TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Mühdan Sağlam
Ortadoğu’da İran ile İsrail arasında uzun zamana yayılan çatışma ve gölge savaşları haziran ayında yerini 12 gün süren doğrudan bir savaşa bıraktı. Taraflar karşılıklı olarak füzelerle birbirini hedef aldı. ABD, İran’ın nükleer tesislerini havadan vururken İran misillemede gecikmedi ve Katar’daki ABD üssünü hedef aldı. Taraflar arasında varılan ateşkesin ne kadar süreceği kadar, nükleer müzakerelerin yeniden başlayıp başlamayacağı, Körfez ülkelerinin tutumu, Çin’in savaştaki pozisyonu ve İran’da rejimin geleceği de yanıtlanması gereken önemli sorular. İsrail ile İran arasındaki savaşı, öncesini, bölgesel ve küresel aktörlerin tutumunu, İran ve bölgeyi nasıl bir sürecin beklediğini İran uzmanı TOBB-ETÜ Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Dr. Gülriz Şen ile konuştuk.
Şen’e göre, bölgede çıkacak bir savaş, bazı aktörler için kısa vadede bir kazanç gibi görünse de orta vadede kimsenin lehine olmayacak. O nedenle tüm aktörlerin yatıştırıcı bir tutumla hareket etmesi önem taşıyor.
7 Ekim’deki Hamas Saldırılarından bu yana İsrail ile İran arasındaki çekişme yeni bir boyuta evrildi. Son saldırılara kadar da İsrail, İran’ı doğrudan hedef almak yerine vekil güçlerini yok etmeyi, en azından etkilerini hafifletmeyi tercih ediyordu. Bu noktada gözler Irak’taki milis güçler Haşdi Şabi’ye döndü. Son çatışma dinamikleri dikkate alındığında Haşdi Şabi neredeyse sahada görünmedi, bunu İran mı istedi?
7 Ekim’den itibaren aslında İran ile İsrail savaşı, doğrudan bir çatışmaya dönüştü, ancak İsrail bu süre zarfında öncelikle İran’ın vekil gücü olduğunu düşündüğü Hizbullah ve Hamas gibi grupları hedef aldı. 13 Haziran itibariyle bu kez İsrail doğrudan İran’a saldırdığında ise İran esasen çok kırılgan bir dönemdeydi. Zira İsrail, İran’ın bölgedeki savunma hattının başat unsuru olan Hizbullah ve Hamas’ı zayıflatmış ve böylelikle İran’ın ilk savunma bariyerini kırmıştı. Suriye’de Esad rejiminin çöküşü de İran açısından büyük bir kayıp oldu. İran bu nedenle ileri savunma adını verdiği doktrinini uygulayamadı, bizatihi topraklarında İsrail’in doğrudan saldırısına maruz kaldı. Bu nedenle iş vekalet veya gölge savaşından gün ışığında ve doğrudan bir savaşa evrildi, ki bunun ilk işaretlerini Nisan 2024’ten beri de görüyorduk
“Haşdi Şabi İran-İsrail Savaşı’nda devreye girseydi Amerikan güçlerini hedef alırdı”
Haşdi Şabi konusuna gelirsek onların tutumu biraz Irak içi gelişmeleri de ilgilendiren bir durum. Ancak yaşanan savaş, İsrail ile İran arasındaydı, şayet Haşdi Şabi devreye girseydi, bu doğrudan Amerikan güçlerine karşı olacaktı; Haşdi Şabi’nin saldırısının bedelini de İran ödeyecekti. Bu nedenle İran da bu grubu hamle yapmaması için uyarmış olabilir. ABD’nin saldırısına göre Haşdi Şabi’nin müdahilliğine karar verilmiş olabilir. Kaldı ki Haşdi Şabi, Irak siyasetinde tutunmaya çalışıyor, zaten Kasım 2025’te genel seçimler var. Bu biraz İran-ABD geriliminin seyrine göre şekillenecek bir durum. Belki savaşın devamı gelirse devreye girerler, ancak bu ilk aşamada onları görmedik.
”İran, İsrail’in saldırısını beklese de bunun nükleer müzakerelerinin çökmesi durumunda olacağını düşünüyordu”
12 günlük İsrail-İran Savaşı bölgede vekil savaşları yerine doğrudan çatışmaları göreceğimiz anlamına da geliyor. İran bir süredir stratejik sabır doktrini uyguluyordu, bundan çekildi mi? Ateşkes sürecinde ne yapacak? Müttefik mi toplamaya çalışacak? İran olası bir ikinci savaşa nasıl hazırlanır?
