Arşiv

  • Nisan 2024 (7)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)
  • Mayıs 2023 (9)

    Türkiye’de işgücü piyasası katılaşarak esnekleşebilir

    Hasan Ersel, Dr.24 Eylül 2007 - Okunma Sayısı: 1224

     

    Kayıt dışılık nedeniyle Türkiye'de işgücü piyasası zaten esnektir. Ama bu esnekliğin faturası büyük bir güvence eksikliğidir. Dolayısıyla, demokratik ortamda, Türkiye'de işgücü piyasası aslında ancak 'katılaşarak esnekleşebilir'.

    Yakında bütçe meclise gönderilecek. Hükümetin iktisadi programı yeniden tartışılmaya başlanacak. Herhalde istihdam sorunları gündemde olacak konuların başında yer alacak. Hükümetin programında istihdamı artıracak önlemler üzerinde duruluyor. Programda işsizlik oranının ne olacağına ilişkin bir hedef verilmiyor. Sanırım işsizlik oranı için bir hedef vermek, bugünkü koşullarda, pek inandırıcı da olmazdı.

    Bunun önemli bir nedeni, herhalde,  hükümetin istihdamın bugünkü eğiliminin üzerinde artırılması için yapısal değişiklik getiren önlemlere güvenmekte olması. Bunların istihdam üzerindeki etkilerini öngörebilmek kolay değil. Ancak, alınması planlanan önlemlerden ne beklendiğinin de ilk fırsatta kamu oyuna etraflı bir biçimde açıklanmasında da yarar var.

    Esneklik-güvence ilişkisi

    Hükümet programında, "işgücü piyasasında esneklik-güvence ilişkisinin korunması" ilkesinin vurgulanmasını olumlu bir nokta. Tabii bu ifadeye içerik kazandırılması gerekiyor. Çünkü, kayıt dışılık nedeniyle Türkiye'de işgücü piyasası zaten esnektir. Ama bu esnekliğin faturası büyük bir güvence eksikliğidir.

    Dolayısıyla, demokratik ortamda, Türkiye'de işgücü piyasası aslında ancak "katılaşarak esnekleşebilir". Kuşkusuz üretimin nitelikli işgücü gereksinimi arttıkça, güvence eksikliğinin çalışana olduğu kadar çalıştırana da bir hayrı olmadığı daha iyi anlaşılacaktır. Ancak bu sürecin kendi dinamiği ile buraya kaç yılda, ya da on-yılda, geleceğini kestirmek pek kolay değil. Çalışanlardan da "ileride bir gün haklarının korunacağını" söyleyip, o ilerisinin ne olduğunu belirlemeden, beklemelerin istemek ne akla uygundur ne de vicdana sığar. Dolayısıyla, hükümet programında yer alan bu ifadededen, işgücü piyasasının işleyişi biçimini değiştirecek bir bir yapısal reformun hedeflendiğini çıkarıyorum.

    Tuzla'daki tersane olayı

    Böyle bakınca da işgücü piyasası reformu, kıdem tazminatının düşürülmesi, esnek çalışma saatleri uygulanması gibi işgücünün cari maliyetini düşüren önlemler demeti olarak düşünülemez. Acı bir olayı anımsatayım: 21 Ağustos-2 Eylül tarihleri arasındaki 13 günde Tuzla tersanesinde 5 işçinin "farklı" iş kazalarında yaşamı yitirdi. Bu tür kazalar Tuzla'da ilk kez de olmamış: 2004 yılında www.sendika org.'da yayınlanan bir yazıda 1983-2004 arasında ölümle biten 43 kaza olduğu ve bunlardan 41'nin 1992'den sonra olduğu bilgisi veriliyor. Tuzla tersanesinin Türkiye'de ölümcül iş kazası olan tek yer olmadığı da malum. Demek ki bu olup bitenler, bazı firmaların ya da kişilerin ihmali ya da hatasıyla açıklanabilir olmanın ötesinde.

    Çalışma güvenliği için gerekli koşullara her yerde uyulması, çalışanların haklarının açık bir biçimde tanımlanması ve güvence altına alınması, söylemesi kolay, yapması zor bir iştir. Bu olaya reform adı verilmesinin nedeni de budur. Bazı firmaların bu kurallara uyup, diğerlerinin uymaması durumunda kurallara uymayan firmalar, hiç olmazsa kısa süre için, kurallara uyan firmalar aleyhine maliyet avantajı sağlayabilirler.

