Arşiv

  • Mayıs 2024 (1)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)

    Kent içinde kalan askeri alanlar nasıl değerlendirilebilir?

    Cihat Baluken04 Ağustos 2023 - Okunma Sayısı: 1158

    Milyonlarca metrekare askeri arazi, kullanım durumları ve mülkiyeti değiştirilerek konut, işyeri, sanayi ve turizm alanlarına dönüştürüldü. Bu durumun yaşandığı illerin başında İstanbul yer alıyor. Peki, bu gibi kentsel veya ulusal altyapı hizmetlerinin bulunduğu mekânlarda bir dönüşüm mümkün müdür? Kentin bir parçası olan çevre altyapısının dönüşümü meselesi nasıl ele alınmalıdır? Ekonomisi gelişmiş ülkelerde bu gibi dönüşüm süreçleri nasıl işliyor?

    Bu yazıda eski bir askeri alan olan bir mekânın dönüşümünü Batı Avrupa örneğinde neye benzediğine dair fikir oluşturmak amacıyla hayatın bir noktasında denk geldiğim bir projeden gözlemlerimi aktaracağım. Ancak öncesinde Caldwell (1970)’in environment; a challange to the modern society eserinden çevre nedir, çevresel alanların yönetiminde anlayışlar ve kentsel çevresel altyapıların dönüşümü hakkında ilham verici birtakım bilgi ve görüşleri aktaracağım.

    Çevre, sözlük tanımıyla hava, toprak, yer altı ve yer üstü kaynaklar anlamına gelmektedir. Bir diğer tanıma göre ise etrafta bulunan şeylerin, durumların ve etkide olunanların birikimi olarak tanımlanmaktadır[1]. Caldwell’e göre kent mekânında bulunan askeri alanlar da kentsel ve çevresel altyapının bir parçası olarak görülür. Aslında kentsel altyapılar insanlar gibi yaşayan sistemler olarak tanımlanır ve insan yaşamıyla birlikte sürekli değişim içinde olabilirler. Kentsel altyapıların değişebileceği veya kullanılmaz hale gelebileceği durumlar zamanla ortaya çıkabilir[2]. Dolayısıyla bu alanlara yönelik dönüşüm yaklaşımı ve taktikleri düşünülebilir ve gündeme taşınabilir. Burada önemli olan mesele bir askeri kamp alanı olarak kentsel altyapı alanına yapılan müdahalenin türü, dönüşümün nasıl ve kimin için gerçekleşeceği meselesi olabilir. Çünkü kentin bir noktasında çevre altyapısına yapılan bir müdahale, çevrenin bütüncül ele alınması gerektiği görüşü üzerinden düşünülerek bütüne dair kötü bir tabloya veya bozulmaya destek olabilir. Örnek vermek gerekirse yer altı suları birbiri ile bağlantılıdır, hava ve toprak da öyle. Bir sistemler bütünü olan çevrenin kısmi parçasında bozulmaya neden olacak bir müdahale, sadece etkisini o noktada bırakmaz, kentin diğer bölgelerinde yaşanacak çevre problemlerinin artmasına da neden olabilir. Askeri alanlarda yaşanabilecek çevresel kıyımın boyutları ulusal veya kentsel düzeyde hissedilebilecek bir düzeye ulaşabilir.


     

    1970 basımı Lyton Keith Caldwell’e ait Environment; A Challange to Modern Society kitabına ait görsel

     

     

     

     

     

     

    Dolayısıyla askeri alanların içinde bolca bulunan orman veya açık yeşil alanların yapılaşmaya açılması, maddi anlamda gelir getirici bir faaliyet olarak görülürken ileride ise tüm kentli grubunun yaşam kalitesine tehdit oluşturan bir etken olmaktadır. Bugünlerde gündüz vakti açık alanda bulunan, çalışmak veya seyahat etmek durumunda olan herkes yüksek sıcaklıklar ve kentsel ısı adaları karşısında yaşam kalitesinden ödün vermenin neye benzediğini rahatlıkla akıllarında canlandırabilirler.

