TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
2009'da ekonomimiz ne kadar küçülecek, artık onu düşünüyoruz. Önlem alarak bu küçülmenin boyutunu azaltabilir miyiz, derdimiz bu. Becerilebilirse çünkü daha az işçi işinden olacak; işsizlik artışını sınırlayabileceğiz. Oysa çok değil, bir bir buçuk yıl önce biz hâlâ ikincil nesil (mikro) reformları tartışıyorduk. Bayağı da gündeme oturmuştu, çok sayıda insan hakkında yazıp çizmeye ve de konuşmaya başlamıştı. Çok da iyi ediyorlardı.
Biraz nefes alalım bugün. Gelin krizden, yani 'bugünden' kafamızı kısa süreliğine kaldıralım, yine orta-uzun vadeye yüzümüzü döndürelim. Yok, içimizi ferahlatmak için değil; zira ileriye dönmek için yine 'ne yazık ki' ile başlamak gerekiyor, ne yazık ki. Evet, ne yazık ki 2006-2007'de önemli bir fırsatı heba ettik. Doğal işsizlik oranımızı kalıcı biçimde aşağıya çekebilecek ve sürdürülebilir büyüme hızımızı artırabilecek reformlara başlayabilirdik, öyle yapmadık. O reformların gerçekleşmesi için çok gerekli bütçe kaynakları başka alanlara gitti. Reformları tartışmak ve sağlıklı bir reform programını yürürlüğe koymak için gereken zamanı ve enerjiyi başka konularda harcadık, üstelik çıkmaz sokaklara dalarak.
Doğal işsizlik oranımızı düşürmekten, potansiyel büyüme hızımızı artırmaktan söz ediyorduk, dikkatinizi çekerim. Diğer bir ifadeyle, ekonomik etkinliği artırıcı reformlardı bahis konusu olan. Peki, sadece bize mi özgü böyle ekonomik etkinliği artıracağı bilinen reformların bir türlü hayata geçirilememesi?
Daha önceleri ara sıra bu konuda yazdım. Etrafından şu ya da bu biçimde dolanarak tekrar ele almak gerekiyor. Zira eninde sonunda bugünler bitecek, karşı kıyıya geçeceğiz. Yine gündem ikincil nesil reformlar olacak, ya da olmalı. Biraz, "Kesin biz yeneceğiz abi, öyle düşünüyorum yani, 'bana göre' yüzde 60 ihtimalle alırız." gibi oldu. Olsun... Hepimizin olasılık hesabı bilmesi, ya da 'sen söylüyorsan' zaten 'sana göredir'e dikkat etmesi gerekmiyor. Öyle işte...Karşı kıyıda kesinlikle gündemimiz ikincil nesil reformlar olacak. İnşallah yani...
Her neyse, dağılmasın konu. AB yine gündeme gelir gibi olurken göz önüne almamız gereken bir nokta var. Şu: Ekonomik açıdan etkin olduğu bilinen reformların hayata geçirilememesinin temel nedenlerinden birisi de belirsizlik. Belirsizliğin rolü şu: Mesela reform süreci başlamadan reformdan kimin kaybedeceği ve kimin kazanacağı bilinmiyor olsun. Reformlar hakkında reform yapılması düşünülen ülkede yaşayanların fikri alınsın (oylama yapılsın). İlgi çekici iki durum ortaya çıkabiliyor:
Birinci durum: Reformlar uygulamaya konulmuş olsa ve dolayısıyla kimlerin kazanacağı ve kaybedeceği hakkındaki belirsizlik ortadan kalkmış olsa, kazananların ağır basacağı bir dünya oluşabilecek. Yani, ekonomik açıdan etkinliği artıracak reform, politik süreç sonunda da kabul edilmiş olacak. Oysa reformlar 'uygulansın mı yoksa uygulanmasın mı' oylamasından önceki belirsizlik nedeniyle, ekonomik birimler kendi durumlarını iyi hesaplayamayabilecekler. Bu durumda reformdan kaybedeceğini düşünen sayısı daha fazla ise, reformlar uygulamaya konulmadan ret edilecek. Toplum kaybedecek.
İkinci durum tam tersi: Belirsizlik nedeniyle oylama öncesi durumunuzu yanlış hesapladınız. Çoğunluk reforma 'evet' dedi. Uygulama başladı. O da ne! Bir baktınız reformdan zararlı çıkmışsınız, mesela işsiz kalmışsınız. Oysa statüko sürseydi işinizin başında olacaktınız. Çoğunluğun durumu böyle acıklıysa, o zaman reforma direnç başlayabiliyor. İşbaşındakiler siyaseten yıpranıyorlar, muhtemelen de reformdan dönmek zorunda kalıyorlar.
AB süreci buna uyuyor mu? Hem de çok. Devam edeceğim. Meraklısına bazı kaynaklar da vereceğim.
Bu yazı 29.01.2009 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayınlanmıştır.