logo tobb logo tobbetu

Köşe Yazıları

Fatih Özatay, Dr. - [Yazarın tüm yazıları]

İlginç bir ocak ayı enflasyonu ve olası faiz tepkisi 04/02/2007 - Okunma sayısı: 2071

 

İlginçti cuma günü açıklanan enflasyon değerleri. Birkaç nedenle. Birincisi, yüzde 1 olarak gerçekleşen ocak ayı enflasyonu beklentilerin üzerindeydi. Ayrıca, enflasyonun dar bir aralıkta seyrettiği 2004-2006 döneminin ocak aylarında gerçekleşen en yüksek enflasyondan (yüzde 0.75) daha yüksek bir değere işaret ediyordu. Bu nedenle yıllık enflasyon yüzde 9.9'a çıktı.

İkincisi, bu yükselmeye karşın anlık bir tepkinin dışında moralleri bozmadı açıklanan rakamlar. Açıklama öncesinde yüzde 19.5'lere kadar düşen piyasa faizi çok hafif yükseldi; yüzde 19.8'e çıktı. Kurdaki hareket ise çok daha sınırlı kaldı.

Üçüncüsü ki piyasanın belirgin bir tepki göstermemesinin ana nedeniydi, enflasyonda gerçekleşen bu yükseliş büyük ölçüde işlenmemiş gıda ürünlerindeki çok yüksek fiyat artışlarından kaynaklandı. Daha çok doğa koşulları etkili oluyor bu mal grubundaki fiyat artışlarında. Dolayısıyla, uygulanan programın bir sonucu olarak ortaya çıkmadı ocak ayındaki yükseliş.

Çekirdek göstergeler olumlu

Dördüncüsü, işlenmemiş gıda ürünlerini dışarıda bırakan tüm çekirdek fiyat endeksleri enflasyonda bir düşüşe işaret etti. Mesela, işlenmemiş gıda ürünleri haricinde ocak ayında fiyatlar yüzde 0.22 oranında düştü. Piyasaların yakından izlediği H göstergesine (ki işlenmemiş gıda ürünleri, enerji, alkollü içkiler, tütün ürünleri ve altını dışarıda bırakıyor) göre de fiyatlar ocak ayında yüzde 0.34 oranında azaldı. Dahası, bu son gösterge ile ölçülen yıllık enflasyon bir süredir aşağı doğru eğilim gösteriyor. Ocak ayında da bu eğilim sürdü ve yıllık enflasyon yüzde 8.6'ya indi.

Beşincisi, çekirdek enflasyon ne düzeyde gerçekleşirse gerçekleşsin, 2004 başından bu yana ana enflasyonda gözlenen hareket tarzı değişmedi. Enflasyonun dar bir aralıkta belirgin bir eğilim göstermeden seyrettiği izlenimi ne yazık ki sürüyor. Son üç yılın ortalama yıllık enflasyonu yüzde 8.9 düzeyinde gerçekleşmişti. Geride bıraktığımız yılın temmuz ayı değeri (yüzde 11.7) bir tarafa bırakılırsa, 36 aydır yıllık enflasyon yüzde 10.6 ile yüzde 7.3 aralığına hapis olmuş vaziyette.

İlginç olmayan kısmı ise artık kanıksadığımız hizmet sektörü fiyat artışlarındaki katılıktı. Konut fiyatları yüzde 1.2, otel ve lokanta fiyatları ise yüz 1.1 oranında yükseldi ocak ayında. Bu sektördeki katılıklar dikkate alındığında, enflasyonun yüzde 4 hedefine doğru yönlenebilmesi için, mal fiyat artışlarının bundan sonra oldukça düşük düzeylerde gerçekleşmesi gerekiyor. İşlenmemiş gıda dışında kalan mal gruplarında ocak ayında bu zorunluluğa uygun bir hareket tarzı gözlendi. Ama işlenmemiş gıda fiyatlarının bundan sonra izleyeceği yol tam bir belirsizlik kaynağı.

Politika tepkisi ne olur?