    Caldwell çevreye yönelik iki ayrı anlayıştan bahseder.

    Caldwell, refah ve nihai hayatta kalma çabası olarak çevrenin unsurları arasında “hareketli bir denge” veya dinamik dengenin sürdürülmesine bağlı olarak gören anlayışı ekolojik bakış açısı olarak görüyor. Bir diğer anlayış ise piyasa görüşü (market view) olarak tanımlanıyor ki atılan adımlar Türkiye’de bu anlayışın egemen olduğuna dair güçlü izler bırakıyor. Buna göre, ekonomik ve politik güçlerin serbest oyunu, çevre politikasının en uygun belirleyicisi olarak görülüyor. Çevresel bozulmaya karşı kontrol için popüler tercihler arasındaki rekabet kısıtlamalarının otomatik frenlemesine dair güven eğilimi bulunuyor. Ekolojik anlayışta ise çevresel kontrol ve yönetimsel tedbirler ilk akla gelen mekanizma oluyor.

    Yakın zamanda BBC Türkçe tarafından İstanbul’da bazı askeri alanlar neden ve nasıl imara açılıyor?[3] başlıklı bir araştırma haberi yayımlandı. Bu haberin, İstanbul’da askeri alanlara bu zamana kadar yapılan müdahaleler konusunda iyi bir derleme özelliği taşıdığı görülüyor. Habere göre askeri alanların yapılaşmaya açılmasına 2016 yılındaki darbe girişimi sonrasında karar verildiği belirtiliyor. Daha sonra ise o dönemin ve şu an tekrar Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı olan Mehmet Özhaseki ise askeri alanların deprem rezerv alanı olarak değerlendirebileceği ve konut projelerine konu olabileceğinden bahsediyor. Ardından zaman zaman askeri alanların millet bahçesi olarak değerlendirileceğine dair çıkışları bulunan bir önceki bakan Murat Kurum, 6 Şubat'ta meydana gelen Kahramanmaraş merkezli depremleri takip eden süreçte, kentsel dönüşüm için İstanbul’un iki ayrı yakasında birer uydu kent kuracaklarını ve buralara 500 bin konut inşa edeceklerini açıklıyor. Aynı haberde İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) yetkilileri ise bu zamana kadar yapılan projelerinin büyük çoğunluğunun lüks konut projeleri olduğunun altını çiziyor.

    Peki, İstanbul’un yaklaşık %10’nu oluşturan, Ankara'da 18 bin 800 hektarlık, İzmir'de daha çok, 26-27 bin hektarlık büyük alanlardan oluşan ve bugün kent merkezi içinde kalan bu alanların kent ve kentsel planlama için anlamı ne olabilir?

    Bu noktada meselenin en az mekânsal planlama kadar önemli yanının kamu yönetimi problemi olduğunu belirtmekte fayda var. Bugüne kadar Milli Savunma veya Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) gibi katı kurallara tabi kurumlar tarafından korunan büyük çevre alanları şu an piyasa paydaşlarının iştahlı kollarına atılıyor. Peki, atıl durumda olan askeri alanların TSK sonrasında devredilmek üzere sadece bu alanları korumak ve hayatta tutmak amacıyla kurulacak ayrı bir kuruma aktarılması, yıkımın önüne geçebilir miydi? Ekolojik anlayışa göre bu kesinlikle düşünülmesi gereken bir seçenek.