Stratejik Sabır Doktrini, esasında İran’ın, İsrail İran’ın vekil güçlerini ve askerlerini hedef aldığı sırada uyguladığı bir yaklaşımdı. Bu doktrin uyarınca Tahran, İsrail’e karşı hamle yapmaktan kaçınıyordu ve gerilim dolaylı ve hala vekil güçler üzerinden yürüyordu. Bunu kıransa İsrail’in 1 Nisan 2024’te İran’ın Suriye’deki Büyükelçiliğini hedef alması oldu. Sonuçta orası uluslararası hukuka göre İran toprağı sayılıyordu. İran bu çerçevede 13 Nisan’da İsrail’e misilleme yaptı ve caydırıcılığını yeniden tesis etmeye çalıştı. İsrail de bu saldırıya 19 Nisan’da cevap verdi. O dönem tırmanan gerilim, aslında bugün gördüğümüz savaşın ilk örneklerini oluşturuyordu, adeta bir provasını görmüştük. Tahran ve Tel Aviv birbirilerinin askeri dirençlerini test etti, örneğin İran balistik füzelerle İsrail’in hava savunma sistemini test etti, İsrail karşı saldırısında İran’ın nükleer programını koruyan hava savunma sistemini hedef aldı. Ekim 2024’te gerçekleşen misilleme ve karşı misilleme döngüsü de bu sürecin bir devamı oldu.
Yani stratejik sabır doktrini, İran açısından Nisan 2024’ten bu yana işlevini kaybetmişti. Ancak bu durum İran’ı daha saldırgan kılmadı, İran saldırıya uğramadıkça yatışmış bir gerilimi tercih etti. Saldırganlık açısından bakarsak aslında İsrail’in saldırganlığı üzerinden başlayan bir süreçten bahsediyoruz. İran müzakere ederken İsrail saldırıyı başlattı. Bana kalırsa burada İsrail’in bir hesap hatası oldu. İran’ın müzakereye açık, diplomasiyi benimsemiş ve uluslararası toplumla konuşmaya hazır olduğu dönemde bu saldırı oldu. O nedenle İsrail her ne kadar Batılı aktörlerden destek görse de bölge aktörlerinde İsrail’in saldırdığı ve istikrarsızlık yarattığı kanaati pekişti. Bu süreçte İran’ı yanıltan da müzakereler başlamışken ve sürüyorken bu saldırının gerçekleşmesi oldu. Elbette Tahran yakın vadede bir İsrail saldırısı bekliyordu, ama en azından, nükleer müzakereler çökerse bu olur diye düşünüyordu.
“İsrail bu saldırıyla hem İran’ı şaşırtmak istedi hem de masada daha fazla tavize vermeye zorlamayı planlıyordu”
Peki, İsrail neden saldırdı? Müzakerelerin sonucunu neden beklemedi?
Kanaatimce, İsrail, İran’ın beklemediği, onu şaşırtacağı bir zaman arıyordu. Trump’ı da “Ben İran’a saldırırsam İran’ı masada daha fazla taviz vermeye zorlayabiliriz” argümanıyla ikna etmiş olabilirler. Öte yandan İran, İsrail’in Hizbullah ve Hamas’a saldırıları nedeniyle zaten bölgede ciddi kayıplar yaşamıştı. Bu nedenle bölge aktörleriyle, özellikle Körfez ülkeleriyle daha uyumlu bir strateji izliyordu. Körfez ile arasında bir yumuşama vardı. Nitekim bu saldırılardan Körfez ülkeleri çok tedirgin oldu, çünkü saldırının onlara sıçrama ihtimali çok yüksekti. Hatta Katar’daki El Udeyid üssüne yapılan saldırı, ki o kalibre edilmiş bir saldırıydı, bunu gösterdi.
