TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
İktisat politikası kararlarında devletin bilgi donanımına ilişkin düş ile gerçek arasındaki farkı gidermenin en iyi yolu, alınan kararların arkasındaki teknik çalışmaların kamuoyuna ulaştırılmasıdır. İktisat politikası yapanların önemli bir sorunu da karşılaştıkları eleştirilerdir. "Eleştiri yapılması doğaldır. Edep ve terbiye sınırları içinde yapılan eleştiriyi, ne kadar sert olursa olsun kaldıramayanlar bu tür makamlara talip olmasınlar" denilebilir. Bu ifadede doğruluk payı vardır. Ancak, sanırım sorun bundan biraz daha karmaşık. Aklımda özellikle bu alanda çalışan bürokratlar var. Ankara'ya yolu düşenler bilir. Gerçekten bu insanlar gecelerini gündüzlerine katarak çalışırlar. Bir şeyler üretirler. Biraz deneyimleri varsa, yaptıklarının önce eleştirileceğini, sonra şiddetle eleştirileceğini, olsa olsa sadece birkaç kişinin, çoğunlukla da aradan epeyce zaman geçtikten sonra, "aklına, eline sağlık" diyeceğini bilirler. Ama yine de bu yola devam ederler. Siyasal müdahaleler ile bozulacak diye kaygılandığımız bürokrasi geleneği budur. Kararların eleştirisi İktisat politikası kararlarına yöneltilen eleştirileri ikiye ayırabiliriz. Bunlardan ilki alınan kararın tümüyle yanlış olduğu biçimindeki eleştirilerdir. Gazete yazılarında bu vurgu genelde ön plana çıkar gibi görünür ama gerçekten bunun kastedildiği örnekler pek fazla değildir. Daha çok alınan kararın amacı sağlamada yetersiz kalması ya da başka konulardaki bazı olumsuzluklar doğurmasına ilişkin etkilerin hesaba katılmamış olduğu üzerinde durulur. Örneğin bütçe açıklarını düşürebilmek amacıyla Katma Değer Vergisi oranının artırıldığını düşünelim. Bu tür bir karara karşı yöneltilen eleştiriler çoğunlukla: i) "Bu yolla vergi hasılatı, kamu açığı kapatılamaz ki. Vergili fiyat yükseleceği için talep düşecek, vergi hasılatı istendiği gibi artmayacak, hatta belki düşecek" ya da ii) "Bu vergi konulduğunda söz konusu mal daha pahalı olacak. Bu da onu girdi olarak kullanan bazı hizmetlerin (söz gelimi sağlık) pahalılaşması demek. Bu da toplumsal açıdan sakıncalı" biçiminde olur. Dikkat edilirse bu eleştirilerin sonuçta hedefi, bu vergi artırımı kararının arkasında yatan teknik çalışma ve dolayısıyla bu çalışmayı yapan bürokratlardır. (i)'de vergi esnekliğinin iyi tahmin edilmediği ima edilmektedir. (ii)'de ise vergi sorununa "genel denge" yaklaşımı içinde bakılmaması eleştirilmektedir. Eleştiren bunları söylediğinde kendisini görevini yapmış kabul etmektedir. Bu hesapları yapıp ortaya farklı bir sonuç çıkarmak eleştirmenin görevi değil. Sanırım okuyucu da genelde, böyle düşünür. Eleştirmenin yükü Buradan da bir başka noktaya geçebiliriz. Yukarıdaki örnekteki eleştirilerin arkasında şöyle bir örtük varsayım yatıyor: "Devlette bu bilgiler var ancak bir nedenle bunlar kullanılmamış". Yani kendi dünyamızda eksik bilgiyle karar almanın (ya da alamamanın) sıkıntısıyla bunalan bizler, konu devlet olduğunda bilgi kısıtı olmadığını varsayıyoruz. Belki devletin bir üstün güç olduğunu düşünmek bizi rahatlatıyor ama gerçekçi değil. Devlette görev yapanlar, bilgi eksikliği sorununun ne kadar önemli olduğunu bilirler. Çünkü onlar çoğu kez, bu nedenle, mecburen kaba varsayımlar yapmakla yetinmek zorunda kalmışlardır. Bunlar ise eleştirenleri tatmin