    Planlama disiplininde kent çeperinde yer alan ve içerisinde doğal alanları da barındıran büyük ölçekli kullanımlar 1960’larla birlikte gündeme gelerek tartışılıyor. Kentin dışına doğru stadyum, askeri alan, tarımsal kullanımlar barındıran bostan veya kent çiftliği şeklinde görülebilen bu kullanımlar çeper kuşaklar[4] olarak tanımlanıyor. Çeper kuşakların kent ile kentin ötesinde yer alan doğal alanlar arasında bir bariyer özelliği gördüğü düşünülüyor. Kentsel morfolojik gelişmeler, doğal büyüme projeksiyonları ve göç neticesinde kent lekesinin büyümesi sonrasında kentin içinde kalan çeper kuşak alanlar son yıllarda ciddi yapılaşma baskısı altında kaldıkları anlaşılıyor. Nitekim bu baskı Türkiye kentlerinde kent ile kır arasında geçiş alanlarına yönelik tartışmaları başlatmış ve ayrıca kentin en çeperinde yüksek katlı blokların oluşması gibi endişe verici bir tablonun oluşmasına katkı sağlıyor. Doğal çevreye tehdit oluşturmak bir yana, iklim değişikliğinin etkilerinin sıklıkla hissedildiği günümüz kentlerinde sel gibi afetlere kentsel sünger (urban spunge)[5] gibi çözümlerin üretildiği bir ortamda çeper kuşakları çok iyi değerlendirilmelidir diye düşünüyorum.

    Ankara’da yer alan askeri alanların harita üzerinde görünümü

    Ankara’da yer alan askeri alanların, kentin çevre altyapısının bir parçası olduğunu anlamak, askeri alanlarla açık ve yeşil alanları bir arada gördüğümüz haritadan çıkarmak mümkündür. Bu da bu zamana kadar TSK kontrolünde sıkı korunan bu çevresel varlıkların, kentin bütünü açısından önemini göstermesi açısından kritik önemde olduğunu gösteriyor. Kentsel planlama camiasından bir ODTÜ Ormanı gibi Ankara’nın korunan çevre varlıklarına sahip bölgelerde özelleştirme veya yapılaşma ne anlama geliyorsa askeri alanları da yapılaşmaya açmak aynı manaya sahiptir görüşü sıklıkla dile getirilebilir. Burada her zaman hatırlatılması gereken bir diğer konu ise fosilleşen çeper kuşak kullanımlarının kentsel ve toplumsal hafızada aşılması güç yerler edinmesidir. Dolayısıyla Ankara özelinde örnek verecek olursak eğer askeri alanlarda yapılaşma en az AOÇ ve ODTÜ arazilerinin yapılaşması kadar çarpıcı olabilir.

    Yapılaşamaya açılan Çekmeköy Kışlası’nın arazisi üzerinde Ormanköy isimli konut projesi yükseliyor. (Fotoğraf: Emlak Konut)

    Peki, gerçekten bu alanlarda kent içinde kalma veya atıl olma durumu varsa ideal olarak nasıl dönüştürülebilir? Bu soruya verilebilecek cevaplar mevcut ancak mükemmel bir süreçten ziyade yan etkileri olabilen bir çözümden bahsedebiliriz. Eski altyapılar ve özellikle de askeri alanlara yönelik dönüşüm yöntemlerine baktığımız takdirde kentsel müşterek mekân (urban commons) yaratma yaklaşımının taşıyabileceğini görüyoruz. Kentsel müşterek kavramı ve askeri kışlaların müşterekleştirilmesi (commoning) açık olarak kapsayıcı şehirler (inclusive cities) kavramıyla bağlantılıdır[6]. Kentsel müşterek yaklaşımı, eski kışlayı etrafında yaşayan topluluk için artı değer haline getirebilir. Ancak bu durum genelde gelişmekte olan ülkelerin Savunma Bakanlığı gibi kurumları tarafından istenmeyen bir durum olarak kabul edilir, çünkü bu kurumlar elde edilebilecek gelirlere ihtiyaç duyabilirler. Dolayısıyla bu arsaların gelir olarak kaydedilmesi için geliştirilmesi gerekmektedir ki bu da insana değil de betona bir yatırım yapmak anlamını taşıyor. Arsa geliştiricileri ise sorunların bir diğer yanını oluşturuyor. Bu kişi ve şirketler kısa süreli kara odaklandıkları için gelecekte yaşanabilirliği arttırabilecek projelere karşı tahammülsüz ve isteksiz olurlar. Sonuç olarak bu alanlar göçmenlerin daha iyi entegrasyonu veya düşük gelirli bireylere yönelik programların odağı haline gelebilecek iken toplumsal sorunlara su taşıyacak noktaya evrilebilir. Çünkü Winston Churchill’in aktardığı gibi “İnsan yaşadığı çevreyi şekillendirir, ardından yaşanılan çevre insanı şekillendirmeye başlar”.

