logo tobb logo tobbetu

TEPAV Köşe Yazıları

Esen Çağlar - [Yazarın tüm yazıları]

Türkiye’nin Büyüme Hikayesi Avrupa Birliği'dir 19/03/2012 - Okunma sayısı: 5529

 

Bu aralar Avrupa’daki ekonomik krizin Avrupa Birliği projesinin temelini sarstığını düşünenlerin sayısı artıyor. Türkiye’nin Ortadoğu ve Afrika ülkeleriyle artan ticaret rakamlarına bakıp, zaten çürümekte olan AB’ye bir alternatif bulduk diye sevinenler de var. Ben AB’nin çürümekte olduğunu ve Türkiye’nin başka seçeneği olduğunu düşünenleri üzülerek izliyorum. Cumhuriyet projesi geçtiğimiz yüzyılda Türkiye’yi nasıl dönüştürdüyse, bizi bu yüzyılda iyi bir şeye dönüştürebilecek tek şeyin Avrupa Birliği olduğunu düşünüyorum. Özellikle bugünlerde daha da fazla böyle düşünüyorum.

Bu yazıda AB’nin nimetlerini saymak gibi bir niyetim yok. Ama en büyük nimetinin ne olduğunu unutanlar için hatırlatmak gerekiyor. AB’yi dünya tarihinde geliştirilmiş en önemli yakınsama makinesi olarak görmek gerekiyor. Yani, gelişmekte olan ülkeleri gelişmiş ülke haline getiren bir mekanizma. Bugüne kadar Güney ve Orta Avrupa’da 200 milyon kişi bu mekanizmadan nasiplendi.[1] Ayrıca, dünyada yüksek cari açık veren ülkelerin büyüyebilmesini sağlayan tek bölge var. O da Avrupa Birliği. AB içinde sermaye, zengin ama büyüme oranı düşük ülkelerden, büyüme potansiyeli daha yüksek ülkelere doğru hareket ediyor. Düşük gelirli ülkelere hem zengin ülkelerin sermayesine hem de piyasasına erişim şansı veriliyor. Bugünkü Avrupa krizinin arkasındaki ana unsur ise bu ülkelerin kendilerine gelen sermayeyi nasıl kullandığı ile ilgili. Büyümesini arttıran verimli alanlara mı yoksa büyümeyle alakası olmayan yerlere mi aktardığı.

Ben Türkiye’nin verimliliği arttıracak alanlarda AB’yi kullanabilme kabiliyetinin fazla gelişmediğini düşünüyorum. Türkiye’nin verimliğini ve refah düzeyini arttıracak, yeni bir büyüme hikayesinin ama omurgasını oluşturacak üç temel alan var bence: Eğitim, Adalet ve Altyapı. Bu alanlarda iyi kullanılabilirse Avrupa Birliği süreci Türkiye’yi çok daha zengin, çok daha adil, çok daha yaşanılabilir bir ülke haline getirebilir:

