancak çok sınırlı şartlar altında, özelleştirme sürecinin yanlış tasarımından kaynaklanabilir. Nitekim bir süre önce Kaliforniya'daki elektrik kesintilerinin arkasında serbestleşme ve özelleştirme süreçlerinin yanlış tasarımı yatmıyor muydu? Dolayısıyla Sayın Başbakanımız enerji bürokrasisine güven duymadığı için serbestleşme ve özelleştirmeden kaçınıyor olabilir. Peki ama bu durumda Türkiye'nin enerji açığını kapatmak için yapılacak yeni yatırımlar doğrudan aynı bürokrasinin kontrolüne emanet edilmeyecek midir?  Sayın Başbakanımız da dümende değil midir?

İkincisi, epey bir süreden beri yapılmayan bir dizi fiyat ayarlamasını daha fazla engellemek mümkün olmayacağı için enerji sektöründe özelleştirmenin iyi olmadığı Sayın Başbakanımıza söylenmiş olabilir. Ama bu durumda gerçek ortada değil midir? Maliyet artışlarına rağmen bekletilen fiyat ayarlamaları sürdürülebilir değildir. Sonunda nasıl olsa yapılacaktır. Korkunun ecele faydası yoktur.

Görüldüğü gibi, öyle ya da böyle enerji sektöründe ne olup biteceği bugün alınacak bir dizi karara bağlıdır. Türkiye, enerji sektörünü yeniden yapılandırmak durumundadır. Bu amaçla orta vadeli bir stratejiye ihtiyacı vardır. Ancak eski hikâye yine karşımıza çıkmaktadır: "Türkiye'nin bugün bir enerji politikası yoktur."

Hangi taşı kaldırsanız, sonuç aynıdır. Piyasalardaki kafa karışıklığının arkasında esasen bu hedefsizlik ve stratejisizlik yatmaktadır. Türkiye'nin ihtiyacı olan şey açık bir hedef ve o hedefe kilitlenmiş bir kamu politikaları demetidir. 2007 yılında, ortadaki bütün çalkantı potansiyeline rağmen ortalığı yatıştıracak olan budur. Müsaadenizle bu uzun girişten sonra konuyu geçen hafta başladığımız işe bağlayalım.

Hatırlayacaksınız, biz, bu yıl sonunda "2006 nasıl geçti?" değerlendirmesi yapmadık. Ama "2007'ye başlarken" değerlendirmesinden kaçınmak mümkün olamadı. Kendiliğinden bir değerlendirmeler silsilesi başlayıverdi. İşte bugün ikincisini okuduğunuz "Türkiye nereye?" dizisi böyle doğdu. Özür dileyerek önce çıkan kısmı özetleyelim müsaadenizle.

Geçen hafta "Türkiye, Avrupa kamuoyu istese de istemese de Avrupa Birliği üyesi olabilecek potansiyele sahip. Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliğini ancak bir dizi hatalı tercihi arka arkaya yaparak, bizatihi Türkiye engelleyebilir" demiştik. Müsaadenizle bugün bu olası hatalı tercihler dizisini incelemeye koyulalım. Ve ilk hatadan başlayalım. Bize kalırsa ilk hata, "Türkiye'nin kendisini hafife almasıdır" demiştik. Doğrusu ya; dünyaya sürekli halinden şikâyet eden "mızmız ihtiyar" (hani, "grumpy old man" karşılığı olarak) gibi bakmanın temel nedenlerinden biri bu olabilirdi.

Bugün Türkiye'nin Avrupa Birliği yolunu engelleme potansiyeline sahip ikinci olası hataya geçebiliriz. Birinci olası hata, Türkiye'nin kendisini hafife alması, potansiyelinin farkına varamamasıydı. İkinci olası hata ise hedefini belirleyememesi ve bu hedefle uyumlu iktisadi önceliklerini doğru saptayamamasıdır. Politika kararlılığı ile söylenmek istenen tam da bu durumun tersidir. Kafa karışıklığı kötüdür. Piyasaların zihnini karıştırır.

Türkiye, tam kırk yıldır, Batı'nın yakın müttefiki olmasına karşın, kişi başına gelir açısından, Batı ülkelerine yakınlaşamamıştır. Türkiye, tam kırk yıldır, Batı'ya yürüyüşünü sürdürmüş ama Batılaşamamıştır. Batılaşmanın tanımı, Türkiye'nin kişi başına gelirinin, Batı ülkelerinin kişi başına gelirine yakınlaşmasıdır. Türkiye'nin kişi başına geliri bundan tam otuz yıl önce Avrupa Birliği (AB) -15 ülkelerinin kişi başına düşen ortalama gelirinin yüzde 25'iydi. Bugün hâlâ o civardadır. Geçen otuz yılda gerçekleştirilen ortalama yüzde 2'lik kişi başına milli gelir büyümesinin bizi getirdiği nokta budur. İşte, bir kuşak içinde değişmesi gereken de budur. Geçen dört yılda olduğu gibi bundan sonra da ortalama yüzde 7'lerdeki tempolu büyüme sürecini devam ettirebilirsek AB'deki kişi başına gelirin yaklaşık yüzde 50'sini 2019 yılında yakalayabilmemiz mümkündür. Hedef buysa, politika öncelikleri de bu hedefle uyumlu olmak durumundadır.

Politika öncelikleri gelecek seçime göre değil, 2019 perspektifine göre tespit edilmelidir. Derin bir eksiklik hissi yaratan nokta tam burasıdır. Türkiye'nin, iktidarı ve muhalefeti ile herkesi heyecanlandıracak bir hayale ve o hayale ulaşmak için bir yol haritasına ihtiyacı vardır. Yoksa en büyük engelimiz, Avrupa Birliği kamuoyu değil, içimizde serpilmeye başlayan mızmız ihtiyar psikolojisidir.

Bu yazı 09.01.2007 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

 

Paylaş Bookmark and Share

« Diğer köşe yazıları