    Eski askeri alan olan Asiat Site’ın günümüzde kullanım durumu

    Bu noktada içerisinde bir noktada çalışma imkânı bulduğum ve ilham verici olduğuna inandığım bir Batı Avrupa örneği ile devam edeceğim. Bu ilham veren örnek, hem askeri alanların dönüşümünde hem de boşaltılan, yıkılan ve yerine millet bahçesi dikilen Atatürk Havalimanı gibi alanların dönüşümüne dair birtakım dersler çıkarmamıza neden olabilir.

    Asiat Site askeri kampı Brüksel'e trenle 10 dakika mesafede olan ve içinde yoğun olarak göçmen toplulukları da bulunduran bir kasaba olan Vilvoorde’de bulunan bir askeri yerleşim alanı olarak günümüze ulaşıyor. Yaklaşık 15 yıl önce askeriyenin boşaltma kararı sonrası Vilvoorde belediyesine bedelsiz olarak ancak halkın yararına kullanma koşulu ile devrediliyor.

    Yaklaşık 10 yıl önce alınan kararla Asiat Site, alana büyük müdahalelerde bulunmayan projelere kısmı olarak ve dönemlik kiralanmaya başlanıyor. Ben de özgün bir tasarım projesi için orada bulunan Circular Materials Studio tarafından proje ekibine dâhil edilerek yaklaşık 3-4 ay burada çalışma fırsatı buluyorum.

    Alanda kent bostanı faaliyetleri sonrası ortaya çıkan kalıntılar

    Asiat Site askeri alanının, 15 yıl önce askeri birlik tarafından kamuya fayda sağlamak amacıyla belediyeye devredilmek istendiği anlaşılıyor. Alan, hangarlar dâhil olmak üzere geniş bir alanı kaplayan yapılar içeriyor. Hemen yanında bulunan termal enerji santrali de kısa süre içinde faaliyetini durdurmuş ve atıl durumda bekliyor. Bundan sonrasını ben de etrafımda bulunan Belçikalılardan duyduğum için biraz daha hikâye anlatımıyla aktarmaya çalışacağım.

    Denilir ki Vilvoorde Belediyesi, böyle bir alanın dönüşümünde tek başına hareket etmek istemiyordu ve bölgenin yakınında yaşayan insanların iradesiyle zamanla kendi karakterini kazanması gerektiğini düşünüyordu. Daha sonra Belçika'da böyle alanlara "beyaz alanlar" (whites spaces) denildiğini bir sohbet esnasında duydum. Beyaz mekânların Belçika planlama pratiğinde sıklıkla karşılaşılan bir durum olduğunu bir diğer mimarlık öğrencisinden öğrendim. Meğer bu şekilde belediye, halkın 15-20 yıllık bir süreç içerisinde alanın geleceğine kendisinin karar vermesini amaçlıyormuş. Bu tanım, belediyenin alanda majör müdahaleler içermeyen projelere yer vermesi olarak açıklanıyordu. Bu arada, mahalle sakinleri alanı zaten kullanmaya başlamış. Vilvoorde sakinleri bir bahçe girişimi kurmuş ve hangarlardan birisi de çoktan bara dönüştürülmüş. Bahçe girişimi üyeleri burada tarımsal faaliyetlerle uğraşıp mahalleyle hasatlarını paylaşıyormuş.

