Arşiv

  • Mart 2024 (17)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)
  • Mayıs 2023 (9)
  • Nisan 2023 (9)

    Çin, inovasyon konuşmaktan inovasyon yapmaya nasıl geçmiş?

    Selin Arslanhan Memiş20 Aralık 2015 - Okunma Sayısı: 8820

    Son yıllarda neredeyse her gün, Türkiye’de ileri teknolojili ihracatın önemi, inovasyonun gerekliliği üzerine sohbet ediyoruz. Kamu kurumları ile, özel sektör ile, üniversiteler ile ayrı ayrı ya da hep birlikte. Sanıyorum artık hepimiz, ileri teknolojili sıçrama ve inovasyonun önemi konusunda hemfikiriz. Fakat iş yapmaya gelince, bir yerlerde bir sorun var gibi duruyor. Toplam imalat sanayi ihracatında ileri teknolojili ürünlerin payı nasıl değişmiş diye bakınca, pek de bir değişiklik olmadığını görüyoruz. 2003’te yüzde 1,9 olan ileri teknolojili ürün payı, 2013’te hala 1,9. 20 yıl öncesine bakarsak da yüzde 1,3. 20 yılda da pek bir değişiklik olmamış yani.[1] Göstergeler, bizim henüz inovasyon yapmaya başlamadığımızı gösteriyor.

    Gerek ilgili kavramların yerleşmesi, gerekse önemi konusunda hemfikir olmak için, bu konuşma sürecinden geçmemiz son derece gerekliydi. Fakat artık yapmaya başlamamız gerekiyor. Buna bizi zorlayan iki temel dinamik var. Birincisi, Türkiye’nin geldiği nokta itibariyle yeni bir büyüme stratejisine ihtiyacı olması. Şimdiye kadar iç göç kaynaklı verimlilik artışlarına dayalı büyüdük ve sonuna geldik. Büyüme ve volatilite rakamları bize bunu gösteriyor. Artık yeni bir şeyler yapmamız lazım. Bizi konuşmaktan yapmaya geçişe zorlayan bir diğer temel dinamik ise, küresel ortam, dünyanın içinden geçtiği dönüşüm. Küresel gündemin ana meselesini artık sürdürülebilirlik oluşturuyor. Birçok anlamda sürdürülebilirlik: Ekonomik büyümede, kalkınmada, doğal kaynaklarda…  Birleşmiş Milletler, "Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri"nin (SDG) tanımlanması ile birlikte ülkelerarası bir mutabakat ortaya konmuş oldu. Şimdi her ülkenin olduğu gibi Türkiye’nin de bu mutabakatın bir tarafı olarak yeni bir şeyler yapması gerekiyor. Dünyanın içinden geçtiği teknolojik dönüşüm de, bu sürdürülebilirlik gündeminin tam ortasına yerleşmiş durumda. Yeni teknolojiler büyüme ile sürdürülebilirlik arasındaki ilişkiyi değiştiriyor. Sanayiden hizmetlere, tarımdan enerjiye işlerin yapılış biçimi yeni teknolojilerin transferi ve difüzyonu her açıdan sürdürülebilirliği konuşurken en çok tartışılan meselelerden biri haline geldi.

    Bu iki temel dinamiğe de bakınca, hem Türkiye ekonomisinin hem de küresel gündemin gereği olarak artık konuşmaktan yapmaya geçiş zorunluluk gibi duruyor. Yapanlar nasıl yapmış diye bakınca ise, Türkiye için en ilginç ve en başarılı örneklerden biri Çin olabilir. En başta Türkiye’ye baktığımız gibi, Çin’e de toplam imalat sanayi ihracatında ileri teknolojili ürünlerin payı açısından bakarsak büyük bir sıçrama görüyoruz. Çin’de 20 yıl önce yüzde 7 olan ileri teknolojili ürünlerin payı, 2013’te yüzde 27’ye çıkmış. G20 ülkeleri arasında en fazla ileri teknolojili ihracat payına sahip ülke haline gelmiş. Nasıl yaptıklarına bakmakta fayda var gibi duruyor.

    Biz geçen hafta T20 Çin’in açılış toplantıları için Pekin’deydik. Çin’in inovasyon yapmaya geçişinde etkili birkaç faktörü anlamak için önemli bir fırsat oldu. Öncelikle 2016 yılında G20 dönem başkanlığını Çin’in yürüteceğini belirterek başlayayım. İki hafta kadar önce açıklanan G20 Çin Öncelikler Dokümanı’nda inovasyonun öncelikler arasına girdiğini büyük bir heyecanla izledik. Dokümanda, teknolojik dönüşüm vurgusunun son derece güçlü olduğu, teknoloji transferi ve yeni teknolojilerin difüzyonuna odaklanan, çerçevesi çizilmiş bir inovasyon önceliği yer alıyor. Çin’in G20 döneminde ne istediğini bilen ve tarif eden bir inovasyon önceliği var.

