TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Bugünü en iyi anlatan kavram sanırım “eşitsiz gelişme” (uneven development). Gerçi ben asimetrik gelişme ya da büyüme demeyi seviyorum ama eşitsiz de güzel. Virüsle birlikte yaşarken eşitsiz gelişmenin ne demek olduğunu her gün görüyoruz aslında.
Sanayi sektörü büyüyor, istihdam yaratıyor ama hizmetler daha toparlanma telaşında. Bazı yerlerde fiyatlar hızlı artıyor, diğerlerinde yavaş. Aynı durum sektör bazında işsizlik etkileri için de geçerli. Bazıları artıyor, bazıları hareketsiz. Bölgelere göre incelediğinizde de farklılıkları görmek mümkün. Neden? Kırılganlıklar mekâna göre de farklılıklar gösteriyor. Yetmez, şirket bazında bakmak gerekiyor doğrusu. Öyle bir dönem.
Şirketlerimiz borçlu, banka bilançoları sorunlu ama buna rağmen firmalar ihracat taleplerini karşılamaya çalışıyor. Diğer yandan milli gelirden çalışanların aldığı pay geriliyor, yoksullar daha yoksul oluyor. En alttakiler, sistemde hiç kaydı olmayanlar; kadınlar ve göçmenler. Zayıf sosyal korunma ağımız onları hiç kale almıyor.
Aynı Charles Dickens’in “İki Şehrin Hikâyesi”nde resmettiği Fransız Devrimi dönemi gibi, bugünlerde Türkiye ekonomisinin performansı doğrusu: “Zamanların en iyisiydi. Zamanların en kötüsüydü” ortamı bu içinde bulunduğumuz dönem. Bir tür geçiş dönemi bu. Kartların yeniden karıldığı bir dönem.
Böyle bir ortamda, makro rakamlar, mikro düzeyde neler olduğunu izah etmekte yeterli olmuyor. Bir de üzerine birileri bir köşede rakamları daha pırıltılı yapmaya çalışıyorsa, neler olup bittiğini makro resme bakarak takip etmek tamamen imkânsız hale geliyor. Duble riziko, bir nevi. Makyaj yapanlar için de kötü aslında, malum it izi, at izi meselesi.
Aklımda hep şu soru var bugünlerde: Virüs sonrası yeşil büyüme süreci de benzer bir biçimde eşitsiz gelişmeye/toparlanmaya yol açar mı? Doğrusu ben bu soruyu “evet” diye cevaplama eğilimindeyim. Peki, bu durumda genişletici para ve maliye politikalarına bir süre daha devam etmek gerekir mi? Evet. Peki, ekonomide neler olup bittiğini nasıl daha iyi anlayabiliriz? Aklımdakini anlatmaya bir başlayayım bugün.
Marksist iktisattan ödünç bir kavramla virüsü ve virüs sonrasını düşünmek zihin açıyor
Önce Sezar’ın hakkı Sezar’a. Kapitalizmin “eşitsiz gelişme yasası”nı Troçki’den okumuştuk. Buna göre, her ülkenin şartları, ülkelerin içindeki bölgelerin gelişmişlik dereceleri, kaynakları birbirinden farklı olduğu için her yere aynı anda belli bir sermayeyi/çözümü götürsek bile bunun iktisadi değişim/gelişme açısından sonuçları ülkeden ülkeye, bölgeden bölgeye farklı olurdu. Özetle böyleydi eşitsiz gelişme yasası.
1920’lerde, 1930’larda Leon Troçki’nin derdi Rusya’da kapitalizmin gelişim süreci üzerinden sosyalizme geçiş patikasını düşünmekti. Sonra şöyle oldu, böyle oldu ama analiz güzeldi. Bakın bugünde derdimiz benzer. Virüs sonrasına geçiş patikasını yeşil mutabakat gündemi üzerinden bulmaya çalışıyoruz. Ortada bir yeniden yapılanma gereği olduğu ortada. Bir tür kaynakların yeniden dağıtımı (structural reallocation) dönemi işte.
Merkez bankalarının Davos’u diye tarif edilen Jackson Hole toplantısı 24 Ağustos’taydı. Toplantının adı doğrusu dikkat çekiciydi: “Eşitsiz Ekonomide Makroekonomik Politika” (Macroeconomic Policy in an Uneven Economy). “Makroekonomik politika ve eşitsiz gelişme ortamı” da diyebilirlermiş esasen tartışma tebliğlerini okursanız. Uneven economy deyince insan merak ediyor tabii.
