Arşiv

  • Mayıs 2024 (6)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)

    Güven, kötümserlik ve mali krizin büyüklüğü

    Hasan Ersel, Dr.11 Ocak 2008 - Okunma Sayısı: 1184

     

    Kriz ortamının en ilginç tarafı, insanların kendilerine ulaşan mesajlar karşısındaki tutumları. Normal koşullarda abartılı olarak görüp kolaylıkla çöpe atabilecekleri bir mesajı, kriz sırasında ciddiye alabiliyorlar. Hatta ona dayanıp strateji oluşturmaya da kalkışabiliyorlar. O zaman da hem hata yapan sayısı artıyor hem de hataların maliyeti. Krizi derinleştiren de bu oluyor. Durduran ise "güvenilir" bir oyuncunun ortaya çıkması. Örneğin ilgili kamu yetkesi (hükümet, merkez bankası gibi)... Tarihte bu tür yetkelerin ortaya çıkamadığı durumlar da olmuş. Krizin çok derinleştiği ve çok uzun sürdüğü dönemlerde... O zaman, toplum güvenecek bir oyuncu aramaya başlıyor. Bu boşluğu dolduracağını iddia edene de sarılabiliyor. Adolf Hitler'in iktidara geliş sürecinde olduğu gibi... ABD kaynaklı ipotekli konut kredisi kökenli kriz de bunun istisnası sayılmaz. Gerçi, henüz, sistemdeki tüm oyunculara güvenin kaybedildiği bir ortam söz konusu değil. Ama mali piyasalardaki oyuncuların birbirlerine güvenlerini kaybettikleri, düzenleyici yetkelere de pek itimat etmedikleri söylenebilir. Hatta, merkez bankalarının itibarları da sorgulanıyor gibi. İşte bu karışıklık içinde mali sistem oyuncuları önlerini görebilmek için krizin büyüklüğünü tahmin etmeye çalışıyorlar. Ama tahmin mi yapıyorlar, yoksa duydukları rakamları kendi kötümserlik (ya da iyimserlik) derecelerine göre değiştirip bir başkasına mı aktarıyorlar, belli değil. 2007 yazı başında krizin maliyetinin birkaç milyar doları bulacağı söyleniyordu. Sonra rakamlar büyümeye başladı. 200 milyar dolar dendi. Sonbaharda bu rakam katlandı. Hatta çok daha büyük rakamların dedikodusu bile çıktı. İnsan, keyfi olmayınca, "olabilir" diye düşünüyor. Kendimden biliyorum. Yıl sonu geldi. Sis biraz aralandı. Bazı yeni rakamlar yayımlanmaya başlandı. Bunlara göre dünyanın en büyük 20 bankasında silinen krediler, kredi kayıpları ve ayrılan karşılıklar olarak hesaplanan 2007 yılı zararının 97 milyar dolar olduğu tahmin ediliyormuş. Uzmanlar buna bazı ek kayıpların da eklenmesi gerekebileceğini düşünüyorlar. Bunlar da eklenince ulaşılan rakam 131 milyar dolar oluyormuş. Az mı diyeceksiniz? Tabii ki değil. Ama rakam yarışının başladığı 200 milyar doların bile altında. Bu işte en çok zarar eden kuruluş olma şerefini Citigroup üstlenmiş görünüyor. (15.2 milyar dolar). Onu UBS (14.4 milyar dolar) ve HSBC (10.7 milyar dolar) izliyor. "Bu bankalar çok büyük, bu nedenle böyle bir olayda onların payının yüksek olması doğal" diye düşünmek olanaklı. Ama öte yandan da büyük bankaların daha ihtiyatlı davranacağı biçiminde bir inanç vardı. Bu inancın küresel rekabet ortamında pek geçerli olmadığı anlaşılıyor. Onlar da risk üstlenme yarışında yer alıyorlar. Tek fark, işler kötü gittiğinde büyük bankaların varlıklarını sürdürmesi, küçük bankaların ise piyasadan silinmesi olasılığının daha yüksek olması. Finans dünyasını iyi bilenler işin burada kalmayabileceği kanısındalar. Bu olayın ikincil etkilerinin 2008'de görüleceğine işaret ediyorlar. ABD'den bu hafta gelen haberler firmaların kredilerini ödeyememe riskinde ciddi bir biçimde artış olabileceğini gösteriyor. Galiba FED başta olmak üzere, merkez bankalarının önümüzdeki dönemde, kendi itibarlarını tehlikeye atmayı bile göze alarak, sistemi ayakta tutmaya çalışmaları gerekecek. Başarabilirler mi dersiniz?

     

    Bu yazı 11.01.2008 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

    Etiketler:
    Yazdır