TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Amerika Dışişleri Bakanı Rex Tillerson ile Savunma Bakanı Jim Mattis farklı mahfillerde yaptıkları açıklamaların merkezine DAEŞ’i yerleştirdiler. Buna göre, ABD’nin başta Suriye olmak üzere Ortadoğu’da asker bulundurmasının temel nedeni DAEŞ. Görevi ise DAEŞ’in dönüşüne mani olacak yeni bir düzen inşa etmek, otorite oluşturmak.
Dışişleri Bakanı Tillerson basite indirgenmiş bu tabloyu şöyle açıklıyor: ”Suriye’nin sadece İsrail’e tehdit için zemin hazırlamasından değil, Ürdün, Türkiye ve bütün komşuları için tehdit yarattığı için endişeliyiz. Bu nedenle, DAEŞ Suriye’de tamamen yenilgiye uğratılıncaya kadar kalacağız. Tekrar oluşmayacağından emin olacağız ve Suriye için siyasi çözüme bağlı olacağız. Bunun Suriye’ye uzun dönemde istikrar getireceğini düşünüyoruz.”
Roma’da konuşan Savunma Bakanı Mattis de benzer argümanları dillendiriyor. Mattis, ”DAEŞ bitmedi ve hatta halifelik de tamamen bitmedi. Yani yaptıkları nefret mesajları ve söylemle mücadele etmeliyiz. Onların ideolojilerine ve finansmanlarına karşı çalışmalıyız”.
Evet, bölgede halen devam eden bir DAEŞ sorunu var. Ancak ABD’nin Irak ve Suriye’de askeri güç bulundurma nedenini, kurmaya çalıştığı düzeni sadece DAEŞ’i merkeze koyarak izah etmeye çalışmaları ortaya ciddi bir inandırıcılık sorunu çıkarıyor.
ABD’nin tutumunu kuşkulu hale getiren birçok neden sayabiliriz. İlki inandırıcılık, kanaat, tarihsel hafızayla yakından ilişkilidir. Özellikle de Ortadoğu’da. ABD’nin geçmişte, bölgeye yaptığı askeri müdahaleler bu kuşkuların temelini oluşturur. Tıpkı, 2003 Irak müdahalesinde, dönemin Dışişleri bakanı Colin Powell’ın BM’de, “Irak’ta kitle imha silahları üretiliyor” yalanlarını resimler göstererek izah etmeye çalıştığı günlerde olduğu gibi. Ardından da Irak’a müdahale edildi ve bu günlere geldik.
İkincisi, DAEŞ’i merkeze koyan, Suriye’de kalacağız izahatına, İsrail’in güvenliği dâhil edilince inandırıcılık hızla erozyona uğruyor. Üçüncüsü, ABD’nin Suriye’de varlık nedeninin İran politikalarıyla ilgi olduğu söylenmiyor. Dördüncüsü, Suriye’de asker bulundurma gerekçesinde Rusya’nın Ortadoğu’ya dönüş hikâyesinin olmaması da inandırıcılığı zayıflatıyor. Yine, ABD’nin DAEŞ’le mücadele stratejisinde Suriye’de iş tuttuğu müttefiki PKK/PYD, şüpheleri derinleştiriyor. Kendi resmi belgelerinde yer alan bir terör örgütüyle ittifak ilişkisine girmek, birden fazla ülkede güvenlik sorunu yaratan bir örgütü araç olarak görmek, “cihadistlerle mücadele ederken”, “dinle/İslam’la sorunlu, sıkı Marksist” bir örgütü ihya etmek, DAEŞ’le fikri alanda mücadele iddiasını erozyona uğratıyor.
Sonuçta, inandırıcı olmayan tezler, bölgede ne devletlerin ne de halkın desteğini alamaz. Bölge ülkesi Türkiye’nin işi zor. Ancak ABD’nin de işinin pek kolay olmadığı ortada.
Not: Geçen yazımda, bir İsrail helikopterinin istihbarat toplayan İran İHA’sını Suriye topraklarında düşürdüğünü yazmıştım. Doğrusu, İran İHA’sı İsrail’in 100 km derinliğinde düşürüldü. Bu önemli yanlışlıktan dolayı okuyucularımdan özür dilerim.
Bu köşe yazısı 16.02.2018 tarihinde Milliyet Gazetesi'nde yayımlandı.