Arşiv

  • Nisan 2024 (11)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)
  • Mayıs 2023 (9)

    İnovasyon konuşmaktan, yapmaya geçmek için fırsat kapısı açıldı

    Güven Sak, Dr.17 Temmuz 2017 - Okunma Sayısı: 5219

    Türkiye’nin kişi başına milli geliri 1960’ta 500 dolar civarındaydı. Güney Kore ise 150 dolarlardaydı o vakit. Sonra 1980’de Türkiye 1500, Kore ise 1700 dolar kişi başına milli gelire ulaştı. 2016 itibarıyla, Türkiye 10,700 dolara ancak erişti. Kore ise 27 bin doları geçti. Sonuç: 50 milyonluk Kore’nin yaklaşık 1,5 trilyon dolarlık bir ekonomisi var. 80 milyon Türk’ün yarattığı iktisadi aktivite ise 1 trilyon bile etmekten pek uzak. 0,85 trilyon yalnızca. Nedir? Koreliler her ne yaptı ise Türkler işte onu yapamamış görünüyor. Onların becerip, bizim becerememiş olmamızın nedenleri önemli değil. Tarih nasıl olsa geriye dönüp düzeltilemiyor. Önemli olan, bundan sonrasına bakmak.

    Bundan bir süre önce, Kore’de “Biz nerede hata yaptık? Siz neyi doğru yaptınız?” diye dolanıyordum. Baştan beri sürecin içinde yer alan bir bürokrat bana sorumun esasen yanlış olduğunu söyledi. Nasıl aynı suda ikinci kere yıkanmak mümkün değilse, Kore’nin yakaladığı aynı fırsatı tekrarlamak da mümkün değildi. Bir nevi, fırsatların kazası olmuyordu. Cevabı geride kalmış tekil olaylarda, doğru/yanlış seçimlerde aramamak gerekiyordu. Önemli olan çağın önünüze sürüklediği fırsatın farkında olmaktı. Kore, zamanında, bu çağın sağmal ineği nedir diye bakmış ve kazanmıştı. Dün sektör seçimiyle doğruyu bulma zamanıydı. Şimdi ise, artık sektörü değil teknolojiyi seçme çağındayız. Önce bunun farkında olmalıyız.

    Çağımız bütün sektörleri aynı anda dönüştürme kabiliyetine sahip teknolojilerin hızla küre üzerinde yayılma çağı. Biyoteknoloji ve nanoteknoloji ile bilgi ve iletişim teknolojileri (BİT) iş yerini, hayat biçimimizi, tüm sektörleri aynı anda ve kapsamlı bir biçimde değiştiriyorlar. Türkiye’nin yeni sanayi devriminin bu yeni yönünü doğru kavraması gerekiyor öncelikle. İnovasyon süreci dediğimiz aslında  bu yeni teknolojilerin bildiğimiz sektörlere uyarlanması ve bunları dönüştürmesi demek. Ankara’da şimdi yabancı sermaye, biyoteknoloji, nanoteknoloji, BİT ve lokalizasyon konusunda bir oydaşma var. Ama bunları kullanarak inovasyon konuşmaktan, inovasyon yapmaya nasıl geçeceğimiz konusunda rivayet muhtelif. Çağın önümüze sürüklediği 21. yüzyıla ait fırsat konusunda da ortak bir düşünme çerçevesi halen yok. Belki 11. Plan çalışmaları bu boşluğu doldurup, ortak bir düşünme çerçevesi geliştirmemize imkan sağlayabilir. Göreceğiz.

    Peki, bu çağın önümüze sürüklediği fırsat ne olabilir?  TEPAV İnovasyon Programı Direktörü Selin Arslanhan’ a göre küresel inovasyon sürecinde start-upların öneminin artıyor olması Türkiye ekonomisinin dönüşümü ve bir bütün olarak zenginleşme için aradığımız fırsat olabilir. Gelin bakın nasıl?

    Bunu anlamak için üç noktanın altını çizmek gerekiyor. Öncelikle yeni sanayi devriminin dayandığı teknolojiler dünyanın bir tarafından diğerine büyük bir hızla yayılıyor. Buhar teknolojisinin bizim gibi ülkelere yayılmasını ölçmek için zaman birimi olarak yüzyılı kullanmak gerekirken, şimdi yeni teknolojiler için aylar hatta haftalar yeterli oluyor. Orada ne varsa, burada da bulunuyor böyle bakarsanız. Bu aynı zamanda şu demek: Oradaki start-uplar neyle nasıl ilgileniyorsa, bizimkiler de aynı. TEPAV’ın BIO Start-up Hızlandırıcı Programı’na aldığımız yeni kurulmuş firmalar bizim için pozitif bir sürpriz olmuştu; hem ilgilendikleri küresel meseleler, hem kullandıkları teknoloji, hem de müracaatların çokluğu ile. Amerika’daki, Çin’deki muadillerinden geride değillerdi.

