TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Mühdan Sağlam
Kıbrıs Sorunu’nda mart ayında Cenevre Görüşmeleri gerçekleştirilmiş ve yeniden çözüm masasına dönülebilmesine yönelik bir umut oluşmuştu. Ancak Nisan ayında Türkmenistan, Kazakistan ve Özbekistan’ın Avrupa Birliği ile yürütülen müzakereler kapsamında Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ni (GKRY) Kıbrıs Cumhuriyeti olarak tanıması ve elçiliklerini bu unvanla akredite etmesi, iki devletli çözüm başta olmak üzere genel anlamda çözüm sürecine ilişkin soru işaretlerini artırıyor.
Kıbrıs’ta çözüm ne olmalı? İki devletli çözüm önerisi rafa mı kalkıyor? KKTC’deki seçim süreci bu durumu nasıl etkileyecek? Adadaki Türkler ve Rumlar sorunun çözümü konusunda ne düşünüyor? Bu soruları Doğu Akdeniz Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Başkanı Prof. Dr. Ahmet Sözen’e sorduk.
Sözen’e göre, her iki devletin içsel dinamikleri sorunun çözülmesini kolaylaştırmıyor ve bu noktada bölgesel veya küresel bir itici unsur ihtiyacı söz konusu oluyor. İki devletli çözüm, adadaki fiili durumu yansıtsa da son gelişmeler uyarınca çözüme giden yolda federasyon en akla yatkın tercih olarak görülebilir.
İlk olarak görece sıcak bir gelişmeyle başlayalım. KKTC, 2022’de Türk Devletleri Teşkilatı’na (TDT) gözlemci üye oldu. Bu ise TDT’ye üye devletlerin KKTC’yi tanıyacağına dönük beklentiyi artırdı. Buna karşın Kazakistan, Özbekistan ve Türkmenistan, 3-4 Nisan 2025 tarihlerinde düzenlenen Birinci AB-Orta Asya Zirvesi öncesinde Güney Kıbrıs’ı adanın tek temsilcisi olarak tanıdı ve elçilerini bu doğrultuda akredite etti. Bu devletler neden öyle bir hamlede bulundu?
Ben alınan kararın sürpriz olmadığını düşünüyorum. KKTC’nin TDT’ye alınması, Türkiye’nin ısrarı, telkini ve tavsiyesiyle oldu. Tam da bu nedenle üyelik değil, gözlemci statüsü verdiler.
Günümüzde kurala dayalı ve belirli bir öngörülebilirliği olan sistem, bir başka güzergaha doğru evriliyor. Bu bahse konu olan devletler de bu geçiş sürecinde sistem içerisinde kendi yerlerini belirlemeye çalışıyorlar. Bu arayış içinde Avrupa Birliği (AB), bu ülkelere bir perspektif sundu. Bu perspektif, AB ile mali açıdan daha sarih ve sağlam bir ilişki kurulmasını, bir anlamda belli kurallara bağlıyor. Brüksel, kendi kuralları uyarınca bu devletlere Kıbrıs’ın tek temsilcisi olarak gördüğü GKRY’yi tanımalarını ve ilgili BM Güvenlik Konseyi kararlarının da bu kapsamda olduğunu söyledi.
‘Türk Devletleri bir maliyet hesabı yaparak Kıbrıs konusunda adım attı’
Şayet bu devletler, genel uluslararası kabulün karşısında bir tutum alarak KKTC’yi tanımış olsalardı bunun bir maaliyeti olacaktı. Örneğin Batı’dan ABD ve AB gibi ülke ve yapılar tarafından dışlanmaları, hatta yaptırım görmeleri olasıydı. Yani, bu süreçte kararın, zarara dayalı bir maliyet hesabı üzerinden verildiğini söylemek mümkün. İşte tam da bu nedenle uluslararası ilişkileri duygusal biçimde okumamak gerekiyor. Burada da ‘KKTC’yi tanırsam bu neye mal olur? veya AB’nin istediğini yaparsam bu bana ne kazandırır?’ olarak özetlenebilecek bir hesaplama yapıldığı açık. Bu hesap uyarınca da gidecek yön tayin edildi diyebiliriz.
Yinelersem bu karar sürpriz değildi, dahası uluslararası toplumun da kabul etmeyeceği bir adım değildi, aksine KKTC’yi 193 ülke içinde yalnızca Türkiye tanıyor, 192 ülkeyse bunu kabul etmiyor. O nedenle bir konuyu hayal etmekle, o hayalin ne kadar gerçekçi olduğunun ayırt edilmesinin ne denli önemli olduğunu bir kez daha tecrübe ettik diye düşünüyorum.
