TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
En son TEOG (Temel Eğitimden Orta Öğretime Geçiş Sınavı) tartışması ile yeniden eğitim meselesine döndük. Biz zaten hep böyle yaparız. Takip fikrimiz pek zayıftır. Arada bir bazı konuları hatırlarız, çok önemli bulup tartışırız, sonra hepten unuturuz. Memleketteki eğitim tartışması, tam da bu yüzden sanırım, Cem Yılmaz’ın yıllar öncesinden kalma, o veciz, “Eğitim şart” sloganının ötesine bir türlü geçemedi. Ekonomi ile ilgili değerlendirmeleri okurken, giderek daha sık bir biçimde duyuyorum, bu “eğitim şart” meselesini bugünlerde. Böyle bakınca hemen derin bir umutsuzluğa kapılmamak mümkün değil. Türk milli eğitim sistemi adı verilen yıkıntıdan nasıl bir zenginleşme gündemi çıkabilir ki? Gelin bugün tersinden bakalım. Eğitim zenginleşme gündemi için acaba ne kadar şarttır? Tanımlamaya hazırsanız, başlayalım.
Eğitim elbette çok önemli ama işin sınırlarını doğru çizmekte fayda var. Sanki eğitim işini çözünce otomatikman bütün meselelerimiz hallolur demek asla mümkün değil. Eğitim bir memleketin zenginleşme gündeminde gerekli şart olarak tanımlanabilir ancak. Bu çerçevede, önemlidir de. Ancak eğitim, bir ülkenin zenginleşmesi için yeterli şart değildir. Olamaz da. Gelin bugün bu konu üzerinden biraz gidelim.
Türkiye eğitimde Mısır’dan iyiydi, daha çok zenginleşti
1990 yılında Türkiye’de ortalama eğitim süresi 4,5 yıldı. O vakitler, ilkokuldan terktik. Dikkatinizi çekerim. Sonra 2015 yılında ortalama eğitim süresi oldu 7,9 yıl. Nedir? Türkiye, ortalama olarak bakıldığında, ortaokuldan terk oldu. Ama bu arada ortalama eğitim süresi, 25 yılda yüzde 76 arttı yıl olarak bakarsanız. 1990 yılında ortalama öğretim süremiz 4,5 yıl iken, kişi başına milli gelirimiz 2794 dolardı. 2015 yılında ortalama eğitim süresi 7,9 yıl olunca kişi başına milli gelirimiz 10,980 dolar oldu. Zengin olduk. Dışa açıldık, zengin olduk.
Tek başına bakarsanız, eğitim süresindeki artışla, milli gelirdeki artış birbirine koşut gibi duruyor. Ne olduğunu daha iyi anlayabilmek için gelin başka ülkelerle kıyaslayalım. 1990 yılında Mısır’da ortalama eğitim süresi 3,5 yıldı. 1990’da Mısır’ın kişi başına milli geliri ise 750 dolardı. Hatırlayın Türkiye’nin ki 2800 dolar civarında idi 4,5 yıllık ortalama eğitimle. Daha çok eğitim, daha zengin millet ediyordu işte.
2015 yılında Mısır’da ortalama eğitim süresi 7,1 yıla kadar yükseldi. Bir nevi ikiye katlandı. Aslında eğitim süresi Türkiye’den daha hızlı arttı. Ama 2015 itibariyle Mısır’ın kişi başına milli geliri 3500 dolar oldu ancak. Nedir? Türkiye 7,9 yıl ortalama eğitim ile 10 bin doları aşkın bir kişi başına milli gelire ulaşırken, Mısır 7,1 yıllık ortalama eğitimle 3500 doları ancak yakalayabildi. Mısır bir yerde yanlış yaptı. Biz Mısır’dan daha iyi bir performans sergiledik zenginleşme sürecinde. Ama doğrusu ya, daha çok eğitim daha çok zenginlik getirdi Türkiye’ye Mısır’la karşılaştırınca.
Performansımız, AB sayesinde, bu eğitim handikabına rağmen, Çin’den de daha iyi oldu.