“İranlılar saldırıları vatan savaşı olarak gördü, ayaklanma için bir fırsat olarak ele almadı”
İran bu süreçte ne yapar sorusuna gelecek olursak, bana kalırsa yeniden askeri gücünü tahkim etmeye çalışacak. İsrail’in kendisine dönük emellerinin değişmeyeceğini düşünüyor. İsrail’in rejim değişikliği idealine hala tutunduğunu düşünüyor. Bir taraftan da şunu gördük: İranlılar topraklarına yapılan bu saldırıyı İsrail’in umduğu gibi okumadı, bunu ayaklanma başlatmak için bir fırsat olarak görmedi. Yaşadığımız süreçte İran’da daha çok “tek bayrak altında toplanma” durumunu gördük. Saldırılar ve İran’ın cevabı toplum tarafından vatanlarını savunma savaşı gibi görüldü. Bu biraz İran-Irak Savaşı’ndaki durumu da hatırlatıyor. Mevcut rejimi desteklemeyen çok fazla İranlı var, ama ülkelerinin bombalanmasını istemiyorlar, savaşı desteklemiyorlar, İsrail’in onları özgürleştirebileceğini düşünmüyorlar.
“İran rejimi şu anda bir kavşakta ve rejimin toplumla kuracağı ilişki burada belli olacak”
Bu içerde yaşanan birlik durumu rejimin gücünü konsolide eder mi? Yoksa yine de bir dağılma görme ihtimalimiz var mı?
Bu elbette zor bir soru, şimdiden buna bir yanıt vermek kolay değil. Başlangıç açısından düşünürsek rejim gücünü konsolide etmiş görünüyor, ancak süreç nasıl ilerleyecek görmemiz gerekecek. Şimdiden, İran’da “halka daha çok kulak vermeliyiz, bunu devlet-toplum ilişkilerini onarmak için kullanmalıyız, birliğimizi yeniden inşa etmeliyiz, reform gerekiyor” tartışmaları görüyoruz ki Cumhurbaşkanı Pezeşkiyan’ın bu haftaki basın toplantısına da bu tutum yansıdı. Bir diğer seçenek ise İran’ın daha radikal bir yere savrulması, bu özellikle askeri bir yönetim veya savaş koşullarında askerlerin yönetimde ağırlıklarını artırması ile olabilir. Ancak eğer bu ilk tur kapandıysa ve İran kendi içine dönüp bakacaksa devlet-toplum ilişkilerinin ne kadar önemli olduğunu fark edip buna göre de bir adım atabilir. Fakat İran’dan yansıyan haberler, özellikle istihbarat açıkları nedeniyle İran’da yönetimin şu an casus avına çıktığını ve bu durumun yeni gerilimler yaratabileceğini gösteriyor. Açık olmak gerekirse İran şu anda bir kavşakta ve her iki senaryoya da açık görünüyor.
“Sanılanın aksine İran nükleer programı yok edilebilmiş değil”
Savaşın ilk aşaması geride kalmış görünüyor. Kısa vadeli geleceğe bakarsak çatışmalar olmasaydı gerçekleşecek olan nükleer müzakerelere İran ve ABD yeniden dönecek mi?
Bana kalırsa nükleer müzakerelere dönecekler. ABD Başkan Yardımcısı JD Vance de İran’ın yüzde 60 oranında zenginleştirilmiş uranyum kaynaklarına bir şey olmadı açıklamasını yaptı. İran kuvvetle muhtemel bunları transfer edebildi. Şimdi ABD ve İsrail nükleer tesislerdeki hasarın boyutlarını tespit etmeye çalışıyorlar. Ancak bunun dışardan tespiti çok kolay değil. Yani düşünüldüğü gibi İran nükleer programı yok edilmiş olmayabilir. Nükleer alanda çalışan bilim insanları öldürüldü, ancak İran, yerlerine gelecek yetişmiş insan gücüne sahip. Bilimsel yetkinlik açısından nükleer meselede tecrübe kazandı, yani programı geriletebilirsiniz ama programı önleyemezsiniz şeklinde tartışmalar halen geçerliliğini koruyor. Nükleer tesisleri bombalasanız bile bilgiyi bombalayamazsınız tartışmaları 2000’li yılların başında da yapılıyordu. Şunun da altını çizelim, İran nükleer silahı olmayan ve NPT’ye (Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması) taraf bir ülke, İsrail nükleer silahı olan ve NPT’ye taraf olmayan bir ülke. İran “ben nükleer silaha sahip olmadan İsrail’i caydıramam” diye düşünürse nükleer programını daha askeri bir boyuta yöneltebilir ki bunu yapacak düzeyde zenginleştirilmiş uranyuma hala sahip olabilir. Silahlanma hamlesini uluslararası topluma bildirmediği gizli tesislerde pekala yapabilir. Müzakereler de bu açıdan kritik. ABD’nin İran’ı caydırmak için ona bir şeyler önermesi gerekiyor.