Gourinchas (2021), mesela, COVID-19’a karşı maliye politikası tedbirlerini “eşitsiz ekonomi sonuçları açısından” değerlendirirken üç düzlemde farklı eşitsizliklerden söz ediyordu. Öncelikle, özellikle sektörler ve ülkeler COVID-19’dan farklı bir biçimde etkileniyorlardı. İkinci olarak, her ülke COVID-19’a karşı farklı politika tepkileri gösteriyor ve farklı tedbirler uyguluyordu. Üçüncüsü ise farklı şirketler kesimi ve kamu kesimi kırılganlıkları nedeniyle toparlanmanın hızı ülkeden ülkeye değişik olabiliyordu.
Yapılan çalışmalara göre her sektörün aynı anda aynı tepkileri göstermediği bu tür bir eşitsiz gelişme ortamında, genişletici para ve maliye politikalarının devamlılığı önem taşıyor. K-tipi büyüme süreci, kaynakların yeniden dağıtıldığı dönemler daha gevşek para politikasını gerektiriyor sonuçta.
Hatırlayın sanayi sektörü hızla toparlanırken, hizmetler aşı öncesi kapanma tedbirleri nedeniyle asimetrik bir performans sergiledi. Aynı biçimde, turizmin yoğun olduğu Antalya bölgesinin COVID-19’dan etkilenmesi ile Kocaeli’ninki aynı olmadı. Yine aynı biçimde İspanya ile Almanya da simetrik bir biçimde etkilenmediler küresel salgından.
Herhalde bu bağlamda şu da söylenebilir. Herkes hem sağlık hem de makroekonomi düzleminde aynı politika tepkisini göstermiş olsaydı bile ülkeler arası şirket ve kamu sektörü kırılganlıklarındaki farklılıklar nedeniyle, ülkeler arasında farklı toparlanma hızları görebilirdik. Bu toparlanma süreci için geçerli olduğu gibi, doğrusu daha sonrası için de geçerli.
Dolayısıyla bir ülkede yapılanı, olduğu gibi aynen tekrarlamak benzer sonuçlara yol açmayabilir. Doğrusu benim bu yılın Jackson Hole tartışmalarından çıkardığım ilk sonuç böyle oldu.
Dikkatimi çeken ikinci nokta ise toplantıdaki Türk iktisatçılardı elbette. Onun da altını çizmek lazım. Yukarıda Gourinchas (2021) diye geçtiğim çalışmada yazarlardan biri Maryland Üniversitesi’nden Şebnem Kalemli Özcan’dı. Ayrıca Austin Teksas Üniversi’nden Ayşegül Şahin ve Minnesota Üniversitesi’nden Fatih Güvenen’de vardı. Bunu da not etmeden geçmeyeyim.
Yeşil Mutabakat süreci ile gelecek yeni kaynak dağılımı gereği yeni bir eşitsiz gelişme sürecine yol açar mı?
Geleyim aklıma takılan üçüncü meseleye. Bugünkü eşitsiz gelişme süreci virüsün yol açtığı hem arz hem de talep yönlü şoklardan kaynaklandı. Mesela uzaktan çalışmanın kolaylıkla mümkün olduğu alanlarda intibak hızla gerçekleşti. Bazı sektörlerde virüsü dikkate alan bir dizi yatırımla toparlanma süreci başladı. Bazı alanlarda ise toparlanma daha fazla zamana yayıldı.
Şimdi virüs sonrası toparlanma için iklim değişikliği gündemine dayalı yeşil mutabakat politikalarından bahsediyoruz. Hem dijital hem de yeşil bir dönüşüm sürecinden bahsediyoruz. Avrupa’nın ve Türkiye’nin karbonsuzlaşması için atılacak adımlar, bazı sektörleri ve bazı bölgeleri olumsuz, bazılarını ise olumlu etkileyecek. Kaynaklar bir sektörden diğerine doğru yeniden dağıtılacak. Bizi yine eşitsiz bir intibak süreci bekliyor.
