Arşiv

  • Nisan 2024 (12)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)
  • Mayıs 2023 (9)

    Havadaki bu yılgınlık kokusu iyi değildir

    Güven Sak, Dr.19 Ekim 2007 - Okunma Sayısı: 1156

     

    Türkiye güzel bir seçimden çıktı. Ülke tarihinin en derin iktisadi dönüşüm sürecini yaşıyor olmamıza karşın, iktidar partisi oylarını artırdı. Ne beklersiniz? Şöyle bir "Nerede kalmıştık?" aktivizmi değil mi? Ama bakın öyle olmadı. Etrafta bir yeniden işe sarılma, yarım kalanı tamamlama heyecanı değil, bir yorgunluk var. Coşku değil, bir tedirginlik ve yılgınlık havası etrafımızı saran. Nedir problem? Bize kalırsa, enerjimizi bitiren, üstümüze üstümüze gelen meseleler değil, bizdeki bu ne yapacağımızı bilememe halidir. Ortadaki sorun aslında program eksikliğidir. İlgilenenleri aşağıya bekleriz, efendim.

    Acaba sorun cumhurbaşkanlığı seçimleri mi? Türkiye'yi o mu yordu? Yoksa problem "yanlış başlatılmış bir anayasa tartışması" mı? Acaba bizi o kimin planladığı belli olmayan, amaçsız tartışma mı yordu? Yoksa sorun dış kaynaklı mı? Amerikan Kongresi'nin miyopik ve de Türkiye ekonomisi için orta vadede tehlikeli Ermeni soykırımı iddialarına ilişkin karar alma süreci mi, etraftaki bu kuşatılmışlık, yılgınlık havasını yoğunlaştıran? Yoksa son günlerde yoğunlaşan terör eylemleri mi? Belki de hepsi. Ama bir şeyin Türkiye'nin enerjisini boşa harcattığı ortada. Halbuki bizim o enerjiye ihtiyacımız var. Başladığımız işi bitirmek için ihtiyacımız var. Gelin bugün kısaca bu meseleye bir bakalım. Bakmakta fayda var. Aksi takdirde, bu kadar emek harcamışken, toplumca bu kadar fedakârlık yapmışken, başladığımız işi bitiremeden kalacağız. Bir tür üretken olmayan emek örneği vereceğiz.

    2007 seçimlerinin sonucunda Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) iktidarını güçlenerek korudu. 2002 seçimleri ile kıyaslandığında, bize kalırsa, iktisadi analiz açısından, dikkate alınması gereken iki fark vardı: Bunlardan ilki, ekonomik program ile alakalıydı. İkincisi ise uzlaşma arayışı konusundaydı. Müsaadenizle ilkinden başlayalım: 2002 seçimleri sonucunda iktidara gelen AKP hükümetleri, yeni bir iktisadi program tasarlamak zorunda değillerdi. Ortada "insanlığın konuyla ilgili bilgi birikimine dayalı", başarılı sonuçlarının ipuçları belirmeye başlamış bir iktisadi program zaten vardı. Gelen hükümet, daha önce yapılmamış olanı yaptı. Başlanan işi yarıda bırakmama ferasetini gösterdi. Ortaya bir yeni program koymadı. Esasen "kazananların hızını kesmeden, kaybedenlerin acısını hafifletecek" bir dizi balans ayarına ağırlık verdi yalnızca. Sağlık sisteminde, son dönemde, atılan adımlarda ise kantarın topuzu kaçtı. Onu nasıl olsa daha sonra tartışırız. Ama sonuç şu: AKP, hiç iktisadi program tasarlamadı.