“Görüşmeleri tıkayan unsur uranyumun İran’da zenginleştirip zenginleştirilemeyeceği konusu”
Görüşmeleri tıkayan unsursa şu: ABD, George W. Bush döneminde İran’ın kendi topraklarında uranyum zenginleştirmesine karşı çıkarak bu ihtiyacın dışarıdan karşılanması gerektiğini savunuyordu. Obama döneminde İran ile nükleer alanında bir anlaşma yapılmasının temel nedeni ise Washington’ın İran’ın uranyum zenginleştirmesine dönük pozisyon değişikliğiydi. Obama yönetimi, İran’ın düşük bir oranda ve denetlenebilir ve şeffaf bir program etrafında uranyum zenginleştirmesine izin vermeyi kabul etti. İran da “şayet yaptırımları kaldırırsanız ben bu şartlara uyarım” dedi. Nükleer anlaşmanın özündeki uzlaşı buydu. Trump yönetiminin Nisan 2025’ten bu yana İran ile yaptığı müzakereleri incelediğimizde başlangıçta Obama tarzı bir yöntemle gittikleri, ardından pozisyon değiştirerek “sıfır zenginleştir” noktasına geldiklerini gördük. Görüşmeler de burada tıkanıyor. İran bu konuda taviz vermiyor, bu savaştan sonra taviz verir mi bundan emin olmak zor. Çünkü direnebildi ve güvenliğini nükleer caydırıcılık üzerinden kurmaya karar verirse açıkçası bu noktada taviz vermeye yanaşmayabilir. Özetle nükleer cephesinde, tarafların görüşmesi gerekiyor. Aksi halde oluşacak senaryo daha ürkütücü.
“Körfez ülkeleri 2019 Aramco saldırısından bu yana yalnızca ABD’ye bağlı olmadan farklı aktörlerle ilişki kurmaya çalışıyor”
Dikkat çekici olan unsurlardan biri, İran her ne kadar İsrail’e karşı yalnız bir görüntü çizse de Körfez ülkeleri, Rusya ve Çin’in tavrında önceki yıllara göre yaşanan değişimdi. Özellikle Körfez ülkeleriyle İran’ın ilişkileri son 5 yılda bir değişimden geçti mi? Savaşı kışkırtmaktan uzak tutumlarını nasıl değerlendirirsiniz?
Körfez ülkeleri süreci dikkatle takip ettiler. 2019’da Trump yönetimi İran’a yönelik azami baskı politikasını devreye soktu. ABD, İran Nükleer Anlaşması’ndan 2018’de çekilmişti, 2019’da da İran’a sert biçimde yaptırımlar uygulamaya başladı. İşte o dönemde, Suudi Arabistan’ın Aramco tesislerine çok büyük bir saldırı oldu, Husiler üstlendi, ancak tüm gözler İran’a çevrilmişti. ABD ilk olarak İran’ı vurmaya hazırız, uçaklarımız hazır derken; ertesi gün Trump, “Bu Suudi Arabistan’ın meselesi, bunu Riyad çözmeli” dedi. ABD’nin bu tavrı Körfez ülkelerinde ABD’ye ne kadar güvenebilecekleri konusunda bir soru işareti yarattı. Nitekim 2019 sonrasındaki dış politikalarına mercek tuttuğumuzda Rusya ve Çin ile daha fazla yakınlaştıklarını, yalnızca ABD’ye bağımlı olmak istemediklerini görüyoruz. Benzer biçimde İran da Batı ile ilişkileri kötüleştikçe bölge ülkeleriyle ilişkilerini onarmaya başladı, komşuluk ilişkilerini daha çok vurguladı. Yalnızca Irak ve Türkiye değil, Körfez ülkeleriyle de iyi ilişkiler kurmaya çalıştı. Nitekim 2021’den bu yana Riyad ile Tahran arasında devam eden görüşmeler sonucunda Çin’in de teşvikiyle taraflar 2023’te Çin’de bir araya geldi, karşılıklı olarak daha önce Arap İsyanları döneminde kapatılan elçiliklerini yeniden açtılar.
