Arşiv

  • Nisan 2024 (13)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)
  • Mayıs 2023 (9)

    Prestito del littorio

    Fatih Özatay, Dr.18 Mayıs 2008 - Okunma Sayısı: 1268

     

    'Littorio' 1926'da faşist İtalya dönemden önceki kurumlardan ayırmak için, kurumların adlarının arkasına 'del littorio' sözcüğü ekleniyormuş. 'Prestito' ise ödünç para verme anlamına geliyormuş. Kısacası, yazının başlığını 'Faşist İtalya'dan kaynak' şeklinde çevirebiliriz. Hatırlarsanız kamu borcunun mali

    sisteme yaptığı baskı, dolayısıyla hazineye yarattığı maliyet açısından milli gelire oranına bakmanın yeterli olmadığını belirtmiştim. Elbette borcun milli gelire oranı önemli bir gösterge. Krizden bu yana bu oranda çok çarpıcı bir düşüş gerçekleştirdik. Bu sayede riskimizde önemli bir düşüş sağladık.

    Ama yakın geçmişi unutup sadece 'an'a bakarsak hâlâ önemli risklerimiz olduğunu saptamak hemen mümkün oluyor. Dışarıda mali piyasaların karıştığı dönemlerde bu tür riskler daha bir belirginleşiyor. Böyle dönemlerde yurtiçi tasarruf hacmimizin yetersiz olduğunu dikkate almakta yarar var. İşte bu nedenle kamu borcu ile mali sistemin derinliğine ilişkin göstergeleri karşılaştırmalı olarak aklımızın bir köşesinde tutmak gerekiyor.

    Son yazılarımdan birinde bu amaçla bir tablo vermiştim: AB üyesi ülkelerin ortalaması ile karşılaştırıldığında, bizim kamu borç stokumuzun milli gelire oranı çok daha düşüktü. (yüzde 38.8'e karşılık yüzde 60) Oysa mesela kamu borcunun banka kredilerine olan oranı dikkate alındığında tablo tam tersine dönüyordu. (Bizimki yüzde 102, onlarınki yüzde 46)

    Bu tabloyu vermekle iş bitmiyor elbette. Bir de mali sistemin derinliği ile kamu kesiminin borçlanma maliyeti arasındaki yakın ilişkiyi göstermek gerekiyor. Avrupa'nın en borçlu ülkeleri Belçika, Yunanistan ve İtalya (neredeyse geleneksel olarak). Bu ülkelerdeki borcun yarattığı olumsuz gelişmeler üzerine çok sayıda akademik çalışma var. Mesela 1980 ve 1990'larda bu ülkelerde borçlanma vadelerinin diğer gelişmiş ülkelere kıyasla çok daha düşük olmasının temel nedeni olarak bu ülkelerdeki kamu borcunun yüksekliği gösteriliyor.

    Çok daha geriye gidildiğinde ise, mesela Mussolini döneminde İtalyanların 'Yüksek kamu borcu nasıl çözümlenir?' faslına mümtaz katkıları hemen göze çarpıyor. Hazret, kısa vadeli tahvil tutanlara vadesi geldiğinde paralarını ödemek yerine uzun vadeli tahviller vermiş. Tarih 6 Kasım 1926. Operasyonun ismi 'Prestito del Littorio'. En erken ödeme 1937'de başlıyor; 11 yıldan uzun bir erteleme. Bu uzun vadeli tahvilleri alanların 'kara gömleklilere' karşı homurdanma cesareti gösterip göstermedikleri ise pek bilinmiyor.
    Neyse... Tablo 1'de 2007 yılı için bu ülkelerde kamu borcunun yarattığı maliyetler hakkında bilgi veriliyor. Karşılaştırma için Türkiye'nin rakamları da yer alıyor. Tabii ki, tabloda 'olmazsa olmazımız' da var: Kamu borç stokunun milli gelire oranı.

    Yine aynı sonuçla karşı karşıyayız: Bizim borcun milli gelire oranı bu ülkelerde gözlenen değerlerin çok çok altında. Ama hem reel faizimiz bu ülkelerden çok daha yüksek, hem de faiz ödemelerimiz. Biz hâlâ kamu harcamalarımızın önemli bir kısmını faiz ödemelerine ayırmak zorundayız. Kısacası şu: Faiz harcamalarımızın bütçeye getirdiği yükü çok daha fazla azaltmamız gerekiyor.

    Bunun temel iki yolu var: Borçlanma gereksinmemizi azaltacağız (yeteri kadar yüksek bir faiz dışı fazla vereceğiz) ve uyguladığımız programa duyulan güveni artırarak reel faizleri düşüreceğiz. Açıkladığımız ya da açıklayacağımız her yeni ekonomik programa bu çerçevede bakmakta sonsuz yarar var.

    Bu yazı 18.05.2008 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

     

    Etiketler:
    Yazdır