Arşiv

  • Nisan 2024 (14)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)
  • Mayıs 2023 (9)

    Son krizde sıramızı savdık mı

    Hasan Ersel, Dr.30 Ağustos 2007 - Okunma Sayısı: 1240

     

    Geçmiş krizlerde bankaların başına gelenler, her ülkede bankacılıktan sorumlu yetkeleri önlem almaya yöneltti. Bankaların, açtıkları krediler karşılığında belli bir miktar sermaye bulundurmaları konusu üzerinde çok daha duyarlılıkla durulmaya başlandı. Ama bu da sermayenin getiri oranını aşağı çekti. O zaman da bankalar buna bir çare aradılar, bulmakta da gecikmediler. Açtıkları kredilerin bir kısmını menkul kıymetleştirme yoluyla ellerinden çıkarırlarsa, ellerindeki sermaye ile daha çok iş yapmış, sermaye kârlılıklarını artırmış olacaklardı. Bu amaca pek uygun olan ipotekli konut kredileri (mortgage) karşılığında menkul kıymetler (VDMK) ihraç edildi. Mali piyasaların yaratıcılığı burada da durmadı. Bu menkul kıymetler de yenilerini doğurdu; mali küreselleşmenin olanaklarından da yararlanılarak dünyaya yayılan bir menkul kıymet zinciri oluşturuldu. Ne var ki, bu zincirde ilerlendikçe temelde yatan ipotekli konut kredileri ile eldeki menkul kıymetler arasındaki ilişkiyi kurmak zorlaşıyordu.

    İşte bu sırada bazı ipotekli kredilerin geri dönmediği haberleri gelmeye başladı. Bundan, çok değil, on yıl önce bu olsa, ilgililer defterleri alıp bu kredileri açan bankalara gidip zarar ziyanı saptayabilirlerdi. Oysa şimdi durum öyle değildi. Bu krediler menkul kıymetleştirilerek başka kurumların, hem de dünya ölçüsünde, bilançolarına menkul kıymetler olarak taşınmışlardı. Bir de üstüne bu menkul kıymetler de yenilerini doğurmuş, onlar da başkaları tarafından alınmıştı. İlgili yetkeler, bu durumdan kimin ne kadar etkilendiğini bulamıyorlardı. Öte yandan bu zincirin bir noktasından menkul kıymeti alan kişi ya da kurumlar da elindeki menkul kıymetin arkasında olduğu söylenen varlıkların ne olduğunu, değerlerinin düşüp düşmediğini bilmiyorlardı. Yatırımcılar artık bu tür menkul kıymet almamaya, hatta ellerindekileri çıkarmaya başladılar. Tabii, bu da söz konusu menkul kıymetlerin değerini düşürdü. Bunları teminat olarak vermiş olanlar, teminat açığına düştüler. Onlar da teminat verebilmek için başka bir şeyleri elden çıkarmaya başladılar. Bunun ucunun kime nasıl dokunacağı iyice anlaşılmaz hale gelince, bankalar birbirleri ile olan işlemlerini kısmaya başladılar. Özetle mali sistem, işlevini görememe tehlikesiyle karşılaştı.

    Bu öykünün özünde bazı kredilerde sorun çıkması değil, hangi kredilerde sorun çıkıp bunun hangi kanalla kimi etkileyeceğinin bilinmemesi yatıyor. Yani sorunun bu boyuta gelmesinin temel nedeni bilgi eksikliği, para yokluğu değil. O halde çözümün de ne olduğu belli: Gerekli bilginin sağlanması. Ama bu bilgi elde olmadığı için sunulamıyor. Onun yerine merkez bankaları likidite sağlıyorlar! Hem de az buz değil. Federal Reserve'in sadece 10 Ağustos 2007 Cuma günü piyasaya verdiği likidite 35 milyar dolar ya da tüm ABD bankacılık sisteminin toplam rezervlerinin % 75'i idi. Peki bunu niçin yaptı? Likiditeye gereksinimi olduğunu düşünenlerin ellerindeki bu tür menkul kıymetleri piyasaya boca edip, değerlerini sıfıra düşürmesini ve mali piyasalarda güvenin tümüyle ortadan kalkmasını engellemek için. Böylece mali kurumların biraz daha ne olup bittiğini anlayıp, varlıklarını yeniden yapılandırabilmeleri için zaman kazanılmış olacak. Yeniden yapılandırma başlayınca ne olacak? Etkilenme sırası bize gelecek!


    Bu köşe yazısı 30.08.2007 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

    Etiketler:
    Yazdır