    2007 yılında ise dünün iktisadi programı ömrünü doldurdu. Dünkü program, işlevini yerine getirdiği, başarılı olduğu için ömrünü doldurdu. İktisadi büyüme sürecini yeniden başlattı. Makro istikrarı sağladı. Bunlar önemli kazanımlar. Ancak büyüme sürecini başlatmak ile onu sürdürmek aynı şeyler değil. Şimdi yapılması gereken, başlayan büyüme sürecini kalıcılaştıracak tedbirleri gündeme getirmek, bu amaçla, "yeni" vurgusu güçlü bir "yeni iktisadi program" tasarlamak gerekiyor. Türk ekonomisinin küresel ekonomiye düzenli entegrasyonunu sağlamak önem taşıyor. Türkiye, AKP'yi daha önceden tasarlanmış bir iktisadi programı yürütme becerisi konusunda sınadı. Sonuç fena değildi. Ama şimdi Türkiye AKP'yi yeni bir program tasarımı konusunda sınıyor. Sonucu göreceğiz. Unutmayalım, bu dönemi bu performans belirleyecek.

    Gelelim 2002 ve 2007 seçimleri arasındaki ikinci farklılığa: 2002 seçimleri sonrasında parlamentonun meşruiyeti tartışmalıydı. Parlamentonun temsil kabiliyeti bugünkü gibi değildi. Geçmişte, sürekli siyasi İslam çizgisinde politika yapmış olan kadrolar ilk kez iktidara gelmişlerdi. Bu durumun yarattığı bir uzlaşma arayışı sürekli vardı. AKP sürekli olarak kendini, değiştiğini anlatmaya çalışıyordu. İstese de istemese de bir iletişim kampanyası yürütüyordu. En kötü iletişim kampanyası bile, "Dümende biri var mı" sorusundan daha iyidir. Yakın geçmişimizde, reform sürecinin durduğu anı bu açıdan belirlemekte fayda vardır. İletişim ihtiyacının azaldığının düşünüldüğü an, reform sürecinin durduğu andır.

    Şimdi bugün geldiğimiz nokta doğru tespit edilmelidir. Büyüme sürecini kalıcılaştırmak, Türkiye'nin geleceğini şekillendirmek için bir dizi kararın verilmesi gerekmektedir. Dün yalnızca kuralları değiştirirken işler kolaydı. Bugün iş kurumları yeniden tasarlamaktır. Konu, eğitim, sağlık, yargı reformudur. Ekonomimizin kurumsal altyapısının yeniden tasarımıdır. İkinci nesil reform sürecinin manası budur. Daha zordur. İhtiyaç duyulan daha güçlü bir programdır. Daha fazla koordinasyon, daha fazla uzlaşma arayışıdır. Kurumları değiştirmek zordur. Kurumsal reform süreci bizatihi yorucudur. Bu nedenle bugünkü yorgunluk havası zamansızdır. 2007 seçimlerinin zayıflattığı uzlaşma arayışı ihtiyacı da bugünler için son derece olumsuz bir gelişme olarak değerlendirilmelidir.

    Bize kalırsa, havadaki yılgınlık ve yorgunluk kokusunun sebebi Türkiye'nin güçlü bir hikâyeye sahip olmamasıdır. Türkiye'nin ihtiyacı, günün problemlerine cevap verebilme kabiliyetine sahip olduğu kanısını güçlendirecek, bir yeni iktisadi programdır. İktisadi program ile yapılacak işler listesi arasında bir fark vardır: Yapılacak işler listesi, adı üstünde, yapılacak işlerin alt alta listelenmesinden ibarettir. Program ise önceliklere dayalı olur. Program canlıdır. Memleketi nereden nereye nasıl götüreceğini söyler. Yapılacak işler listesine bakan, "Aman Allahım, nereden başlamalıyım?" diye dertlenmeye başlarken programa bakan, bugün itibariyle yapması gereken işi görür.

    Dünyaya mana katan programdır. Yılgınlığa, karamsarlığa birebirdir. Ne yapacağını bilen için dünya her zaman daha az karmaşıktır.

     

    Bu köşe yazısı 19.10.2007 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

    Etiketler:
    Yazdır