Arşiv

  • Nisan 2024 (12)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)
  • Mayıs 2023 (9)

    G-20'den çözüm beklemek hayalkırıklığına uğratır

    Hasan Ersel, Dr.30 Mart 2009 - Okunma Sayısı: 1172

    G-20 toplantısında 4 temel konu üzerinde konuşulacak. Ancak gelecek haftasonu yapılacak toplantıda küresel krize küresel çözüm bulmuş olacağımızı beklersek sadece büyük bir düş kırıklığına uğrarız. G-20 toplantısına ilişkin kaygılarımı nasıl dile getireceğimi düşünüyordum. Büyük Britanya Başbakanı Gordon Brown'un cuma günü yaptığı açıklama işimi kolaylaştırdı. Başbakan Brown, uluslararasındaki bölünmelerin G-20 toplantısından somut bir sonuç çıkmayacağı biçimindeki görüşe karşı çıkmış ve "Ülkelerin liderlerine bir bildiri yayınlayacağımızı söylemek için dünyayı dolaşmadım. Olumsuzcu (sinik/kinik) olmak, [bundan] hiç bir şey çıkmaz demek kolaydır... [A]ma bizler eyleme geçtik" demiş. Bana sayın Brown diplomatik bir dille "işimiz zor, fazla bir şey beklemeyin" dedi gibi geliyor. Ancak hemen baştan tavrımı belirteyim. G-20 girişimine karşı değilim. Ama bu toplantıya ilişkin olarak gerçekçi olmayan bekleyişlere kapılıp düş kırıklığına uğramanın da anlamı yok. Bir kere, G-20 toplantısı bağlayıcı karar almak için uygun bir ortam değildir. Basit bir soru: Neden G-20 de G-192 değil? Neden dünyada var olan diğer 172 ülke toplantıya çağrılmıyor? Türkiye'nin G-20 içinde yer alıp da İran, Mısır ya da Tayland'ın yer almamasının bir mantıksal açıklaması var mı? G-20 dünyanın en büyük 19 ekonomisi ile Avrupa Birliği'nden (AB) oluşuyor. Bu ülkeler dünya üretiminin yüzde 85'ini yapıyor; dünya ticaretinin yüzde 80'i de yine bu ülkeler tarafından üstleniliyor. Peki bu sayların sağlanıyor olması, G-20 ülkelerini, geri kalan ülkeleri bağlayan bir karar almak için yetkili kılar mı? Bu nedenle G-20'yi danışma toplantısı olarak düşünmek daha doğru olur. Bu ise hiç de küçümsenecek bir olay değil. Demokratik ortamlarda karar alma süreci danışmaktan ve bu yolla diğer katılımcıların kaygılarını algılamaktan geçer. İşin bir başka yönü de, dışarıda kalan ülkelerin sorunlarının, G-20 içindekilerden farklı olabileceği. Burada da üzerinde çok dikkatle durulması gereken konu ise sefalet. G-20 dışında kalan ülkelerde sefalet çizgisinin altında ya da dolayında yaşayan insanların payı çok daha fazla. Oysa, haberlerden de görüyoruz ki, bu krizin sefalet çizgisi dolayındaki insanlar üzerindeki etkisi yaşamlarını yitirmek biçiminde oluyor. Nedense, bu konuları o insanlar adına, başkaları dile getirecek...

    Katılımcıların farklılıkları G-20 toplantısına katılan ülkelerin sorunlarının birbirlerinden farklı, bu nedenle de uluslararası işbirliğinde ağırlık verdikleri boyutların değişik, olması doğal. Bunu G-20'nin bir zafiyet noktası olarak almamak gerek. Ancak buradan çıkacak sonuç da belli. Bazı genel doğrular ve nezaket cümleleri dışında anlaşmaya varmak, hiç olmazsa bir bileşimde, neredeyse olanaksız. O nedenle, gelecek hafta sonunda küresel krize küresel çözüm bulmuş olacağımızı beklersek sadece büyük bir düş kırıklığına uğrarız. Gündemdeki ilk önemli konu küresel ölçekte etili olacak bir mali canlandırma paketi yapılması. İnsanın kulağına hoş geliyor ama bu görüşün arkasında duran sayın Brown'a bunun yapılabilir olmadığını ilk söyleyen de kendi ülkesinin merkez bankasının başkanı! Aslında kendisi de yeni bir mali canlandırma paketi için kaynak sınırı olduğunu itiraf ediyor. Diğer AB liderlerinin de bu konuya pek sıcak bakmadıkları açık. Bu durumda G-20 toplantısından IMF'nin kaynaklarının artırılması maddesinden nasıl bir sonuç çıkmasını bekleyebiliriz? Akla başta Japonya olmak üzere, bazı ülkelerin katkılarını artırma yönünde yaptıkları beyanların gerçekleşmesini sağlamak geliyor. Yanılmıyorsam Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri gelişmekte olan ülkelerin gereksinimin "bir trilyon dolar" dolaylarında olduğunu söylemişti. Japonya'nın kendi hesabına 90 milyar dolar katkıdan söz ettiğini anımsıyorum. Hemen bir sonraki soruya geçebiliriz: IMF'nin olanakları bir kaç yüz milyar dolar artırılırsa, bu para hangi ülkelere verilmelidir? Yanıt açık: Sefalet sınırı altında ya da dolayında önemli ölçüde insan barındıranlara... G-20nin gündemindeki bir başka madde dünya ticaretinin canlandırılması için 100 milyar dolarlık bir anlaşma. Yine sorun aynı. Bu finansmanı kim sağlayacak? Başbakan Brown, bu konuyu açtığında Brezilya Devlet Başkanı Luiz Inacio Lula da Silva'dan "Bu krizi mavi gözlü beyaz adamlar çıkardılar" biçiminde bir yanıt almış. Herhalde da Silva, bu konuda işbirliğinin öyle "yapıverelim" denilince yapılabilir olmadığına, kendi renkli diliyle, işaret etmek istemiş.