    Bu durumda rekabet ortamının dinamiği, kendi başına bırakılırsa, büyük bir olasılıkla işçi haklarına saygı gösterilmeyen bir ortamın oluşmasına yol açacaktır. Oysa, biraz daha uzun soluklu düşünüldüğünde işçilerin haklarının sağlanıp işçilerin teknik becerisini artıracak eğitim verilmesi ve iş donanımlarının hem iş güvenliğini hem de etkinliği artıracak biçimde olmasının sağlayacağı verimlilik artışı bunları yapmanın maliyetinden çok daha fazlasını kazandırabilir. Ama bunu yapmaya niyetli bir firmanın geçiş döneminde bu dönüşüm için gerekli kaynakları nasıl bulacağı ve rekabetçi konumunu nasıl sürdürebileceği sorunlarına çözüm bulunması gerekiyor. Bu da hükümetin aktif tutum almasını yapmasını gerektiriyor. İşgücü piyasası reformu da bu zaten. Kolay iş de değil.

    Yapılan işin niteliği

    İnsanın yaptığı iş, sadece geçimini sağlamaz, kendine saygı düzeyini de belirler. Kişinin sevdiği işte çalışmasıyla, geçim derdi nedeniyle neredeyse zorla çalışması arasında fark vardır. Kişinin beceri gerektiren, bu nedenle de çevresi ya da toplum tarafından takdir edilen bir işte çalışmasıyla, ıslık çalındığında koşanlardan ilk varanların kabul edildiği işte çalışması da aynı şey değildir. Bu açıdan baktığımızda istihdam yaratmak denildiğinde kastedilenin çalışana özgüven ve kendine saygı kazandıran alanlar olması gerekir.

    İnsanın yaptığı işten tatmin olması, toplumsal yaşama uyumunu sağlamaya yardım eder. Bundan doğan "toplumsal yararlar" ülkenin gelişmesini hızlandırıcı yönde etki yapar. Demek ki, biraz uzun soluklu olarak işgücü piyasalarına bakılırsa, çekirdeğinde "insanın" yattığı çok yönlü dinamik ilişkiler görülür.

    Kuşkusuz bir insanın iş yaşamına uyum sağlaması başta kendisinden gelen pek çok nedene bağlıdır. Ancak, olay bir noktada da izlenen iktisadi ve sosyal politikalarla da ilişkilidir. İnsanları hevesle çalışmaya özendirecek işler ve iş ortamı yaratılamadığı toplumların nasıl bunalımlar ve karamsarlık içine düştüğünün tarihte örnekleri çoktur. Örneğin XIX. Yüzyılın ikinci yarısında, İtalya'daki işsizlik ve ortamın kötülüğü on binlerce İtalyanı Yeni Dünya'ya (özellikle ABD ve Arjantin'e) göç etmek zorunda bırakmıştı. Bu o kadar  toplumun günlük yaşamına işlemişti ki, göçün en yoğun olduğu yıllarda artık yaşlı bir insan olan ünlü İtalyan bestecisi Giuseppe Verdi, yarattığı eşsiz yapıtlarıyla değil, çiftliğinde çalışan hiç kimsenin göç etmeye kalkışmamış olmasıyla övünürmüş.

    Refah ve mutluluk ayrımı

    Önümüzdeki dönemde, Türkiye'de yaşayanlara istihdam yaratamadığımızda, onların iş bulacağı başka yerler olmayacak. Bu nedenle ülkemizde nitelikli istihdam yaratmak önümüzdeki dönemin en önemli sorunu olacak. Bu sanayileşme stratejisi belirlemek demek. Küresel rekabet içinde yaşayabilen firmalarımız olması gerekiyor. Aynı sorun hizmet sektörü için de geçerli. Sokakta salatalık satmak da hizmet sektörü içinde yer alır, doktorluk da. Ama rekabete dayanabilecek bir firma kurmak da bir doktoru istihdam etmek de pahalı işlemlerdir.

    Bunlara kaynak ayırmak gerekir. Tabii işin bir de arz tarafı var. Bu tür nitelikli işgücü talebinin karşılanması gerekir. Eğer tıp eğitimi almış, hele bunu uluslararası standartta tatmin edici düzeyde almış, kişiler yoksa bu istihdam alanı yaratılamaz. Bu da dönüp dolaşıp, nitelikli eğitimin yaygınlaştırılması sorununa bağlanıyor. Türkiye'nin bu açıdan hiç de iç açıcı bir görünüm sergilemediği açık.

    Bunları hükümet programındaki "Hükümetimizin ekonomi politikalarının amacı insanımızın refah ve mutluluğunu artırmaktır" ifadesinin neleri gündeme getirdiğine dikkati çekmek için yazdım. Özellikle de refah ve mutluluk ayrımının yapılmış olması nedeniyle!

     

    Bu köşe yazısı 24.09.2007 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

     

    Etiketler:
    Yazdır