‘İki devletli çözüm, iki devletin tanınmasını temel alıyor, ancak bunlardan biri tanınmıyor’
Kıbrıs Sorunu konusunda her iki tarafın farklı çözüm haritası var. KKTC ve Türkiye, resmi olarak 2021’den bu yana, tarihsel olarak belki 2000’lerin başından bu yana, iki devletli çözüm önerisini masaya getirmiş, bunu politika olarak benimsemişti. TDT’den gelen son hamleleri de gözetirsek iki devletli çözümün sonuna mı geldik? Bu noktada çözüm ne olabilir?
Aslında bu durumu siyah ve beyaz olarak ele almamak gerekiyor. Adadaki duruma bakarsak zaten çok uzun süredir, burada iki devlet var: Biri tanınmış, diğeri tanınmamış. Ancak bahsettiğimiz iki devletli çözüm, her iki devletin de tanınmasını temel alıyor. Oysa burada bir yanlış var. KKTC’yi diğer devlet tanımayacak ki öyle de oluyor. Yoksa fiilen zaten iki devlet mevcut.
Tarihsel olarak duruma mercek tuttuğumuzda 1963’te Türkler, Kıbrıs Cumhuriyeti’nden dışlandıktan sonra zaten fiilen kendi yönetimlerini kurdular. Ayrı bir devletleri yoktu, ancak kendi coğrafyaları içinde Kıbrıs Cumhuriyeti’nden bağımsız olarak Kıbrıs Türk Otonom Yönetimi, Kıbrıs Türk Yönetimi şeklinde yönetimler oluşturdular. Kıbrıs Türkleri, 1974 savaşından sonra Türkiye’nin desteğiyle zaten kendi yönetimlerini hayata geçirdiler. 1983’te de bu, devlet halini aldı. Bu noktada kurulan bu devletin tanınma ihtimalinin çok düşük olduğunu söylemiştim ki geçen zaman da bu tespitin doğruluğuna işaret ediyor.
‘Şu anda federasyon tek çözüm gibi. O işlemezse belki kadife bir ayrılık yaşanabilir’
Tarihsel durum ve adadaki resim böyle. Peki, çözüm nedir?
Bana kalırsa bunun yalnızca bir yolu var: Önce bir federasyon kurulmalı ve şayet kurulan bu federasyon çalışmazsa o zaman belki Çekoslovakya’nın yaptığı gibi bir kadife ayrılık yaşanabilir. Yani iki tarafın da uluslararası toplum tarafından tanınan entitiler olması, ancak o zaman mümkün olabilir. Ancak bu yalnızca KKTC’ye bağlı değil. Türkiye, Kıbrıs’ta çok önemli bir aktör. Türkiye’nin daha esnek davranması, Kıbrıs Sorunu’nu bir noktaya getirdi. Ancak unutmamak gerekiyor ki Kıbrıs Rum Yönetimi ve elitlerinin de vereceği bir karar var, yani bu onlara da bağlı. Kıbrıs Türkleriyle iktidarı ve gücü siyasal eşitlik temelinde paylaşmaya hazır olup olmadıkları önemli. Bu olmadığı sürece, iki devletin olduğu, birinin tanındığı, diğerinin tanınmadığı statüko, çok uzun süre devam edebilir. Genellikle uluslararası toplumun bu statükonun sürmeyeceğine dönük kaygıları olduğundan bahsedilir. Ancak bence bu yanlış bir kanaat. Kıbrıs’ta var olan bu durum, çok uzun süre devam edebilir. Zaten son 50 yıldaki durum da bunun kanıtı. Elbette şunu gözden kaçırmamak gerekiyor: 1974’teki statüko ile 2025’teki mülkiyet, nüfus değişimi ve gelişimi açısından sabit değil, dinamik bir değişim var. Ancak bu, var olan durumu ortadan kaldırmıyor.
Bölgesel gelişmelerin Kıbrıs Sorunu’na etkisini ele aldık ancak içinde bulunduğumuz küresel konjonktür ve yapıda da ciddi belirsizlikler, bazı kurumların boşa düşmesi, ticaret savaşları ve süren çatışmalar mevcut. Dahası uluslararası hukukun belki de önemli ilkelerinden olan ahde vefanın (pacta sunt servanda) askıya alındığı örneklere de tanıklık ediyoruz. Küresel sistemin içinden geçtiği, belki sarsıldığı, bu dönemin Kıbrıs’ta çözüme nasıl bir etkisi olur?