    ABD mi gözetip denetleyecek Sorunlar burada bitmiyor. Görüşmelerde üzerinde durulması istenen bir konu da mali piyasalar için uluslar üstü bir gözetim/denetim sisteminin getirilmesi.Burada iki sorun var. Bunlardan ilki, böyle bir düzenlemenin ülkelerin kendilerine özgü gereksinimlerini nasıl hesaba katacağı. Niçin bizim gözetim ve denetimden beklediğimiz ABD ile aynı olsun ki? Her iki ülkenin istekleri de kendilerince haklı ve iyi niyetli olabilir. Ama bunlar birbilerinden epeyce farklıysa, uluslar üstü yetke neyi gözetip denetleyecek? İkinci sorun ise ABD ile ilgili. Kendi ulusal gözetim ve denetim yetkesinin koyduğu kuralları hiçe sayarak hem kendisinin hem de dünyanın kalanının başını belaya sokan ABD mali piyasa oyuncularını Fransızlar ya da Endonezyalılar'ın isteklerine uymaya kim zorlayacak? Kendi ulusal kurallarını bile uygulatmayı beceremeyen ABD gözetim ve denetim örgütleri mi? Geriye en son ve en önemli konu kalıyor. O da korumacılık eğilimlerinin güçlenmeye başlaması. Buna karşı çıkmak hiç de kolay olmayacak. "Amerikan malı kullan", "Fransız vatandaşını istihdam et" ya da "vereceğim desteği sadece Almanya'da kullanacağına emin olmazsam vermem" biçiminde, örnekleri geçen haftalarda basında okuduk. G-20 korumacılığın yaratacağı sakıncaları gündemde tutabilirse bu bir başarı olur. Ama burada da olayı "korumacılık kötü o halde yapmamamız gerekir" edebiyatına indirgemenin de bir anlamı olacağını sanmıyorum. Bu yola gidilirse, gelişmekte olan ülkelerden şöyle bir ses yükselebilir: "Bize yıllarca serbest ticaretin ülkelerin gönencini artırdığını anlatıp durdunuz. Ama deneyimimiz pek de o yönde olmadı. Oysa, belirsizlik söz konusu olduğunda serbest ticaretin bir ülkeyi ticaret yapmamaya oranla daha kötü duruma götürebileceğini bundan çeyrek yüz yıl önce gösterilmiş. Üstelik aradan geçen süre içinde, özellikle gelişmekte olan ülkelerdeki iktisadi karar birimlerinin algıladıkları belirsizlik çok daha da artı. O halde serbest ticaret diye tutturacağımıza gelişmeye destek veren dürüst ticaretin kurallarını ortaya koymaya çalışsak." Bir bilgi daha: Birleşmiş Milletler Genel Kurulu başkanlık makamının geçen sene oluşturduğu ve başkanlığına Joseph E. Stiglitz'i getirdiği "Uluslararası Parasal ve Mali Sistemde Reform" başlıklı uzmanlar komisyonunun çalışmaları da belli bir olgunluğa ulaştı. Komisyon başkanı Stiglitz, 26 Mart'ta etraflı bir açıklama yaptı. Sanırım bu açıklamanın amacı G-20 toplantısına bir sinyal vermekti. Komisyon, tam raporunu mayıs ayında yayınlayacak. Hedef 1-3 Haziran tarihlerinde New York'da yapılacak olan Birleşmiş Milletler'in mali kriz toplantısı.

    G-20'NİN TARTIŞACAĞI 4 KONU

    1. Küresel ölçekte etili olacak bir mali canlandırma paketi yapılması.
    2. Dünya ticaretinin canlandırılması için 100 milyar dolarlık bir anlaşma.
    3. Mali piyasalar için uluslar üstü bir gözetim/denetim sisteminin getirilmesi.
    4. Korumacılık eğilimlerinin güçlenmeye başlaması.

    Bu yazı 30.03.2009 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

    Etiketler: G20, G20 Çalışmaları,
    Yazdır