Arşiv

  • Mayıs 2024 (2)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)

    Az tasarruf eden sonucuna da katlanır

    Fatih Özatay, Dr.17 Ağustos 2008 - Okunma Sayısı: 1045

     

    Cari işlemler dengemizin son yıllarda önemli miktarda bozulmasının ana nedenlerinden biri de tüm dünyada artan enerji fiyatları. Enerji fiyatları 2002'deki düzeyinde olsaydı, cari açığımızın milli gelire oranı 2006'da yüzde 3.5, 2007'de ise yüzde 3.2 olacaktı. Yani, gerçekleşene göre milli gelirimizin yüzde 2.5'i kadar daha az bir cari açık gerçekleşecekti.Enerji fiyatlarındaki artıştan arındırarak cari açığa bakmanın nedeni elbette ki cari açığı küçümsemek değil. Tam tersi. Cari açığı önemsiyorsanız arkasındaki nedenleri de doğru saptamak zorundasınız. Varsayalım ki konjonktür değişti. Enerji fiyatları bugünkü düzeyinin dörtte birine düştü. Bu gelişmeye bağlı olarak cari açığımız bizleri rahatsız etmeyecek bir düzeye geriledi. Bu durumda, cari açığa yol açan yapısal sorunlarımız çözülmüş olmayacak ki. O zaman biz bu sorunları görmezden mi geleceğiz?
    Cari işlemler dengemizi bozan yapısal sorunlarımız var ve önemli sorunlar bunlar. Cari işlemler tartışmaları genellikle faiz-kur düzleminde ele alındığı için bu yapısal sorunlar arka planda kalıyor. Oysa kalmamalılar.İktisat bölümü öğrencileri öğrenim dönemleri boyunca aldıkları makro iktisat derslerinde ve onun türevi olan derslerde bazı önemli özdeşlikler öğrenirler. Çoğu bilgiyi unutsalar bile, eğer ileride ekonomist olarak çalışacaklarsa bu özdeşlikleri unutmamaları gerekir. Daha iyi analiz, ancak onları zihinlerin bir köşesinde tutarak mümkün olur.Bu özdeşliklerden bir tanesi de cari işlemler dengesi ile ilgili: Basit tanımlardan yola çıkarak göstermek mümkün ki, eğer bir ülkede cari işlemler dengesi açık veriyorsa, o ülkenin tasarrufları mutlaka yatırımlarından daha düşük bir düzeydedir.Kamu ve özel kesim ayrımına giderek bu özdeşlik şöyle de ifade edilebilir. Eğer bu iki kesim birden tasarruf açığı veriyorsa, ya da bir kesimin tasarruf açığı diğerinin tasarruf fazlasından daha fazlaysa o ülkede cari işlemler hesabı açık verir. Özel kesimi de ikiye ayırabiliriz: Hanehalkı ve şirketler kesimi. İlkinin genellikle tasarruf fazlası, ikincisinin ise tasarruf açığı vardır.Şimdi bir de Türkiye'ye ilişkin şu gerçeği hatırlayın: Tarihsel verilere bakınca hemen ortaya çıkıyor ki, hızla büyüdüğümüz yıllarda cari açığımız da artıyor. Buna karşın büyüme hızımızın azaldığı dönemlerde cari işlemler hesabı düzeliyor.  Küçüldüğümüz dönemlerde ise (mesela kriz yılları) cari fazla veriyoruz.Biraz daha ileri giderek şunu da belirtebiliriz: Yüzde 5 dolaylarında olduğu tahmin edilen potansiyel büyüme hızımızı yakalayabilmek için de bir miktar cari işlemler açığı vermemiz gerekiyor ve bu miktar da az değil. Bam teli de şu: AB üyesi ülkelerin refah düzeyine yakınsamak için hiç de yeterli değil bu potansiyel büyüme hızımız.Kabaca iki yolla refah düzeyi artırılabilir. Birincisi, enflasyon ve ek cari işlemler açığı sorunları yaratmadan uzunca bir süre mevcut potansiyelin üzerinde bir hızla büyümek ile. İkincisi de potansiyel büyüme hızını artırmakla. İlkinin yolu daha yüksek bir tasarruf oranından geçiyor. İkincisi ise teknolojik gelişmeden, verimliliği ve beşeri sermayeyi artırmadan... Bu gerçekleri, sözünü ettiğim ve her ülke için geçerli olan özdeşlikle birlikte düşünün. Ne ortaya çıkıyor? Şu: Tasarruf oranımızı artıramazsak, hızla büyümeye çalıştığımız dönemlerde cari işlemler hesabına ilişkin hep sorunumuz olacak.Cari işlemler açığının bozulmasına çare olarak faizlerin düşük olması gerektiğini savunanlardan esinlenerek işi uç bir noktaya taşıyayım izninizle. 'Uçuk' bir varsayım ve bir de soru: Reel faiz sıfırın altına düşsün. Sizce cari açığa ilişkin bu yapısal sorunumuz çözülür ve orta-uzun dönemde kişi başına gelir düzeyimizi AB ortalamasına sıçratabilir miyiz? Sahi, yetersiz olan tasarruf oranımızı nasıl artıracağız biz?

     

    Bu yazı 17.08.2008 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

    Etiketler:
    Yazdır