İsterseniz bir de Çin’e bakabilirsiniz. 1990 yılında ortalama eğitim süresi 4,8 yıldı. Aynı Türkiye gibi. Ama kişi başına gelir ise 317 dolardı ancak Çin’de. Hatırlayın Türkiye, 4,5 yıl ile kişi başına gelirde 2800 doları yakalamıştı. 2015 yılında ise Çin’de eğitim süresi 7,6 yıl oldu ortalama. Aynı Türkiye yine. Bizde de 7,9 yıl olmuştu ve bu eğitim süresi artışı Türkiye’yi 10 bin doların üzerine çıkarmıştı. Çin ise 8 bin dolarda kaldı. Yani Türkiye, benzer ortalama eğitime sahip bir işgücünü kullanarak, fena bir performans sergilemedi doğrusu. Demek ki, bizim de doğru yaptığımız bir şeyler oldu. Ben Avrupa Birliği sürecinin bize çok iyi geldiği kanaatindeyim doğrusu bu rakamlara baktıkça.
Suudi Arabistan, petrole rağmen Fransa’ya erişemedi.
Neyse konuyu dağıtmadan devam edeyim. Şimdi herhalde fark yaratan başka faktörleri de düşünmeye başlamışsınızdır ama ben örnek vermeye devam edeyim. Bugün işim bu olsun. Gelin bakın Suudi Arabistan (KSA)’a. 1990’da KSA’da ortalama eğitim 5,7 yıldı. O vakit, onların kişi başına milli geliri 7 bin doları aşmıştı. 2015 yılında KSA’nın ortalama eğitim süresi 9,6 yıl oldu. Kişi başına milli gelir ise 20 bin doları aştı. Şimdi hemen “ama onların petrolü var” dediğinizi duyar gibi oluyorum. Bu nedenle, KSA güzel bir örnek. Ülkelerin imkânlar seti birbirlerinden farklılaşıyor sonuçta. Petrol olup olmadığı da imkânlar setinin bir parçası yalnızca.
Polonya eğitimde Fransa’yı yakaladı ama kişi başına gelirde yaya kaldı
Gelin şuradan devam edelim. Türkiye’nin ortalama eğitim süresi 7,9 yıla çıktı 2015 yılında, bakınca “aman ne güzel oldu” diyoruz. Yeter mi? Hayır. Fransa’nın ortama eğitim süresi 1990 yılında 7,1 yıldı. 2015’te 11,6 yıl oldu. Türkiye’nin ortalama eğitim süresi 7,9 yıl iken kişi başına milli geliri 10,980 olmuştu. Fransa’nın 1990 yılı kişi başına milli geliri Türkiye’ninkinin iki katıydı, 21,795 dolar.
2015 yılında Polonya’da ortalama eğitim süresi 11,9 yıl oldu. Fransa’dan Türkiye’den daha iyi. Kişi başına milli gelir ise 12,566 dolar oldu. Türkiye’den iyi ama Fransa’nınkinin üçte biri.
Singapur’da kişi başına gelir, Fransa’nın 1,5, Polonya’nın ise 4 katı ama eğitim süresi aynı.
Şimdi aklınıza “Fransa’da Batı’da, tabii dönüşüm eskiden başladı, Fransa birinci sanayi devrimini kaçırmadı” filan gibi şeyler de gelmesin lütfen. Gelin Singapur’a bakalım. 2015 yılında Singapur’da ortalama eğitim süresi 11,6 yıl oldu. Aynı Fransa gibi. Polonya’nın 11,9 yılı gibi. Singapur’un kişi başına geliri aynı yıl 53 bin dolar civarındaydı. Fransa’nınkinin 1,5 katı, Polonya’nınkinin ise 4 katı. Üstelik Singapur şu son 30 yılda zengin ülkeler arasına katıldı. Doğru politikaları tasarlayarak, doğru noktaya odaklanarak, toplumu ortak bir hedefe kilitleyerek ve bu yolla arayı kapatarak. Ne diyeyim? Bu işler tek başına eğitim ile de olmuyor demek ki.
Bu mahcur milli eğitim sistemine karşın Türkiye zenginleşebilir. Neden?