Böyle bakarsak, aynı virüs döneminde olduğu gibi iktisadi işleyişi, hayatlarımızı etkileyecek bir dizi şokla karşı karşıya kalacağız. Adil geçiş talebi bu çerçevede, ekonominin şoklara karşı dayanıklılığı artırmaya öncelik vermeyi gerektirecek. Böyle bir ortamda ise, bugünkü genişletici para ve maliye politikalarını hızla terk etmenin kolay olmayacağı bir döneme gireceğiz bir nevi. Neden?
Yapısal şoklara karşı ekonominin dayanıklılığını artırmayı daha ayrıntılı tanımlamak lazım sanırım. Bu ayın 23’ünde Birleşmiş Milletler Gıda Sistemi Zirvesi düzenliyor. Nedir? Gıda sisteminin virüs benzeri şoklara karşı dayanıklılığını artırmak demek özellikle kırılgan grupların hem gıda sisteminin arz yönlü şoklarından hem de talep yönlü şoklarından nasıl etkilenebileceğini düşünerek tedbir almak demek aslında.
Nedir arz yönlü şok? Özellikle kırılgan grupların bazı mallara erişimini zorlaştıran, fiyatları yükselten ilgili malın değer zincirindeki kırılmalardan kaynaklanan sorunlar. Mesela Dünya Gıda Örgütü (FAO)’nün gıda endeksine göre iklim değişikliği ve doğrudan virüs kaynaklı etkiler, son bir yılda küresel gıda fiyatlarını yüzde 33 artırmış. Ortada yerel olmanın ötesinde küresel bir problem var öncelikle. Geliriniz aynı kalsa bile özellikle bazı mallara erişiminiz zorlaşıyor doğal olarak. Küresel gıda fiyatları yüzde 33 artıyorsa bir de kur şokundan etkilenerek bizim buradaki fiyatlara gelen etkiyi düşünün derim. İçerideki tamamen politik “fahiş fiyat” tartışmasının denetimlerin bir manası yok esasen.
Aynı biçimde gıda sistemi içindeki lokantalarda çalıştıkları için, COVID-19 kaynaklı kapanma nedeniyle, işini kaybeden, gelir akımı azalanlar için ise bir tür duble riziko durumu ortaya çıktı. Aynı durum son dönemde artan e-ticaret aktivitesi nedeniyle işini kaybedenler için de geçerli olabilir. Trendyol, HepsiBurada, Getir’in başarılarından mutluyuz ama yol açtıkları etkileri bu geçiş döneminde daha tam ölçebilmek mümkün değil.
Çözüm? Bir yandan değer zincirinde kamu politikası hataları nedeniyle ortaya çıkan kırılmaları onarmak ama öte yandan ise kimseyi geride bırakmayacak kapsayıcı bir sosyal yardım ağını nasıl kurabileceğimizi düşünmek sanırım. Yeşil mutabakat sürecinde kaynaklar bir yerden bir başka yere doğru akarken, benzer zorlukları yaşamayacağımızı söylemek çok zor. İşte tam da bu nedenle bir an önce hazırlık yapmaya başlamak gerekiyor.
Neden? Türkiye gibi Avrupa ile entegre olmuş bir ekonomiye sahip bir ülkenin, AB ile entegrasyon biçimini değiştirmesi demek dekarbonizasyon. Bu çerçevede dekarbonizasyon kaynakların bir sektörden diğerine akması, kapsamlı bir yeniden yapılanma aynı zamanda. Türkiye’nin AB ekonomilerindeki yeniden yapılanmaya seyirci kalması mümkün değil ise hal bu. Değişene nasıl intibak edeceğimizi ise bugünden kapsamlı bir biçimde düşünmek gerekiyor.
Makroyu kavramak için mikro düzeyde değişeni anlamak lazım
Peki, ne yapmak lazım? Doğrusu ya, ben bu dönemde, şirketler kesiminde, hane halkında, sektör sektör, bölge bölge ne tür etkilerin hissedildiğini, ne tür tedbirler alındığını yakından takip etmek gerektiğini düşünüyorum. Bu kadar kapsamlı bir dönüşüm sürecinin üç tane makro değişkene bakarak kavranması son derece zor.