  1. Eğitim. Uzun vadede Türkiye’nin verimlilik düzeyini arttıracak en önemli sektör eğitim. Bugün okullarımızda verilen eğitimin hem niceliğinde hem niteliğinde yaşadığımız onlarca sorundan, dershane sisteminde çarçur edilen milyarlarca liradan, yerlerde sürünen İngilizce yeterlilik düzeyinden uzun uzun bahsetmeye gerek yok. [2] Geride bıraktığımız son on yıl içinde, AB sürecini bir eğitim seferberliğine dönüştürmek için kullanabilirdik. Ama bu milli meselemizi ele alış biçimimiz Fenerbahçe-Galatasaray derbisini tartışma biçimimizin ötesine geçemedi, hatta gerisinde kaldı. Beni daha da üzen bir şey daha: Bizim güzel devletimiz, bir çocuğumuzun 6-15 yaş dönemindeki eğitimi için toplam 13 bin dolar harcayabilirken, Polonya devleti kendi çocukları başına aynı dönemde tam 40 bin dolar harcıyor.[3] Ayrıca, AB bizim eğitim sistemimiz için mali kaynak sağlamanın ötesinde yol gösterici de olabilir. AB’nin eğitimde nasıl bir dönüştürücü olabileceğini ben son zamanlarda kendi gözlerimle görüyorum. Mesela son üç senedir, Bilkent Üniversitesi iktisat bölümünde verdiğim derse giren öğrencilerin yarısı AB’nin Erasmus Programıyla gelen AB vatandaşı öğrencilerden oluşuyor. Ve inanın, sınıftaki Türk öğrenciler, benden öğrenebileceklerinden çok daha fazlasını, dersteki tartışmalar esnasında Alman arkadaşlarından öğreniyorlar. Uzun lafın kısası, eğitim konusunda bayat şakalar yapmak yerine, AB’den eğitim sektöründe kitlesel seferberlik projelerini desteklemesini istesek nasıl olurdu? Eminim onlar da ortaikiden terk bir Türkiye’nin adaylık sürecini konuşmak yerine, en az bir İtalyan kadar eğitimli bir Türkiye’nin tam üyeliğini tartışmak isterlerdi.[4]
  2. Adalet. Türkiye’de bir adalet sistemi sorunu olduğunu düşünmeyen var mı? Fransa, İtalya ve İspanya gibi ülkeler kendi adalet sistemleri için yılda yaklaşık 4 milyar avro harcarken, Türkiye’nin sadece 800 milyon avro harcayabilmesi herhalde sorunun boyutu hakkında bir fikir verebilir.[5] Elbette para harcamakla da sorun çözülmüyor. Donanım kadar yazılım da önemli. Hakim ve savcılarımızın zihinlerinde de bir reforma ihtiyaç olduğu çok açık. Arkasına kocaman devletin kudretini alıp, karşısındaki vatandaşı sivrisinek olarak görebilen bir zihniyeti bir kenara bırakıp, bireyin de devlet kadar değerli olduğuna inanan bir zihniyet devrimine ihtiyacımız var. Bunun için Avrupa Birliği kullanılamaz mı? Alternatif uyuşmazlık çözüm mekanizmaları, polise bağımlılığı azaltacak adli kolluk sistemi, sadece kazananların değil kaybedenlerin de adalete kavuşabilmesi gibi çok sayıda alanda akıllı mekanizmalar tasarlanıp, AB’nin hem mali kaynakları hem de bilgisi kullanılabilir. Bunu söylemesem olmaz: Gladio çökertme tecrübelerini dinlemek amacıyla taa İtalya’lardan savcı getirip, hukuki terim bilmeyen tercüman kullanmamız, bugün AB’den faydalanma noktasında nerede olduğumuzu çok güzel göstermiyor mu?[6]
  3. Altyapı. Son yıllardaki duble yol ve hızlı tren yatırımlarına rağmen, ben altyapı konusunda Türkiye’nin olması gereken yerden çok uzak olduğunu düşünüyorum. Türkiye’nin dünyanın en büyük 10 ekonomisi arasına girebilmesi için, tüketiciler[7] için ulaşım imkanlarını sonuna kadar sunan bir ülke olmasının yanında, üreticiler için de aynı imkanları sunan bir ülke olması gerekiyor. Bugün Kayseri’den veya Konya’dan, Köln’e veya Lyon’a tarifeli demiryolu seferi ile konteynır göndermenin imkansız olduğunu biliyor musunuz? Mesela demiryolu taşımacılığının dış ticaretimiz içindeki payının sadece yüzde 1 olduğunu duymuş muydunuz? Kentlerimizin içine metro yapmayı ihmal edip, kadınlarımızı nasıl evde oturmaya mahkum ediyorsak, yapmadığımız demiryolu yatırımlarından dolayı da Anadolu’daki üreticilerimizi iç pazara mahkum ettiğimizin farkında mısınız?[8] Hadi diyelim, Anadolu içinde konteynırları sadece karayolu ile taşıyacağız. O zaman hala İstanbul’un İzmir’le, İzmir’in Ankara’yla, Ankara’nın Adana’yla, Adana’nın Kayseri ile otoyol bağlantısını yapmadığımızı biliyor musunuz? Yine yıllardır yapmadığımız vergi reformundan dolayı, dünyanın en yüksek benzin fiyatlarıyla, denizden uzak kentlerimizi dezavantajlı duruma geçirdiğimizi, İstanbul’a yığınlaşmayı teşvik ettiğimizi biliyor muyuz? Kısacası, Türkiye’nin daha yapması gereken milyarlarca dolarlık altyapı yatırımı var. Ve bu yatırımlar, tıpkı eğitim yatırımları gibi, Türkiye’nin verimliğini yükseltebilir. Ve eminim, Avrupa’daki bankalar da Anadolu’nun fiziksel olarak Gümrük Birliği’ne girebilmesi ve verimliliğinin artması için yapılacak tüm bu yatırımların finansmanında önemli bir rol üstlenebilirler.

Bu üç alanda atılacak sağlam adımlar, doğrudan verimlik artışlarına katkı sunacağı için hem yeni bir “Türkiye büyüme hikayesinin” oluşumuna katkı sağlar, hem de çok acil biçimde ihtiyaç duyduğumuz dış tasarrufların daha düşük maliyetle ülkemize girmesini sağlar.

Avrupa’da siyasi ikbali belirsiz üç beş siyasetçinin olumsuz tutumuna bakıp, nasıl olsa bizi almayacaklar diyerek, olduğumuz yerde beklemeli miyiz sizce? Kazandığının sadece yüzde 13’ünü tasarruf edebilen bir ülkenin hızlı büyümesini getirecek yatırımlar için başka çaresi var mı? Varsa bana da anlatın lütfen.

 


[1] AB’ye şüpheyle bakanlardansanız, Dünya Bankası’nın bu konudaki raporuna bir göz atmanızda fayda var: “Golden Growth: Restoring the Lustre of the European Economic Model” http://web.worldbank.org/WBSITE/EXTERNAL/COUNTRIES/ECAEXT/0,,contentMDK:23074045~pagePK:146736~piPK:146830~theSitePK:258599,00.html

[2] Okumadıysanız bu çalışmalara göz atmanızda fayda olabilir: http://www.tepav.org.tr/tr/haberler/s/1799http://www.tepav.org.tr/tr/haberler/s/2681; http://www.tepav.org.tr/tr/haberler/s/371; http://www.tepav.org.tr/upload/files/haber/1330704312-2.NTV.wmv

[3] OECD’nin en güncel olan 2007 verileri. (Education at a Glance: OECD Indicators - 2010 Edition)

[4] http://www.tepav.org.tr/tr/kose-yazisi-tepav/s/2831

[5] http://www.coe.int/T/dghl/cooperation/cepej/default_en.asp

[6] Tepkinizi o masum üniversite öğrencisine değil onu oraya koyan zihniyete yönlendirin lütfen: http://www.youtube.com/watch?v=QQ2bQuRPaCs

[7] Seçmenler de diyebilirsiniz.

[8] Bizi yönetenlerde “eve erkek baksın, ülkeye İstanbul baksın” gibi bir anlayış olduğunu kabul etmek istemem.

 

*Esen Çağlar, TEPAV Ekonomi Politikaları Analisti, http://www.tepav.org.tr/tr/ekibimiz/s/25/Esen+Caglar

Paylaş Bookmark and Share

« Diğer köşe yazıları