Arşiv

  • Mayıs 2024 (2)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)

    Krize karşı yeni bir öneri

    Fatih Özatay, Dr.22 Şubat 2009 - Okunma Sayısı: 788

    Hem iç hem de dış kredi musluklarından neredeyse 'tıssss' sesi geliyor. Kredi musluklarından su akmadıkça ekonomimiz önemli ölçüde küçülecek. Bunu önlemek için neler yapılabileceğini defalarca tartıştım bu köşede. Kredi garanti fonu üzerinden kredi sisteminin çalıştırılması bu önerilerim arasında ilk sırada yer alıyordu.

    Bu öneriyi geliştiren ve de özellikle döviz kredisi kısmını çok daha yapılabilir kılan bir öneriyi içeren bir mektup aldım cuma günü. İstemediği için, adını veremeyeceğim öneri sahibinin. Ama şu kadarını belirteyim. Kendisi, 2001 krizi sonrası Merkez Bankası'nda çok yararlı tartışmalar yaptığımız ve bu tartışmalar sonrasında beraberce para politikası önerileri geliştirdiğimiz bir arkadaşım. Ne yazık ki, şimdi kendisine çok ihtiyaç duyulduğu bir dönemde Merkez Bankası dışında; İstanbul'da çalışıyor.

    Eski öneri
    20 Ekim 2008 tarihindeki "Ne yapmalı?" başlıklı yazımdan: "... Üçüncü bir tarafın garanti vermesi sayesinde krediyi açacak olan bankanın riski azalıyor... Buradaki temel ilke, hem krediyi alanın, hem verenin, hem de kefil olanın hepsinin birden risk almaları; ellerini taşın altına koymaları. Bu nedenle, kefil olan, kredinin tümüne kefil olmuyor (en çok yüzde 80'ine oluyor mesela). Kefaleti karşısında da bazı teminatlar alıyor. Dolayısıyla risk bu üç taraf arasında dağılıyor.

    ... Kamu kaynaklarını kullanarak böyle bir fonun kurulma olasılığını araştırmakta yarar var.
    Mesela, 10 milyar dolarlık bir fon kurduğumuzu varsayalım. Muhafazakâr düşünelim; altı katlık bir kaldıraç oranı ile bu fon 60 milyar dolarlık kefalet altına girebilir. Türkiye'nin toplam kredi stoku düşünüldüğünde, oldukça cömert bir rakam olduğu ortaya çıkıyor bu rakamın."

    Daha sonra TEPAV'da yaptığımız çalışmalarda, milli gelirin yüzde 0.3'ü ile 0.8'i arasında bir büyüklüğün yeterli olacağını hesapladık bu fona bütçeden ayrılacak kaynak için. Yani yapılabilir bir politika önerisiydi bu.

    Yazı şöyle devam ediyor: "Sorunların 'anası' ise orada yanıt bekliyor: Kuruyacak dış kredi kanallarını az biraz da olsa çalıştıracak bir mekanizma tasarlayabilir miyiz?" 30 Ekim 2008 tarihinde 'Ne yapmalı? (2)" başlıklı yazımda yanıtlamaya çalışmışım:

    "... MB bilançosunu bu garip durumdan kurtaracağız (Merkez Bankası'ndaki döviz mevduatlarından bahsediliyor). Bir fon kuracağız, ya da benzeri bir 'şey'. MB hem mevduat borcunu hem de bunun karşılığında tuttuğu dövizleri bu fona devredecek... Bu fon ister banka gibi tasarlanabilir, ister kredi garanti fonu gibi. Ya da ikisinin bir karışımı olabilir. Banka gibi çalışırsa, döviz sıkışıklığı çeken şirketlere doğrudan kredi açabilir. Garanti fonu gibi çalışırsa, yabancı bankaların bizim şirketlere açtıkları kredilere teminat verebilir. Dolayısıyla mevduatın çok üzerindeki bir krediye kefil olunabilir. İlk alternatife göre temel avantaj bu. Ama teminat verilmiş de olsa eğer yabancı bankalar kredi musluklarını kapatacaklarsa ikinci alternatif işe yaramaz. O zaman bu fon banka gibi çalışır." 

    Yeni öneri
    Yeni öneri, Merkez Bankası'nı benim önerimden farklı biçimde işin içine sokuyor. Bu fark, özellikle döviz kredisi musluğunun çalışması açısından işe yarayacak gibi görünüyor. Döviz kredilerine garanti verecek sistem yeni öneride şöyle (teknik ayrıntısına boğmadan ve anladığım şekilde yazıyorum):

    Hazine: Döviz cinsinden kaynak aktarıyor (sermaye koyuyor) Kredi Garanti Fonuna (KGF). Bunun için IMF'den gelecek paranın bir kısmı kullanılabilir.

    Döviz geliri olan şirket: Döviz kredisi almak için bir bankaya başvurur (100 dolar istediğini düşünelim).

    Banka: Kredi talebini inceler. Kredi açmaya değer görüyorsa şirketi, açacağı kredinin bir miktarına kefil olması için KGF'ye başvurur. Bu miktar, mesela, kredinin yüzde 70'i olsun (70 dolar).

    KGF: Bankadan gelen kefalet talebini ve talebe konu olan şirketi inceler. Kısa sürede
    kararını verir. Kararı olumluysa, şirketten alacağı bir komisyon karşılığında kredinin yüzde 70'ne kefil olur. Kararını bankaya bildirir.

    Banka: KGF'nin kefaletini Merkez Bankası'na bildirir. Bu garantiyi Merkez Bankası'na vererek karşılığında 70 dolarlık reeskont kredisi ister.

    Merkez Bankası: Mesela Libor+0.5'lik bir faiz ile bankaya 70 dolarlık reeskont kredisi açar. Bu kredinin kaynağı, birinci olarak IMF'den gelecek paranın bir kısmı olabilir. İkinci olarak, bankaların Merkez Bankası'ndan döviz borçlanma limitlerinin yarısı bu işe ayrılabilir.

    Banka: Merkez Bankası'ndan aldığı 70 doların üzerine 30 dolar da kendisi koyar ve şirkete krediyi açar. Kredinin şirkete maliyetine (kredi faizine) Merkez Bankası bankayla anlaşarak şeffaf biçimde bir üst sınır koyar.

    Kredi batarsa: KGF 70 dolar kefaletini bankaya öder. Banka bu 70 doların üzerine 30 dolar daha ekleyerek Merkez Bankası'na reeskont kredisi borcunu öder.

    Kredi batmazsa: Şirket, bankaya 100 dolar kredi borcunu ve de faizini öder. Banka da alır bu 100 doları Merkez Bankası'na veriri ve 100 dolarlık reeskont kredisi borcunu kapatır. Faizini de öder.

    Bu sistem çalışır görünüyor. Peki, riskleri nedir? Risklerin dağılımı nasıldır? Bu mekanizma
    aslında ne anlama gelmektedir? Yanıtları, Türk Lirası cinsinden kredilere ilişkin mekanizma ile birlikte yarınki yazıya kalsın.

    Bu yazı 22.02.2009 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

    Etiketler:
    Yazdır