Arşiv

  • Nisan 2024 (13)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)
  • Mayıs 2023 (9)

    Krizin etkisi hangi şartlarda daha ağır olur

    Güven Sak, Dr.17 Ağustos 2007 - Okunma Sayısı: 1482

     

    Türkiye, siyasetin önceliklerinin ekonominin gereklerinin önüne geçeceği yeni bir sürece giriyor olabilir. Daha olmuş bitmiş bir şey yok. Müsaadenizle içinde bulunduğumuz iktisadi durumun manasının altını bir kez daha çizelim. Çizelim ki, önümüzdeki en az üç yılın hamle yılları mı, yoksa debelenme yılları mı olacağına, Meclisimiz, açık fikirle karar verebilsin. Söyleyelim ki, sonradan "Madem biliyordun, neden söylemedin" sorgulamasına maruz kalmayalım.

    Bir süreden beri, uluslararası finansal piyasalarda portföyleri etkileyen hadisenin ciddiyetinden ve bunun Türkiye üzerine olası etkilerinden bahsediyoruz. Vaziyet aslında Nasrettin Hoca'nın kazan fıkrasına benziyor. Dün "kazanın doğurduğuna" inanmış olanların, bugün "kazanın can çekişmekte olduğuna" da inanmalarında fayda var. Çünkü durum aynen böyle.

    Global likiditeyi olduğundan daha bol hale getiren, finansal mühendislik mekanizmaları bugün sorunun kaynağı ve de inceleme altında. Buradan en iyi ihtimalle bir dizi yeni kural çıkabilir. Menkul kıymetleştirme mekanizması ile ilgili bir dizi yeni kural. Anglosakson hukuku öyle değil mi? Bu hukuk sisteminde, her şeyi yapmak ilke olarak serbest. Halbuki bizim Kıta Avrupası hukuk sisteminde, yeni bir finansal mekanizmayı tanımlamak için öncelikle o konunun düzenlenmiş bir izne ve de bir kurala bağlanmış olması gerekiyor. Anglosakson hukuk sisteminde ise kural, ancak bir problem belirdiğinde gündeme geliyor. İşte şimdi bir problem belirdi. Artık sınırlayıcı kuralı bekleme zamanıdır. Durum kitaba uygundur ama global likiditeyi olduğundan daha fazla hale getiren "çarpan" mekanizması, bugün için artan risk algılaması, yarın içinse yapılacak yeni düzenlemeler nedeniyle eskisi gibi çalışamayacaktır. Bu cari işlemler açığı yüksek, Türkiye için önemlidir.

    Hatırlayalım, lütfen. ABD'deki Varlığa Dayalı Menkul Kıymet (VDMK) piyasası sorunun kaynağıydı. İş, sonunda, menkul kıymetleştirmek için konut kredisi açılmasına kadar gitmişti. Kredi değerliliği olmayanlara açılan kredilerin geri ödenememesi, bunlara dayalı olarak ihraç edilen VDMK'ların geri ödenememesi sorununu yaratmıştı. Fon akımlarının demokratikleşmesi, her ülkeden, her kesimden yatırımcının, bir başka ülkede ihraç edilmiş VDMK'ları alabilme imkânına sahip olması, problemin geniş bir coğrafyaya yayılabilmesine imkân sağlamıştı. İşin iyi tarafı, problem, gelişmekte olan birkaç ülkenin değil, gelişmiş ülkelerin problemiydi. Dolayısıyla çözümü konusunda da yoğun çabaların sarf edilmesini beklemek gerekiyordu.

    Eski krizlerden temel fark, hadisenin, portföylerin gelişmekte olan ülkelere ait kısmından çıkmamasıdır. Öyle olsaydı, bir yerde ortaya çıkan zararı, bir başka gelişmekte olan ülkeye ait menkul kıymetleri boşaltarak dengelemek gerekirdi. O vakit de kriz daha geniş bir gelişmekte olan ülkeler coğrafyasına yayılırdı. Ama bakın bu kez tam da öyle olmadı. Yayılma mekanizması tamamen farklıydı ve gelişmiş ülkelerdeki tüm finansal kurumları içeriyordu. Kimin bilançosunda ne gibi bir hasar taşıdığını kimse bilmediği için herkes tedirgindi.

    Herkes tedirgindi ama kimse hasarın boyutunu tam olarak bilmiyordu. IMF Birinci Başkan Yardımcısı Lipsky, temmuz ayının sonunda, bu problemin giderek risk algılamasını artırmaya başladığı bir dönemde, olası hasarla ilgili olarak Avustralya'da yaptığı bir konuşmada ilginç bir noktaya değiniyordu. Lipsky'ye göre VDMK'ların miktar olarak küçük bir bölümü "özel amaçlı yatırım fonu" (hedge fund) portföylerindeydi. Üstelik bu menkul kıymetler o fonların toplam varlıklarının önemli bir bölümünü oluşturuyordu. İhraç edilen VDMK stokunun miktar olarak daha fazla bir bölümü ise normal finansal kurumların, örneğin, bankaların bilançosundaydı. Ancak VDMK'lar bu ikinci grubun toplam portföyleri içinde, miktar olarak büyük de olsa, küçük bir oranı oluşturuyorlardı. Dolayısıyla risk iyi dağıtılmıştı. Etki beklendiği kadar büyük olmayacaktı. Bu, elbette somut bir veriye dayanmıyor. Yalnızca tecrübeye dayalı bir tahmin. İnternet sitelerindeki dedikoduya bakarsanız, yakında somut veri de olacak. Buna göre geçen haftanın ikinci yarısından başlayarak ABD Sermaye Piyasası Kurulu (SEC) bazı bankalarda denetimlere başlamış. İnterbank piyasalarındaki sıkışma da tam o günlerde olmadı mı?

    Peki, bize buradan ne olur? Eğer portföylerdeki dağılım, Lipsky'nin anlattığı gibiyse bilanço etkisi veya hasar daha sınırlı olur. Bu durumda, o ülkelerde, örneğin, ABD ve AB'de iç tüketim daralması daha sınırlı olur. Ne olur? Türkiye'nin ihracatı gelişmelerden daha az doğrudan etkilenir. Bizim için iyi olur. İkinci olarak ise bilanço etkisi sınırlı bile olsa, artan risk algılaması ve yeni düzenlemeler nedeniyle global likidite hem çarpan etkisi azalacağı için azalır hem de daha güvenli limanlara doğru yönelir. Bunun bizim üzerimizdeki etkisini sınırlandırmanın yolu, Türkiye'nin farkını ortaya koyacak bir hamle başlatmak ve ortaya bir hikâye koymaktır.

    Ama öyle anlaşılmaktadır ki, yöneticilerimiz, farkı, Türkiye'nin iktisadi potansiyelini vurgulayarak değil, siyasi kırılganlıklarını daha belirgin hale getirerek vurgulamayı  tercih etmektedirler. Bu, ortadaki problem açısından bakıldığında, yanlıştır. Yanlış olduğu çok yakında daha da iyi anlaşılacaktır.

     

    Bu köşe yazısı 17.08.2007 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

    Etiketler:
    Yazdır