    Buraya nasıl geldiklerine bakınca ise, tartışacak daha fazla konu olsa da, Çin seyahati tecrübesinden yola çıkarak ikisine odaklanabiliriz. İlki, inovasyon yapmak söz konusu olduğunda, Çin’in seçim yapabiliyor olması. Hangi araştırma alanının öncelikli olduğu, hangi teknolojiye odaklanılacağı konusunda ülkenin tamamına yayılmış bir mutabakat var. Bunu Çin Bilimler Akademisi (Chinese Academy of Sciences, CAS) ile toplantımız sırasında görmek mümkündü. Hükümet programlarında yer alan öncelikli alanlar, uygulamadaki herhangi bir araştırmacının, herhangi bir mühendisin de öncelikleri arasında yer alıyor. Verilen destekler de bunlara göre şekilleniyor. Hükümet programındaki öncelikler, üniversiteler, araştırma merkezleri, şirketlerden büyük bir grup araştırmacı ve mühendisin, dünyadaki gelişmelere ve Çin’in konumuna bakarak yaptığı çalışmalar sonucu ortaya çıkıyor. En önemlisi de, yazıldığı yerde kalmıyor. Bu plana yazmak için yapılan bir seçim değil, gerçek bir odak arayışından çıkan ve uygulamaya yayılan bir seçim gibi duruyor. Her şeyi yapmak, her şeyi desteklemek demek aslında hiçbir şey yapmamak demek. Teknoloji ve proje seçer hale gelmeden, bu konuda planlayıcılardan politika yapıcılara, uygulayıcılara yayılmış bir mutabakat olmadan inovasyon yapar hale gelmek pek mümkün görünmüyor. Çin yapmış.

    Çin’in yaptığı bir diğer şey ise, son derece başarılı bir kümelenme uygulaması. Geçen hafta bir de Zhongguancun Bilim Park’ına bağlı bir inkübasyon merkezini ziyaret ettik. Zhongguancun Bilim Parkı, 16 farklı tematik subparkı içine alan bir kümelenme. Toplamda 20.000 şirket, 40 üniversite, yaklaşık 200 araştırma enstitüsü, 67 kamu laboratuvarı, 27 Ulusal Mühendislik Araştırma Merkezi, 28 Teknoloji Merkezi Pekin’deki Zhongguancun Bilim Parkı’nda yer alıyor. Çin bilim parkının aktörlerini içine yerleştirirken, mekanizmalarını tasarlarken nasıl inovasyon yapılır üzerine derinlemesine düşünmüş gibi duruyor. Değer zincirinin tüm aşamalarına dokunan tüm aktörler, çalışan bir ekosistemin parçası olarak orada yer alıyor. Ana aktörleri; üniversiteler, araştırma merkezleri, inkübasyon merkezleri ve şirketler oluşturuyor. Türkiye’de de bunları konuşup sıralarken sorun yok aslında. Bizdeki problem, bunların nasıl yapılanması gereken aktörler olduğunu tanımlamaya gelince, aktörler arası ilişkileri kurmaya çalışınca başlıyor.

    Örneğin Çin’deki inkübasyon merkezi mantığı bizdekinden son derece farklı. İnkübasyon merkezleri, aslında her bir tematik subparkta yer alan ve birbiriyle rekabet eden şirketler şeklinde yapılanmışlar. Ziyaret ettiğimiz biyoteknoloji inkübasyon merkezinin direktörü, konuşmasına en iyisinin onunki olduğundan büyük bir heyecanla bahsederek başladı. Bizdekilerden farkı tematik yapılanmış inkübasyon merkezleri olmaları. Start-up şirketlere tüm laboratuvar imkanlarını sunuyorlar. Şirketlerin kullanımına açtıkları ortak araştırma altyapıları var. Ön araştırma laboratuvarından şirketlerin büyük ölçekli üretime geçiş için gerekli test ve onay altyapılarına kadar hepsi hazır. İnkübasyon merkezlerinin kendileri de şirket gibi çalışıyorlar. Birbirleriyle rekabet ediyorlar ve ancak öyle para kazanıyorlar, yatırım alıyorlar. Bu nedenle inkübasyon merkezinin başındaki direktörler bu kadar sahiplenmiş, bu kadar heyecanlılar. Ziyaret ettiğimiz inkübasyon merkezi 2003’ten bugüne kadar 93 halka açık teknoloji şirketi çıkarmış. Çin’in ileri teknolojili ihracatındaki sıçramaya şaşırmamak lazım.

    Çin çoktan inovasyon konuşmaktan inovasyon yapmaya geçmiş. Yapmaya geçiş için bir odaklanma ve somut adım atma gereğinin en güzel örneğini bize gösteriyor. Çin, teknoloji transferi için büyük iç pazarından kaynaklı pazarlık gücüne rağmen, bununla yetinmemiş. Tek başına teknoloji transferinin yeterli olmayacağının farkında olup önce teknolojinin difüzyonu sonra geliştirilmesi için gerekli adımları atmış. Türkiye’nin önünde yapılmışı var. Önce teknoloji seçmeye sonra da teknoloji odağı etrafına yerleştirdiğimiz reform adımlarını atmaya, tematik kümeler gibi hızlandırıcı projeleri uygulamaya koymaya bir an önce başlamamız gerekiyor.


    [1] Selin Arslanhan Memiş, “G20 Ülkelerinde Bilim, Teknoloji ve İnovasyon”, TEPAV Değerlendirme Notu, Nisan 2015. http://www.tepav.org.tr/upload/files/1428321964-8.G20_Ulkelerinde_Bilim__Teknoloji_ve_Inovasyon.pdf

    Yazdır