etmez. Doğrusunu isterseniz etmemelidir de. Çünkü ancak eleştirmenler, daha iyisini istemekte ısrar ettiklerinde ve bu çabalarında ciddiye alındıkları ölçüde, işler sarpa sarmadan düzelebilir. Ama, kabul etmek gerekir ki, işi yapanın çektiği sıkıntı ve üzerine aldığı sorumluluğun ağırlığı ile karşılaştırıldığında eleştirmenin yükü, yine de çok daha hafiftir. İşte o nedenledir ki, Finlandiyalı büyük besteci Jean Sibelius'un (1865-1957) dediği gibi "Dünyanın hiçbir yerinde bir eleştirmen heykeline rastlayamazsınız." Aslında devletin de "eksik bilgiyle karar aldığını", bunun ise yaşamın kaçınılmaz bir sonucu olduğunu kabul etmemiz gerekiyor. Bu nedenle devletin alacağı kararlarda da hata olacaktır. Bunlar bazen düzeltilebilir. Bazı hatalar ise ne yazık ki kolayca düzeltilemez ya da düzeltilebilse bile çabuk kaybolmayan izler bırakır. Oysa, devletin tüm gerekli bilgiye sahip olduğu varsayıldığında, alınan kararla akılcı bir biçimde ilişkilendirilebilecek bir neden aranır. Böylece yanlışın akılcı gerekçesi bulunmaya çalışılır. İnsan kafası bu tür bağıntıları kurmaya çok yatkındır. Türetilen "gerçeğe karşı" öykü okuyucuya da çekici gelir. Tek sorun ortaya çıkan açıklamanın olup bitenle hiçbir ilişkisi olmamasıdır. Ortalıkta sadece bilgi eksikliği nedeniyle yapılmış bir hata vardır. Sanırım devletin bilgi donanımına ilişkin düşle gerçek arasındaki farkı gidermenin en iyi yolu, alınan kararların arkasındaki teknik çalışmaların kamuoyuna ulaştırılmasıdır. Bu konuda eskiye oranla ilerleme var. Ama daha da öteye geçilebilir. Yapılan teknik çalışmalar (sadece veriler değil) daha etraflı olarak web sitelerine konulabilir. Aynen TC Merkez Bankası'nın yapmaya devam ettiği gibi. Reformların maliyeti İktisat politikası kararları bağlamında bizleri 2008'de de oyalayacak gibi görünen bir başka sorun ise iktisadi reformlar olacağa benziyor. Türkiye'nin kapsamlı ve zor bir reform programını uygulaması gerektiğini ve bu konuda son zamanlarda pek bir şey yapılmadığı yönünde -benim de katıldığım- eleştiriler var. Burada sorun yukarıda ele alınandan farklı. Burada eleştirinin hedefi bürokrasi değil, politikacılar. Sorun da alınan kararların eksik ya da hatalı olması değil, karar alınmaması. Burada söz konusu olan ise politika seçimi niteliğinde olan siyasal kararlar. Bu kararları almak siyasetçilerin görevi; bürokratların değil. Doğal olarak, bu durumda da eksik bilgi sorunu söz konusu. Üstelik, büyük bir olasılıkla yukarıda değindiğim bürokratik nitelikteki kararlardan çok daha da fazla. Hata yapmanın iktisadi, toplumsal ya da siyasal maliyeti de çok yüksek. Ama kararı geciktirmenin de bir maliyeti var. Küresel iklim değişikliği konusunda siyasi karar alıcıları uyaran iktisatçılar (Örneğin Sir Nicholas Stern) gecikmenin maliyetinin, eksik bilgiyle karar almanın doğuracağı sakıncalara oranla, çok daha fazla olduğunu gösteriyorlar. Bu, Türkiye'nin yapması gereken reformlar için de geçerli. Reformların kısa dönemdeki maliyetinden çekinerek karar almayı ertelemek Türkiye'nin yarının değişen dünyasında var olma mücadelesini kaybetme olasılığının yükselmesine yol açabilir. Bunun bedeli ise herhalde, reformu üstlenmenin maliyeti ile karşılaştırılamayacak kadar daha yüksek olur.
Bu köşe yazısı 24.12.2007 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.