TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Çeşitli defalar bu köşede yer aldı: Zengin ülkelerle aralarındaki gelir farklılığını belirgin biçimde azaltan ülkelerin ortak özelliklerinden biri eğitim düzeyi yüksek bir nüfusa sahip olmaları. Daha önce bu bulgu çerçevesinde Türkiye’nin göreli durumunu yansıtan tablolara yer vermiştim. Birkaç hatırlatma yapmakla yetineyim.
Geçen yıl dönem başkanlığını yaptığımız G-20 ülkeleri içinde insanları (süre olarak) en az eğitim alan ülkeler Hindistan ve Türkiye. Hindistan’da on beş yaş ve üstü nüfus ortalamada 6,24 yıl eğitim görmüş. Bu süre Türkiye’de 7,05 yıl. Kore’de ise 12,05’e çıkıyor bu süre ve gelişmiş ülkelerle karşılaştırıldığında bile oldukça yüksek bir değer bu. Mesela İngiltere’de 12,24, Almanya’da 10,27 yıl.
Bu rakamların üzerinde azıcık düşünmek bile birkaç yıllık eğitim farkının ne denli önemli olduğunu gösteriyor. Kore ile Türkiye arasındaki farkı ele alın. Kore vatandaşları, bizim vatandaşlarımıza kıyasla ortalamada beş yıl daha fazla eğitim görmüşler. Gelin, beş yıl daha fazla eğitim görmüş bir nüfusa sahip olduğumuzu düşünelim. Bu ekstra beş yıllık eğitimin nasıl olabileceği hakkında çeşitlemeler yapalım. Aşağıda benim ‘reçetem’ var. Elbette farklı bir reçete de mümkün.
İlk yılın bir kısmının herkesin aynı düşüncede olması gerekmediğine, farklı görüşleri savunmanın en temel hak olduğuna, içeriğine katılmadığınız bir bildiriye imza attı diye kimseyi linç edemeyeceğinize dair bir eğitime ayrıldığını düşünün. Sürenin geriye kalan kısmında ise diğer insanlara saygılı olmak üzere bir eğitim yapılsın: Çok basitçe, selam vermenin ve hal hatır sormanın değerinin, kırmızı ışıkta geçmemek gerektiğinin, ne bileyim mesela itişip kakışmadan sıraya girmenin öneminin ve benzeri erdemlerin anlatıldığı bir eğitim olsa. İnsanlara, yapacaklarına dair söz verdikleri ile yaptıkları arasında belirgin farklar olmaması gerektiği anlatılsa.
İkinci yıl: Ana dilini doğru düzgün kullanma becerisi kazandırılsa. Mesela reklamlarda, televizyon kanallarında alttan geçen bantlarda ya da ne bileyim resmi yazışmalarda ‘mi’, ‘mı’ gibi soru eklerinin ayrı yazılacağını öğrense insanlar. Dertlerini doğru düzgün ve öz bir şekilde anlatabilseler. Devlet dairelerinde kısa bir paragraf yazıyı kaşlarını gözlerini yarmadan yazabilseler.
Üçüncü ve dördüncü yıl: Yabancı dil, özellikle de İngilizce. İki yılda bülbül gibi şakımasalar da okuduklarını anlayıp konuşabilecek ve biraz gayretle yazabilecek düzeye gelebilirler.
Beşinci yıl: İyi bir matematik eğitimi.
Beş yılın tümünde: Soru sormaya, anlatılana körü körüne inanmamaya, şüphe etmeye teşvik eden bir yaklaşım.
Kıssadan hisse şu: Bırakın beş yılı, bir yıllık ek eğitim bile çok şey değiştirebilir. Dolayısıyla, ülkeler arasında yukarıda verdiğim eğitim süresi farkları çok belirleyici; küçümsememek gerekiyor.
Meraklısına not: Eğitim süreleri ile ilgili veriler iki akademisyen (Robert Barro ve Jong-Wa Lee) tarafından hazırlanıyor. Akademik çalışmalarda bu veri tabanı kullanılıyor: http://www.barrolee.com/
Bu köşe yazısı 20.01.2016 tarihinde Dünya Gazetesi'nde yayımlandı.