“Körfez ülkeleri İran ile ABD arasında kalmak istemiyorlar”
Gazze’de yaşananlar, Suriye’de yaşananlar ve son olarak İran’da yaşananlar da dikkate alındığında Körfez ülkelerinin teyakkuzda olduğu ve açıkçası ABD ile İran arasında kalmak istemediklerini düşünüyorum. Dahası nükleer müzakereler sürecinde İran’ı iyi niyetli ve iş birliğine açık olarak gördükleri için de İran’ı suçlamadıklarını düşünüyorum. Elbette İran’a güvenmiyorlar, ancak burada saldırgan olarak İran’ı görmüyorlar. İsrail saldırdı ve İsrail’in saldırısı aslında Körfez’i de ateşe atacak bir duruma getirdi. Örneğin Suudi Arabistan daha önce nükleer anlaşmaya şiddetle karşı çıkıyordu, ancak şu anda destekleyici bir pozisyonda ve bunun olabilecek en iyi çözüm olduğunu düşünüyor. Öte yandan aksi biçimde İran nükleer silahlanma sürecine giderse bu, Körfez başta olmak üzere komşularında da benzer bir eğilimi tetikleyecek. Bunun sonucunda nükleer silahlardan arındırılmış bir Ortadoğu vizyonu diyeceğimiz bir şey kalmayacak.
Son olarak İran ile Çin arasındaki ilişkilere değinmek isterim. İran’ın bu savaş sürecinde Çin’den örtük destek aldığına dönük iddialar da mevcut. İki ülke arasındaki ilişkileri nasıl yorumlamak gerekiyor?
İran, özellikle böylesi gerilimli dönemlerde hem BM Güvenlik Konseyi üyesi olmaları hem de çok kutuplu bir dünya düzeninin bir parçası olmaları nedeniyle Rusya ve Çin’e güvenmek istiyor. Nitekim bu konuda her iki aktörle yaptığı anlaşmalar var. Bu bağlamda Rusya ile iş birliği çok konuşulsa da Rusya ile askeri bir ittifak içinde değiller, ancak stratejik iş birliği anlaşması var.
Öte yandan Çin, Ortadoğu’daki savaşlara müdahil olmak istemiyor, Körfez’deki dengenin bozulmasını istemiyor, buradan aldığı petrolün sevkiyatında bir aksama olsun istemiyor. Ancak İran’ın çok yıpratılmasını da istemiyordu. Çünkü İran yıpratılırsa bunun bölgenin genelinde istikrarı bozacağını bildiği için sorunun bir an önce çözülmesini istiyor. Bunun yanında Çin’den İran’a, muhtemelen uçaklarla, radar ve bazı savunma ekipmanlarının taşındığına dönük spekülatif bilgiler de mevcut. Yani Çin, savaşın dengesini değiştirecek bir şey yapmış olmasa da İran’ın kendisini savunmasına faydalı olacak adımlar atmış olabilir. Çin, temkinli gitmek istiyor, savaşın büyümesini istemiyor.
“Çin Güvenlik Konseyi’nde İran aleyhine bir tasarıyı veto edebilir, ancak askeri olarak bölgede aktif bir rol üstlenmez”
Çin’in buradaki en önemli rolü Hürmüz Boğazı’yla ilgili, bana kalırsa İran’ın boğazı kapatmamasında Körfez ülkeleriyle ilişkilerini bozmama istediği kadar Çin’e giden sevkiyat düşünüldüğünde Pekin’in bu hamleye itirazı da etkili olmuş olabilir. Çin, büyük ihtimalle Güvenlik Konseyi’nde İran aleyhine olabilecek bir tasarıyı veto eder, ancak askeri olarak bölgede aktif bir rol üstlenmeyecektir. Şayet ABD, bölgede aktif olarak bir savaşa girerse yani dikkati dağılırsa Çin, Tayvan’a karşı daha rahat hareket edecektir. Ancak bölgede çıkacak bir savaş, kısa vadede bir kazanç gibi görünse de orta vadede kimsenin lehine olmaz. O nedenle tüm aktörlerin yatıştırıcı bir tutumla hareket etmesi önemli. Yine basına yansıdığı kadarıyla ABD, İran’ın Hürmüz Boğazı’nı kapatmasını önlemek için Çin ile bazı temaslar gerçekleştirmiş. Bu temaslar çok önemli. Aynı şekilde ABD’nin de İsrail’i dizginlemesi ve ateşkese ikna etmesi önemliydi.
İran ve İsrail arasındaki 12 Gün savaşı kırılgan bir ateşkesle noktalandı. Şimdi iki taraf da kayıplarını, hasarlarını tespit edip boşlukları ikmal etmeye çalışacak ve belki yeni bir karşı karşıya gelmeye hazırlanacak.
02/07/2025
02/07/2025
01/07/2025
30/06/2025
28/06/2025