    İkinci olarak ise, inovasyon artık büyük şirketlerin kocaman laboratuvarlarında değil, yeni kurulan küçük firmalarda yapılıyor. Start-uplar yeni teknolojilerin yayılma örüntüsünü de, doğrudan yabancı sermaye yatırımının niteliğini de değiştiriyorlar. Büyük firmalar kendi inovasyon süreçlerini kendileri örgütlemek yerine, inovasyona dayalı yeni ürünleri, bu ürünleri ortaya çıkaran start-upı satın alarak ediniyorlar. Bedelini de ödüyorlar. Bu tür yeni deneyleri göz ucuyla izleyebilmek ve gerektiğinde küçük dokunuşlarla süreci hızlandırabilmek için ise gelişmekte olan ülkelerde de artan sayıda inkübatör (kuluçka merkezi)/hızlandırıcı kuruyorlar. Bir nevi, genç fidelerin yetişmesine yardımcı oluyorlar.

    İnovasyonu Kim yapıyor? Büyük Şirketler mi Start-uplar mı? çalışmasına, biyoteknoloji için bakarsanız, Tablo 1 ve 2, FDA (US Food and Drug Administration) yani bir nevi bizim Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu (TİTCK)’nun Amerikalı muadilinin verilerini özetliyor. FDA’nın yeni ilaç izinlerine bakarsanız, 2016’da 19 yeni biyoteknolojik ilaç lisanslanmış. Bu yeni ilaçları sahiplerine göre dağıtıyor Tablo 1. 2016’daki 19 yeni ilacın 12’si büyük ilaç firmalarının, 7’si ise küçük start-upların. Tablo 2 ise aynı biyoteknolojik ilaçları kimin bulduğunu gösteriyor. Start-upların bulduğu ilaçların payı birden yüzde 60’dan fazla artarak, 13’ e çıkıyor. Büyük firmaların bulduğu ilaç/moleküllerin sayısı ise yarı yarıya azalarak 6’ ya geriliyor. Burada FDA standartlarına göre bulmak demek, klinik deneylerden başlayarak, süreci yürütmek anlamına geliyor. Bunun daha başında işin bir de fikir geliştirme, AR-GE bölümü olduğunu düşünürseniz, start-upların 21. yüzyılda inovasyon sürecindeki yerini daha bir netleştirebilirsiniz.

    17072017 tablo 1.600px

     

    17072017 tablo 2.600px

    Hal böyleyken, üçüncü olarak altı çizilmesi gereken husus ise, büyük şirketlerinin yalnızca Palo Alto’da değil, Hindistan’da, Brezilya’da ve Çin’de de inkübasyon merkezi kurarak, buralarda start-uplara laboratuvar imkanları sunmaları ve geliştirme sürecine doğrudan destek vermeye başlamaları. Neden? Teknoloji hızla yayıldığı için, onu yeniden üretecek kapasite her yerde var artık. Önemli olan hangi fidelikten daha çabuk sonuca ulaşılabildiğini yakından takip edebilmek. Finiş çizgisine en çok yaklaşanı satın aldığınızda zaten maliyet etkin bir inovasyon süreci örgütlemiş oluyorsunuz. İnovasyon süreci giderek daha az merkeziyetçi oluyor.

    Burada bir parantez açıp, bir start-upın temel amacının bir an önce satın alma vasıtasıyla start-up olmaktan çıkmak olduğunu vurgulayayım. Türkiye’nin KOBİ politikasının özü nasıl KOBİ’lerin hep KOBİ olarak kalmalarını sağlamak ise start-up politikasının temeli de, start-upları start-up olarak sürekli beslemek olarak ifade edilebilir. Biz her nedense onların küçük halini pek seviyoruz ve hep küçük kalsınlar istiyoruz. Nitekim 40 ülke için yapılan bir start-upların el değiştirmesi çalışmasında, Türkiye 35. sırada yer alıyor. İsterseniz Tablo 3’e bakabilirsiniz. Bizim ekosistemde, startup-lar exit (çıkış) yapamıyor. Halbuki büyük firmalarla bağlantılı inkübasyon demek, garantili exit imkanı demek aynı zamanda.