Enflasyona ilişkin bekleyişlerin az da olsa düzelmeye başladığı bir ortamda çekirdek göstergeler ne kadar aksini söylese de enflasyondaki yükseliş bir şansızlık oldu. Bekleyişlerdeki düzelme sürecini uzatma olasılığı var bu açıklanan yüksek rakamın. Zira şubat ve mart ayı enflasyonları 2006 yılında nispeten düşük düzeylerde gerçekleşmişti. Enflasyonun önümüzdeki iki ay bu teknik nedenle tekrar düşme eğilimine girdiğini kanıtlaması zor olacak.

Tabii ki işlenmemiş gıda ürünleri grubu yine bir sürpriz (bu sefer olumlu yönde) yapmazsa. Ama bu olasılığın altını çizme ihtiyacı duymam da başlı başına bir şanssızlık göstergesi. Zira enflasyonun öngörülebilirliğini eskiye kıyasla daha bir zorlaştırıyor işlenmemiş gıda ürünleri grubu fiyatlarındaki bu oynaklık.

Şüphesiz Merkez Bankası'nın para politikasını sıkılaştırmasını gerektirmiyor bu enflasyon rakamları. İki temel nedenle: Birincisi, zaten faiz hadleri yeteri kadar yüksek (para politikası oldukça sıkı). İkincisi, yukarıda da belirtildiği gibi enflasyonun ana eğiliminde bir bozulma yok.

Ama faiz indiriminin öne çekilme olasılığını azaltıyor bu açıklanan veriler. Elbette yeni veriler beklenecek, ama sorun da bu zaten. Açıklanan veri böyle ilginçlikler taşıyınca bünyesinde, birkaç yeni veriye daha gereksinmeniz oluyor; bekliyorsunuz.

Üstelik çifte seçimlerden ilkine şunun şurasında bir şey kalmadı. Bu seçime, mesela daha on ay olsaydı, veriler 'indirilebilir' sinyalini çok kuvvetli olmasa bile verseydi, faiz indirimine gidilebilirdi. Oysa şimdi durum böyle değil. Cumhurbaşkanlığı seçimi çok yakın. Buna bağlı olarak ileri sürülen riskler ne ölçüde gerçekleşecek, bir de bunu beklemek durumunda Merkez Bankası. Yani, (o sevimsiz deyimle söylemek gerekirse) 'proaktif' olmak istese bile olması mümkün değil böyle bir ortamda para otoritesinin.

Bir de ders

Enflasyonu bir tarafa bırakıp bu noktadan hareketle daha genel bir sonuç çıkaralım: Ekonomide kontrol altında tutamadığınız ve temel gidişatı yakından etkileyebilme gücüne sahip çeşitli unsurlar var. Mesela gelişmiş ülke merkez bankalarının faiz kararlarında yapabilecekleri sürprizler. Ya da yerkürenin yaşadığımız kısmı dikkate alınırsa etrafımızda oluşabilecek uluslararası gerginliklere bağlı olarak bizde görülecek olumsuz piyasa gelişmeleri. Ocak ayı enflasyonunda gördüğümüz gibi doğa koşulları.

Bir de başlangıç koşulları önemli. Onlarca yıldır günah işlemiş ve ekonominiz bu günahlar sonucu son derece kırılgan hale gelmiş olabilir. Bu nedenle, çözümü zor ve uzunca bir süreye ihtiyaç gösteren sorunlarla boğuşmak durumundasınızdır. Öyleyse, dışsal koşullardaki değişiklikler başka ülkelerde yaratacağı dalgalanmalara kıyasla sizde daha çok dalgalanma yaratacaktır.

Bu koşullar altında gecikmeyeceksiniz. Üzerinize düşeni yapmaya yoğunlaşacaksınız. Yoksa her an olumsuz bir gelişmeyle burun buruna gelebilirsiniz. Yine lafı mikro reformlara getireyim: Sürdürülebilir büyüme hızımızı artırmak, giderek daha fazla sosyal sorun haline gelmeye başlayan işsizlikle baş edebilmek için 'oyunun kurallarını' değiştirmemiz gerekiyor. Bunları erteledikçe, kaybettiğimiz süre uzuyor. 'Kaybolan yıllar' skorunu gösteren tabeladaki rakamlar yukarıya doğru değişiyor. Oysa özellikle 1990'lı yıllardan miras alınan kayıp yıllar skorunu sabit tutmak elimizde.Yapabiliriz bunu.

 

Bu köşe yazısı 04.02.2007 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

Paylaş Bookmark and Share

« Diğer köşe yazıları