logo tobb logo tobbetu

TEPAV Köşe Yazıları

Esen Çağlar - [Yazarın tüm yazıları]

Çocuğuna İngilizce öğretemeyen devlet i-Pad dağıtır 24/04/2012 - Okunma sayısı: 5244

 

Ben Almancayı devletimizin okullarında öğrendim. Orta ikide başladım, lise sona kadar seçmeli Almanca dersleri almaya devam ettim. Şimdi tek söyleyebildiğim şey “ih şiprehe doç niht.”[1] Bu engin Almanca bilgim bana herhangi bir kapı açmadı. Allahtan İngilizceyi hasbelkader öğrenmeyi başardım da Türkiye dışındaki dünya ile az çok bir bağlantı kurabildim. Almancayı becerememiş olmamın ise bana tek bir katkısı oldu: Türkiye’de İngilizce bildiğini sanan (veya özgeçmişine öyle yazan) ama İngilizcesi benim Almancamın ötesine maalesef geçemeyen ne kadar fazla sayıda insan olduğunu görmüş oldum.

Üzülerek fark ettiğim başka bir şey ise çocuklarımıza adam gibi İngilizce öğretmenin, onların hayatlarını nasıl dönüştürebileceğini devlet büyüklerimizin hala idrak edememiş olmaları. Daha da acısı ise, İngilizce konuşamayan bir toplumla, ne dünyanın en büyük 10 ekonomisinden biri olmanın ne 500 milyar dolar ihracat yapmanın ne de bölgesel bir güç olmanın imkânsız olduğunu göremiyor olmaları. Büyük ihtimalle, kendileri bireysel olarak, İngilizce bilmeden yüksek makamlara geldikleri için toplumun geri kalanının da aynı üstün başarıyı gösterebileceklerini varsayıyorlar. Gerçek ise maalesef öyle değil.

İnsanın kendi anadilinden başka bir dili öğrenmesi karmaşık bir mesele. Yeni bir dil konuşma konusunda tanıdığım en kabiliyetsiz kişilerden biri olan ben, mesela bugün kullandığım İngilizceye kavuşabilmek için, yaklaşık 10 senemi verdim.[2] Benim yeterli bir İngilizce düzeyinden anladığım ise test puanlarının falan ötesinde, telefonda sorun çözebilecek, müzakere edebilecek ve gerektiğinde kavga edebilecek kadar bir İngilizce.  (Yüz yüze demiyorum yalnız, altını çizerek telefonda diyorum. Yüz yüze ben de çok güzel Almanca kavga ederim.)

Bu düzeyde bir İngilizceye sahip olan bir Türk olduğunu düşünün. Kendi mesleği için gerekli olan tüm bilgileri Türkiye dışındaki dünyadan edinebilmesinin ötesinde, Polonyalı bir firmada çalışan muadiliyle ortaklık kurup, Mısır’daki bir ihaleye katılabilir. Türkiye’de sahip olduğu iş fırsatlarını, bir anda yüze katlayabilir.

Toplamda 1,3 milyon şirketin bulunduğu, her sene yaklaşık 60-70 bin şirketin kurulduğu ülkemizde, sizce her sene telefonda kavga edebilecek düzeyde İngilizceye sahip kaç kişi işgücü piyasasına katılıyor?  Benim iyimser cevabım 5 bin. Bu rakamı lise ve üniversitelerimizin İngilizce öğretebilme kapasitesine göre hesapladım. Benim hesabımdan daha bilimsel bir çalışmaya göre ise, İngilizce yeterliliği açısından Türkiye 44 ülke arasında Kazakistan’ı yani Borat’ın memleketini geçerek 43. sırada yer alıyor.[3]

73 milyonluk Türkiye’nin küresel ya da bölgesel olmaya çabalayan şirketleri işte her sene bu 5 bin kişilik minik insan havuzundan gençleri kapıyor. Diğer şirketlerimiz ise ya “Türkiye’nin en büyük sorunu işsizliktir” diyor ya devletten teşvik kapmanın yollarını arıyor, ya da yapacağı inşaat için belediyeden imar kıyağı peşinde koşuyor.