Sizin de söylediğiniz tektonik sarsıntıların olduğu bir geçiş döneminin içindeyiz. Bir önceki sistemin kuralları ve değerlerinden bir bulanıklaşma söz konusu. Bununla beraber ortaya çıkacak yeni sistemin kural ve kaideleri de belirgin değil. Daha önce belli ölçüde küresel nitelikler taşıyan, az çok kuralları belli olan sistem artık mevcut değil. Gidişat da kısa sürede belirli bir limana demir atılamayacağını, yani belirsizliğin süreceğini gösteriyor. Kaldı ki ortaya tek bir sistem de çıkmayabilir, multi-complex dediğimiz bir sistemler yapısı da görebiliriz. Bir tarafta, Avrupa’nın öncülüğünde belli oranda liberal ve kurallara dayalı bir yapı, diğer tarafta ise Trump sonrası eski sisteme liderlik etmeye çalışan veya Trumpizm’i sürdüren bir ABD bulunuyor. Öte yandan, Rusya ve Çin gibi ülkelerin başını çektiği, ancak ne olacağı tam olarak kestirilemeyen bir başka yapı da mevcut.
‘Kıbrıs’ta çözümü küresel ve bölgesel dinamikler yönlendiriyor’
Kıbrıs’taki duruma gelirsek özellikle Kıbrıs Türk ve Kıbrıs Rum taraflarının liderlerinin izlediği politikalar ışığında, Kıbrıs’ın iç dinamiklerinden anlamlı bir çözüm beklemek, adeta ölünün gözünden yaş gelmesini beklemeye benziyor. Bana kalırsa Ersin Tatar ve Nikos Hristodulidis’in bir çözüm üretmesi, neredeyse imkansız. Bu koşullar uyarınca Kıbrıs’ta federal bir yapıya doğru gidişin tek tetikleyicisinin bölgesel dinamikler olabileceğini düşünüyorum. Yani Türkiye’nin içinde olduğu, Doğu Akdeniz’in bir saç ayağını oluşturduğu müzakere süreçlerinin bölgesel bir iş birliğine kapı araladığı bir zeminde, taraflar çözüm masasından sonuç alabilir. Özetle bölgesel ve küresel bazı dinamikler yönlendirici bir pozisyonda değilse iki ülkenin iç dinamiklerinin yönlendiriciliğinde bir çözüm üretilmesi neredeyse imkansız.
‘KKTC Cumhurbaşkanlığı seçiminin öne çıkan isimleri Tatar ve Erhürman’
Dışarıda bu önemli gelişmeler yaşanırken KKTC’de ekim ayında cumhurbaşkanlığı seçimi yapılacak. Söz konusu seçimde adaylar belli oldu mu? Onların sorunun çözümüne dönük yaklaşımı nasıl?
Adaylar henüz tam olarak netleşmedi, ancak iki isim arasında seçiminin geçeceğine dönük güçlü bir kanaat var. Bunlardan biri Ersin Tatar, yani halihazırda görevde olan cumhurbaşkanı, yeniden aday olmak istediğini zaten açıkça ifade etti. Ancak partisinin bu adaylık talebine nasıl yaklaşacağı henüz netlik kazanmadı, çünkü KKTC içinde de halihazırda başta başörtüsü olmak üzere iç politikada ciddi sorun ve sıkıntılar var. Parti içerisinde de bu sorunlara dönük ayrışmalar mevcut ki bu partinin adayını belirlemesine de etki edecek. Bununla beraber bu isim Ersin Tatar olmasa dahi, KKTC’nin en büyük partisi Ulusal Birlik Partisi’nin adayının, partinin pozisyonu gereği, iki devletli çözümü savunacağını söylemek mümkün.