     

     

    Horst müzik ve sanat festivaline ait duyuru posteri

     

     

     

     

    Asiat alanı, daha önce Horst köyünde yapılan ancak birkaç yıl önce yerel sakinlerin karşı çıkması nedeniyle yasaklanan Horst Müzik Festivali’ne de yeni mekân oldu. Horst ekibine, Avrupa'da büyük ses getirebilecek bir sanat ve müzik festivalini düzenleme izni verildi. Aynı zamanda mimar olan ekip, sürdürülebilir ve geçici malzemelerle çeşitli sahne tasarımlarının öncüsü oldul. Sanat ve müzik festivali etkinlikleri kapsamında, hangarlar sanat atölyelerine, toplantı odalarına, dans sahnelerine ve restoranlara dönüştürüldü. Bu esnada kent bostanı daha fazla ilerleyemedi ancak bu alanı kullanmaya gelen her ekip giden ekibin bıraktıklarını temizleyip kendi yoluna devam ediyor.

    Üç yıl sonra burada kullanım çeşitliliğinde daha da fazla olmak üzere artış görünüyor. Horst Müzik Festivali’nin Avrupa’nın en itibarlı elektronik müzik festivali olmak üzere olduğunu müzik dergilerinde görüyorum. Askeri alanda kalan hangarlarda tırmanış parkuru ve kaçış evi gibi spor ve rekreatif kullanımlar eklenmiş. Ayrıca Horst Festivali ile birlikte çalışacak şekilde birçok hangar sanat galerisi olarak kullanılıyor, kentin en iyi yeme-içme mekânları burada açılıyor. Eski bir askeri hangarda yemek herkese nasip olmaz ne de olsa. Elbette Vilvoorde’de yaşayan topluluk da bu duruma dâhil oluyor. Hangarların en yüksek ve büyük alana sahip olanlardan birisinin kasabanın gençlik kulübüne verildiği anlaşılıyor ve doğrusu bu alan müşterekleşme taktiğiyle kapsayıcı kenti anlamak açısından iyi bir örnek olma potansiyelini taşıyor.

    Türkiye’nin geçmiş kentsel planlama deneyiminde çokça yer almayan bu Batı Avrupa örneğinin mekânsal kurgularımıza girmesinin zamanı geliyor. Artık sadece imal edilecek inşaat alanı üzerinden ilerleyen bir şehircilik anlayışının çevresel ve sosyal sorunları derinleştirdiğine kanaat getirmemiz lazım. Bu kabulden sonra iş yalnızca bilim ve teknikten yararlanmaya, bütüncül planlama yaklaşımıyla çeper kuşak kullanım değişimlerinin değerlendirilmesine ve tüm paydaşlarla birlikte iyi bir yönetişim kurmaya kalıyor.

     


    [1] https://dictionary.cambridge.org/dictionary/english/environment

    [2] Coldwell, Lyton Keith, Environment; A Challange to Modern Society, 1970.

    [3] BBC Türkçe, İstanbul’da askeri alanlar neden ve nasıl imara açılıyor? 01.08.2023 tarihinde ulaşıldı. https://www.bbc.com/turkce/articles/cjjyn527j28o

    [4] Barke, M. (2019). Fringe Belts. In JWR Whitehand and the Historico-geographical Approach to Urban Morphology (pp. 47-66). Springer, Cham.

    [5] What are ‘sponge cities’ and how can they prevent floods? UNFCCC, https://climatechampions.unfccc.int/what-are-sponge-cities-and-how-can-they-prevent-floods/

    [6] Camerin, Federico. "Regenerating Former Military Sites in Italy. The Dichotomy between ‘Profit-Driven Spaces’ and ‘Urban Commons’" Global Jurist, vol. 21, no. 3, 2021, pp. 497-523. https://doi.org/10.1515/gj-2021-0075

    Etiketler:
    Yazdır