Kısacası, çocuklarımıza yeterince İngilizce öğretmediğimiz için nelerden vazgeçtiğimizin artık farkına varmak gerekiyor. Mesela turizm sektörümüze “her şey dahil otel sistemi” neden hakim diye üzülürken, biraz da polislerimize, hemşirelerimize, taksicilerimize, garsonlarımıza neden İngilizce öğretemediğimizi düşünmemiz gerekiyor. Neden ekonomimizde bir türlü ileri teknolojinin payını arttıramadığımıza hayıflanırken, teknolojik gelişmeleri anca Türkçeye tercüme edildiğinde takip edebilen mühendislerimizin sayısına bir bakmak da iyi olabilir. Aynı şekilde, neden bu topraklardan küresel bir pop yıldızı çıkamıyor diye düşünürken, yanıtı Tarkan’ın tam yıldızı yurtdışında parlarken İngilizce derslerinde kaybettiği enerjisinde bulabiliriz belki.

Peki çocuklarımıza makul düzeyde İngilizce öğretmek çok mu zor? Bence değil. Eğer gramer kurallarını ezberletmek dışında pek bir şey yapamayan İngilizce öğretmenlerinin kalitesini artırmaya yatırım yapar, öğrenme yaşını ilkokulun ilk sınıflarına indirir ve yeterli kaynağı ayırırsak halledebiliriz. Sonuçta,  İngilizceye dili, Türklere kıyasla çok daha zor dönen Koreliler, bizim 43. olduğumuz İngilizce yeterlilik endeksinde 13. sıraya gelmeyi başarmışlar ise biz neden yapamayalım?

Problem ise sanırım benim 10 yıla yayılan İngilizce öğrenme süremin uzunluğunda. İngilizce öğrenmek bir sene içinde olabilseydi sanırım bu sorunu da çoktan çözmüştük. Biz ise, sonuçlarının hemen belli olacağına inandığımız her öğrenciye bir i-Pad dağıtma projesine[4] kaynak ayırmayı tercih ettik.

 


[1] “Almanca konuşmuyorum”

[2] Bu arada Türkiye’nin ilk defa “iki sene İngilizce hazırlık” programının uygulandığı Kadıköy Anadolu Lisesi’ne gittiğimi de belirtsem iyi olur sanırım. Türk devletinin sahip olduğu en iyi İngilizce öğretmenlerinin toplandığı bir okulda okudum. Ancak son düzenlemelerden anladığım kadarıyla Milli Eğitim Bakanlığı, bünyesindeki devlet okullarını Kadıköy Anadolu düzeyine çekmeye çabalamak yerine, Kadıköy Anadolu gibi, uzun hazırlık programı sayesinde iyi İngilizce eğitimi verebilen okullarını diğer okullar düzeyine çekmek yönünde adımlar atıyor. Bakanlığımızı “eşitlik” adı altında uyguladığı bu vasatlaştırma programını tebrik ediyorum.

[3] İngilizce yeterlilik düzeyi ve ekonomik performans arasındaki ilişkiyi çok güzel biçimde kuran ve Educaton First’in endeks çalışmasını baz alan bu çalışmayı okumadıysanız mutlaka bir göz atın: http://www.tepav.org.tr/tr/haberler/s/2681.

[4] Bizim Fatih Projesine benzerini Peru da yapmış. Bizdekinden farklı olarak, Peru’da her öğrenciye bir Laptop dağıtma projesinin sonuçları değerlendirilmiş. Latin Amerika Kalkınma Bankası’nın bulgularına göre söz konusu proje çocukların Matematik ve Dil becerilerinin gelişmesine herhangi bir katkı yapmamış. Çalışmaya bu adresten ulaşabilirsiniz: http://idbdocs.iadb.org/wsdocs/getdocument.aspx?docnum=36706954

Paylaş Bookmark and Share

« Diğer köşe yazıları