Peki, bugün neredeyiz? Doğrusu ben Sayın Orhan Karaca’nın geçenlerde attığı bir tweetinde gördüğüm çerçevenin değerlendirme için uygun olduğunu düşünüyorum. Doğrusu “twitter mikro blogdur” tanımına çok uygundu bu tweet. 2021 yılının ikinci çeyreğinde Türkiye ekonomisi 2020 yılının ikinci çeyreğine göre yüzde 21,4 büyüdü. Önce bunu bir çerçeveye yerleştirmek lazım. Türkiye ekonomisi Damat Berat Bey (DBB) döneminde büyüme süreci açısından baktığınızda aslında hat değiştirerek daha yavaş büyüme patikasına geçmişti zaten. 2015-2018 döneminde Türkiye ekonomisi her çeyrekte bir önceki çeyreğe göre ortalama yüzde 1,5 büyüdü. Böyle bakarsanız, 2021 yılının ikinci çeyreğinde Türkiye ekonomisi yüzde 0,9 büyüdüğüne göre demek ki uzun dönem ortalamasına göre yüzde 40 daha yavaş büyüdü.
Grafik bu çerçevede Türkiye ekonomisinde DBB etkisi olmasaydı, büyüme nasıl olurdu, onu gösteriyor kesikli çizgiyle. Ayrıca kalın çizgiyi takip ederseniz ekonominin içine girdiği ödemeler dengesi problemlerinin Türkiye’yi nasıl bir düşük büyüme sürecine soktuğuna da işaret ediyor. Böyle bakıldığında, Türkiye ekonomisi düşük büyüme hattına zaten girmiş ve virüs şokuna orada yakalanmış. Şimdi eski büyüme hattından pek uzakta duruyor doğrusu. Daha çok işimiz var.
Tablo ise CDS risk primlerinde ülkemize ait kırılganlarda başka ülkelere göre nerede olduğumuza işaret ediyor. Türkiye, en riskli ülkeler sıralamasında hâlâ G20 ülkeleri içinde Arjantin’den sonra ikinci sırada yer alıyor. Kötü.
Peki, hiç mi umut yok? Var. Birincisi, Türkiye’nin Atlantik’in iki yakasında biçimlenmekte olan yeni ticaret bölgesinin ve buna bağlı olarak şekillenmekte olan bölgesel ittifaklar alanının farkına varması ve yeni dünyada kendine yer biçmesi gerekiyor. Doğru adımı atarsak imkânlar alanımız genişleyecek, yanlış adım da ısrar edersek imkânlar alanımız daralacak. Dünya artık böyle. Trump gibi bir şaşkını nafile pazarlıklarla idare etmek mümkündü ama galiba artık değil.
İkincisi, şirketler düzeyinde ortaya konulan dinamizm Türkiye’nin önümüzdeki dönemde çıkış yolu aslında. Son dönemin ihracat performansına ve startuplara yönelen talebe bir de bu açıdan bakmakta fayda var. Türkiye eğer kural hakimiyeti, bağımsız mahkemeler, demokrasi ve insan hakları konusundaki sicilini hızla düzeltmeye yönelirse, yeniden yapılanmakta olan küresel değer zincirlerinden en büyük payı alabilecek ülke olmaması için bir neden yok.
Üçüncüsü, şirketlerle özellikle biyoteknoloji, hidrojen ekonomisi, mobilite çözümleri ve derin teknolojiler konusunda en iyi işbirliği yapılacak ülkelerden biri Türkiye. Dolayısıyla büyük yatırımlara girişmeden önce ortak projeler üzerinde çalışmaya hemen başlamak mümkün. AB’nin Horizon projeleri büyük bir imkân alanı açıyor görebilenler için.
Nasıl Jackson Hole’da Türk iktisatçılar varsa, Avrupa’da her laboratuvarda Türk bilim insanları, her önemli firmada Türk mühendisleri var. Üniversitelerimiz her şeye rağmen hala güçlü ve yeterli. Bakın bu da önemli.
Bu duygu ve düşüncelerle ben, Jackson Hole tartışmalarını yeşil büyüme süreci açısından son derece manidar gördüm doğrusu. Öyle anlaşılıyor ki, Atlantik’in iki yakasında, para ve maliye politikaları hep süreci destekleyici olur. Bizim buralarda ise, bu kadar kırılgan bir ekonomide hep çok temkinli olmakta fayda var doğrusu. Eşitsiz gelişmeyi unutmamakta, orada olanın burada da olabileceği konusunda acele etmemekte fayda var.
Bu köşe yazısı 20.09.2021 tarihinde Dünya Gazetesi'nde yayımlandı.