Arşiv

  • Nisan 2024 (13)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)
  • Mayıs 2023 (9)

    Küresel sermaye bolluğu ve büyüme

    Fatih Özatay, Dr.30 Kasım 2008 - Okunma Sayısı: 1377

    2002'den 2007 sonlarına kadar küresel likiditenin (sermaye akımlarının) son derece arttığını biliyoruz. Bu bolluğun ve beraberinde gözlenen düşük küresel faizlerin bizim gibi ülkelerin bu dönemde hızla büyümesinin arkasındaki temel neden olduğu sık sık vurgulanıyor. Bazı yorumlarda iş daha da ileriye götürülüyor ve Türkiye'nin bu dönemde gösterdiği performansın sadece küresel likiditede gerçekleşen bolluğa bağlı olduğu belirtiliyor.

    Şu doğru: Türkiye'nin yurtiçi tasarruf düzeyi yetersiz. Hızla büyüyebilmemiz için yeterli kaynakları yurtiçinden sağlayamıyoruz; dışarıdan gelecek sermayeye ihtiyacımız var. Zaten bu nedenledir ki, hızla büyüdüğümüz dönemlerde cari işlemler açığımız da artıyor; başkalarının tasarruflarını kullanıyoruz. Buna karşılık büyüme hızımızın yerlerde süründüğü ya da küçüldüğümüz dönemlerde cari işlemler açığımız da küçülüyor ya da cari fazla veriyoruz; kendi yağımızla kavruluyoruz.

    Dolayısıyla, küresel sermayenin bollaştığı bir dönemde Türkiye'nin büyüme hızının da yükselmesinde garip bir şey yok. Yani, yukarıda özetlediği sav yanlış değil. Ama bir koşulla Ekonomi politikasında 'doğruları' yapmamız koşuluyla. Doğruları yapmıyorsak, Türkiye ekonomisine ilişkin riskler yüksek düzeyde olacaktır. Bu durumda, birincisi, küresel sermaye bolluğundan yeteri kadar yararlanmamız beklenemez. İkincisi, bu koşullar altında bize gelen sermaye kısa vadeli olur. Dolayısıyla bir nitelik sorunu oluşur gelen sermayede. Üçüncüsü, risklerin uzun süreyle yüksek düzeyde olduğu bir ekonomide potansiyel büyüme hızını artırmak da son derece güçleşir.

    Bu çerçevede bakınca, 2001 krizinden sonra uyguladığımız ekonomi politikası yerine her zamanki alışkanlıklarımızı sürdürseydik, 2002-2006 dönemindeki yüksek büyüme hızını gerçekleştiremeyeceğimizi belirtebiliriz. Dolayısıyla, bu dönemin yüksek büyüme hızında hem bizim yaptıklarımızın hem de küresel sermaye bolluğunun olumlu yönde önemli rolleri var. Bu savı desteklemek üzere iki noktanın altını çizmek yararlı olacak.

    Birincisi, son zamanlarda yaşadıklarımız. 2007 yılında büyüme hızımız yüzde 4.6 ile 2002-2007 döneminin en düşük büyüme hızı oldu. Küresel sermaye bolluğuna karşın daha düşük bir hızla büyümemizde, şüphesiz, cumhurbaşkanlığı seçimi ve genel seçim sırasında artan siyasi kutuplaşma önemli bir rol oynadı. Bu kutuplaşma hem belirsizlikleri artırdı hem de riskleri.

    Üstelik Türkiye ekonomisini yukarıya doğru sıçratacak olan ve uzun süre üzerinde durduğumuz ikincil nesil reformlardan (mikro reformlardan) hiçbirini gerçekleştirmedik.
    Ek olarak da mali disiplini hiç uğruna (oy artırmak uğruna diye de okuyabilirsiniz) gevşettik.İkincisi, daha önce de küresel sermaye bolluğu yaşandı. Asya krizi öncesinde. Araştırmacılar özellikle 1992-1997 dönemindeki küresel likidite bolluğuna dikkat çekiyorlar. Gerçi son yaşadığımız bolluk o döneme kıyasla daha çarpıcı, ama o dönemde de önemli bir bollaşma var.

    Her iki dönemde gerçekleşen büyüme performansları çeşitli ülke grupları ve Türkiye için Tablo 1'de karşılaştırılıyor. Tabloda yer alan gruplar şöyle. BRICK: Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Kore. Asya 4: Endonezya, Tayland, Malezya ve Filipinler. MDA (Merkezi ve Doğu Avrupa ülkeleri): Bulgaristan, Hırvatistan, Çek Cumhuriyeti, Estonya, Macaristan, Letonya, Litvanya, Polonya, Romanya ve Slovakya.

    Birinci gözlem: Türkiye'nin 2002-2006 ya da 2002-2007 döneminde gerçekleştirdiği büyüme hızı ilk dönemdekine kıyasla daha yüksek. Mesela, 2002-2006'da büyüme hızımız 2.1 puan daha fazla olmuş. Aradaki fark küçümsemeye gelmez: Yirmi yıl üst üste bu hızla büyüyen bir ülke, bu sürenin sonunda milli gelirini yüzde 51.5 oranında artırmış olur.

    İkinci gözlem: Demirperde'nin henüz yeni yıkıldığı ve dolayısıyla ekonomik dönüşümün başında olan MDA ülkeleri bir tarafa bırakıldığında, 1992-1997 döneminde hem BRICK hem de Asya 4 ülkeleri Türkiye'ye kıyasla daha yüksek bir büyüme hızı yakalamışlar (fark 1.4 puan). Oysa 2002-2006'da Türkiye Asya 4'ten çok daha hızlı büyümüş, BRICK ülkeleri ile arasındaki fark ise ihmal edilebilir düzeye gerilemiş.
    O dönemde gerçekleştirdiklerimizin kıymetini bilmekte yarar var.  

     

    Bu yazı 30.11.2008 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

     

    Etiketler:
    Yazdır