Buradan Türkiye için üç mutlu sonuç çıkartabilirim aslında. Türkiye, her şeye rağmen, hala, zenginleşebilir. Birincisi, Türkiye bu mahcur milli eğitim sistemine rağmen zenginleşebilir. Son 15 yılın 8inci milli eğitim bakanını deniyoruz bu aralar. 15 yıla 8 milli eğitim bakanı sığdırmak demek, her bakana 2 yıl icraat süresi demektir. Her bakana 2 yıl vermek, benim bir milli eğitim politikam yok demektir. Son 15 yılda gördük. Bu hesaptan dindar nesil bile çıkmaz.
Eğitim reformunun sonuç üretebilmesi için bir 6 yıl beklememiz gerektiğine göre, zenginleşme sürecinin önünü açmak için o kadar da beklememize gerek yoktur. Ülkelere çığır açtıranlar memleketin vasatı değil, elitidir. Dünyanın bize gösterdiği budur. Türk eğitim sisteminin o eliti üretebilme kapasitesi hala vardır. Benim bizim üniversitelerden çıkan startuplardan ilk gördüğüm budur. Eğitim sisteminde vasatı yükseltme hamlesinin amacı, yalnızca sistemin elit mezun üretebilme kapasitesini artırmaktır. Burada romantik olmaya gerek yoktur. Romantizmi siyasetçilere bırakın.
İkincisi, yeni teknolojik devrimin ülkeden ülkeye yayılması son derece hızlı olacağı için, Türkiye eğer ne yaptığını bilirse, bir zenginleşme hamlesi başlatabilir. Önemli olan bu yeni teknolojik devrim çağında ülkenin imkânlar setini doğru saptamak, buna uygun politikalar tasarlamak ve herkesi ortak bir hedefe kilitleyebilmektir. Ortaklık olmadan olmaz. Aklımızda tutmamız gereken hadise şudur: 21inci yüzyılın meselelerine, 20nci yüzyılın araçları ile yaklaşmamak gerekir. Bizim şu anda yaptığımız tam da budur. Yanlıştır.
Zenginleşmenin ön koşulu, dış politikadan rekabet politikasına, sanayi politikasından makro istikrar politikalarına her alanda aynı hedefe odaklanmaktır. Nasıl?
Üçüncüsü, Türkiye’nin her alandaki politikalarını iktisadi zenginleşme ana hedefi etrafında örgütlemesi gerekmektedir. Geçenlerde bir yabancı diplomat bana “Çin ile Türkiye’nin iktisadi işbirliğinden ne fayda çıkabilir ki Türkiye için?” dedi. Çin ve Türkiye’nin iktisadi işbirliğine doğrudan ticaret diye bakarsanız tespit doğrudur. Biz kaybederiz. Ama Çin, Türkiye için, gelişmekte olan ülkelere batıdan teknoloji transferini kolaylaştıracak bir büyük pazarlık fırsatı sunmaktadır. Bu fırsatın Türkiye gibi ülkelerin tüm geleneksel sektörlerini dönüştürebilmek için kullanılması halinde asıl fayda hâsıl olabilir. O fayda, dış ticaret açığının şimdilik büyüyor olmasından daha önemlidir bana sorarsanız. Türkiye’nin Çin ile ikili ilişkilerinden damıtması gereken fayda budur. Bunun için nereye bakmanız gerektiğini bilmeniz gerekir.
Eğitim zenginleşme için yeterli değil, gerekli şarttır. Politika tasarlarken, ezberlerden kaçınmak ve öncelikle bunu kafamıza yerleştirmekte fayda vardır. Böyle bakarsanız, imkânsızı değil, yapılabilir olanı görürsünüz. 21inci yüzyılda gelişmiş ülkeleri yakalamak, Türkiye gibi bir ülke için, 20nci yüzyıla göre daha kolaydır. Geçen yüzyılda Kore ve Singapur’un yaptığı daha zordu. Bu yüzyılda önde olanı yakalamak artık daha kolaydır. Bu çağda zenginleşmek bir örgütlenme işidir.
Bu köşe yazısı 09.10.2017 tarihinde Dünya Gazetesi'nde yayımlandı.