Öte yandan ana muhalefet partisi, Cumhuriyetçi Türk Partisi (CTP), federasyonu geleneksel olarak savunan, Kıbrıs’ın AB üyeliğini destekleyen bir parti. CTP’nin lideri Tufan Erhürman, federal temelli bir çözümden yana, ancak Kıbrıs Rum Yönetimi’nin buna çok da sıcak bakmadığının bilincinde olduğunu gösteren bir dil kullanıyor ki bu onun sağ seçmeden de oy almasını sağlayabilir. Seçimde çekişmenin bu iki aday arasında olması muhtemel. Elbette bu iki ismin dışında da adaylar olacaktır. Örneğin, Rauf Denktaş’ın oğlu Serdar Denktaş, Kudret Özersay, soldan Lefkoşa Belediye Başkanı Mehmet Harmancı gibi isimler de aday olabilir, ancak fazla şanslarının olduğunu düşünmüyorum.
Özetlemem gerekirse, günün sonunda adil ve serbest bir seçim olacaksa yani 2020’deki seçimdeki gibi dışarıdan müdahale olmayacaksa, soldan daha kapsayıcı biçimde söylemek gerekirse federasyon yanlısı bir adayın seçilmesi mümkün görünüyor. Bununla beraber kim seçilirse seçilsin Türkiye önemli bir aktör. Bu nedenle seçilen adayın Ankara’nın öneri ve tavsiyelerini dikkate almadan hareket etmesinin pek olanaklı olmadığını da göz önüne almamız gerekiyor.
‘Kapıların açıldığı 2003’ten bu yana iki toplum arasında çatışma yaşanmadı’
Cenevre Müzakerelerini; liderler ve dışişleri bakanları arasındaki görüşmeleri konuşuyoruz. Ancak adadaki iki toplum arasındaki ilişkilere de değinmek gerekiyor. İki toplum, en azından belli süredir çatışmasızlık ortamında bulunuyor. Karşılıklı bir güven bunalımı olduğu hep söylenegelir. Toplumsal ilişkilerde bir değişim, kaynaşma, güven tesisinde bir ilerleme mevcut mu? Toplumlar çözüm için ne düşünüyor?
Kıbrıs’ta 1964’ten bu yana konuşlu bir barış gücü var. Bunun yanı sıra yine 1974’ten bu yana iki bölgeye ayrılan adada BM kontrolünde olan, yeşil hat, bir tampon bölge var. Yani uzun zamandır iki toplum doğrudan birbirini göremiyor, birbirine uzak. 2003’te kapılar açıldı, taraflar arasında karşılıklı geçişler başladı. Kapıların açıldığı 2003’ten bu yana da taraflar arasında herhangi bir çatışma yaşanmadı, ufak tefek bir iki gerilimi saymazsak olay çıkmadı. Bir başka anlatımla, iki taraf arasında belli düzeyde bir medeni ilişki mevcut. Buna sevinmemiz gerekiyor, ancak iki toplum arasında kardeş olalım, bir olalım gibi bir bütünleşme girişimi ve talebi de yok. Çünkü yıllar içerisinde ayrı bölgelerde kalma, taraflar arasında aslında bir konfor alanı da yarattı. Kıbrıslı bir Türk, benim konfor alanım kuzeydir derken Kıbrıslı bir Rum, benimki güneydir diyor. Yani sınırı geçip diğer tarafta zaman geçiriyor, alışveriş yapıyor, arkadaşlarını görüyor, ancak günün zonunda kendi bölgesine dönüyor. Kısıtlı da olsa taraflar arasında ticaret de yapılıyor.
‘Araştırmalar iki toplumun da kabul edeceği tek çözümün federasyon olduğunu gösteriyor’
Gündelik hayat böyle sürüyor. Öte yandan benim de aralarında olduğum Kuzey ve Güney’den bir grup araştırmacı ve akademisyen, 2008’den bu yana her iki tarafta müzakereler, gümrük, çözüm gibi başlıkları içeren kamuoyu yoklamaları yaparak alternatif çözüm önerileri soruyor. Çözüm konusunda Kıbrıs Rumlarının önceliği üniter devlet. İki bölgeli iki toplumlu federasyon ikinci sırada yer alıyor. Kıbrıs Türklerindeyse öncelik iki devletli çözüm, ikinci tercih iki bölgeli iki toplumlu federasyon. Yani her iki toplum da federasyonu öncelemiyor, bununla beraber her ikisinin de ilk tercihi karşı tarafın kabul etmeyeceği bir formülasyona dayanıyor. Farklı skalalarla iki bölgeli iki toplumlu federasyonun ne kadar kabul edildiğine baktığımızda iki tarafın da kabul edebileceği yegâne çözümün iki bölgeli iki toplumlu federasyon olduğu görülüyor.
02/05/2025
30/04/2025
30/04/2025
28/04/2025
24/04/2025