    17072017 tablo 3.600px

    Eskiden çok uluslu şirketin merkezinde olan inovasyon ekipleri, sonra bu şirketin yerel temsilciliklerine doğru dağılmışlardı. Her şey küresel değer zinciri etrafında cereyan ediyordu bir nevi. Türkiye gibi içinden küresel değer zinciri geçmeyen ülkelerin işi daha bir zordu doğrusu. Şimdi çok daha adem-i merkeziyetçi bir yeni rekabet ortamı görüyoruz sanki. Çok uluslu şirket yalnızca değişik ülkelerdeki inkübasyon merkezleri, hızlandırıcılar vasıtasıyla imkanları, gelişmeleri takip ediyor. İnovasyon sürecinin giderek daha dağınıklaşması, daha fazla adem-i merkeziyetçileşmesi Türkiye gibi hem teknoloji geliştirme, hem de inovasyon sürecine yabancı ülkelere bir büyük fırsat sunuyor.

    Peki, Türkiye’nin mevcut inovasyon ekosistemi altyapısı bu fırsatı değerlendirmeye uygun mudur? Değildir. Türkiye’de tüm inkübasyon altyapısının, araştırma altyapısının üniversitelere gömülmesi ve dışarıdan kullanıma efektif olarak kapatılmış olması bir büyük stratejik hatadır. İnkübasyonun bu işi ikincil bir iş gibi gören, maaşı garanti olduğu için, bundan daha fazla para kazanmayı hayal dahi etmeyen öğretim üyelerine bırakılmış olması yanlıştır. Tüm bu teknolojik değişim işinin dışa kapalı olarak yapılamayacağını fark etmek için bu kadar beklemiş olmamız da doğru değildir. Ama olsun artık fırsat kapıdadır. Şimdi yapılması gereken, tematik teknoloji inkübatörlerinin yönetişim altyapısını yeniden tasarlamaktır. Bu nispeten daha kolay yapılabilir. Mesele zihinlerdedir.

    Peki, LYS sonuçlarına, öğretmenler için yapılan alan sınavlarının sonuçlarına baktığımızda, bu kadar niteliksiz bir ortalama işgücü ile Türkiye’nin yeni sanayi devriminde şansı olabilir mi? Evet, olabilir. Start-uplar vasıtasıyla yabancı sermaye yatırımlarını ülkenize getirmek için, eğitimde ortalamayı çok yükseklere çekmek gerekmez. İş ki siz o ortalamanın çok üzerinde performans gösterebilen en üstteki yüzde 10’u doğru kullanmayı bilin. Onların imkanlarını artırın.

    O vakit ne olur? Türkiye yeni sanayi devrimi sayesinde teknoloji üretebilir. Mesele otomobili yapmak değil, o zaten çok kolay. Geleceğin otomobili pil teknolojisinde, plastik aksamdaki biyoteknoloji tabanlı malzemede; ne bileyim, olmadı biyo yakıtlarda gizli. Yeni teknolojilere sıçrayabilmek artık eskisinden daha kolay. Bu bir.

    Start-uplar, ülkeye yabancı sermaye yatırımı çekmenin bir başka yolu bugünlerde. Yabancı sermaye  artık inkübasyon merkezleri vasıtasıyla da ülkeye gelebilir. Bu da iki.

    Ama bu yeni yolu açmak için Türkiye’nin inkübasyon merkezleri ve hızlandırıcıların yönetişim altyapısını süratle elden geçirmesi gerekiyor. Bu da üç.

    “Şirketlerin Türkiye ekonomisinin dönüşümünde alacağı rolü, artık eski yüzyılın modelleriyle değil, 21. yüzyılın araçlarıyla tanımlamalıyız.” derken üzerinde durulanlar bunlar anılan çalışmada. İşte size yeni açılan fırsat kapısı, bir imkan. Doğrusu bana pek yapılabilir gibi geliyor. İnovasyon dedikodusu yapmaktan, inovasyon yapmaya geçmek için çağın önümüze sürüklediği fırsatı görmek ve buna intibak etmek üzere gerekli altyapıyı tasarlamak gerekiyor. Bakın Kore son günlerde ne yapıyor?

    Bana önümüzdeki dönemde Türkiye’de daha iyi yetişmiş hukukçulara ihtiyaç olacak gibi geliyor teknolojik dönüşüm için.

    Bu köşe yazısı 17.07.2017 tarihinde Dünya Gazetesi'nde yayımlandı.

    Yazdır