TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Dünya değişiyor. Eskiden bu ifadeyi teknolojik gelişmeyle birlikte hayatlarımızın nasıl farklılaştığını anlatmak için kullanırdık. Amazon dünyasının rahatlıklarını ve zorluklarını anlatmak için esas itibariyle. Artık, fiziki dünyayı anlatmak için de kullanmak mümkün hale geldi. Buzullar eriyor, sular hem ısınıyor hem de kabarıyor, uçakların artık daha yüksekten uçması gerekiyor rahat bir seyahat için.
Eko-sistemin bütünlüğü bozulunca ortada penguen kalmıyor
Antarktika’nın karsız, buzsuz halini gördünüz mü? Hüzün vericiydi. Eskiden buzlarla kaplı olan Antarktika’da şimdi çorak tepeler belirmeye başladı. Penguen nüfusunun ise yüzde 70’leri aşkın oranda azaldığı söyleniyor son elli yılda. Neden? Eko-sistem değişince o eko-sistemin canlıları da ortadan kalkıyor. Sular ısındıkça, penguenlerin beslenme olanakları sınırlanıyor, falan filan. Dünya artık bu anlamda da değişiyor.
Bütün alametler belirdi: 2030 yılı, insanoğlunun dünya üzerinde bugüne kadar alıştığı hayat biçimini kapsamlı bir biçimde değiştirmeye başladığı bir yıl olacak. 60 kadar ülke İklim Değişikliği yasaları çıkarmaya başladı bile. Hayat biçimimizi değiştirmeden, büyük bir teknolojik sıçramayla, içinde yaşadığımız eko-sistemi hiçbir şey olmamış gibi devam ettirebilme şansımızın olmadığını idrak edeceğimiz yıl olacak 2030, öyle görünüyor. Gezegenimizde hayatın kaynağı olan Güneş, bundan böyle hiç bir şey yapmadan oturursak başladığı işi bitirecek. Yanlış anlamayın gezegene bir şey olmayacak, bizim türümüz olmayacak yalnızca. Aynı Antarktika’nın penguenleri gibi.
Torunlarımızın Machu Pichu’yu görme şansı olacak mı?
Peki, mevcut teknolojiler veri kabul edilir ve bir büyük sıçrama olmazsa, hayat biçimimiz bundan nasıl etkilenecek? Öyle görünüyor ki, çok değil, 2030 yılından itibaren daha az uçak, daha çok tren kullanacağız. Mevcut uçak teknolojisinde bir büyük sıçrama beklemezken işin uzmanları, tren teknolojisi için aynı kanıda değiller. Kısa vadede kimse bugünkü büyüklükte elektrikli uçaklar beklemiyor, sözün gelişi. O vakit, ne beklemek lazım? 2030’da uçak kullanmamayı özendirmek için bir dizi mekanizma beklemek lazım. Nedir? Uçak fiyatlarının birkaç kat pahalılaşmasından başka bir yol yok kısa vadede 2030 yılı için bakıldığında.
Küresel ısınmayı dikkate almayan kamu politikası tasarımı olmamalı bundan böyle
Bu çerçevede sanırım Japonları tebrik etmek gerekiyor, kamu yatırımlarını ileri görüşlülükle doğru alanlara kaydırdıkları için doğrusu. 1964’te Shinkansen hızlı tren servisini başlatmışlardı. Sonra 2000’lerin başında Nozomi ile trenin hızını daha da artırdılar. Mesela şimdi Tokyo’dan Nagoya’ya 366 kilometreyi 100 dakikada gitmek mümkün oluyor. 2027 için plan, maglev (manyetik raylı tren) teknolojisi ile bu süreyi 40 dakikaya indirmek. Hal böyle olunca uçak daha az gerekiyor.
Şimdi buradan hem 2030’da elektrikli trenlerin elektriğini nasıl üretmek gerekir sorusuna hem de istasyonları yaptığımız çimento ve demir yeşil dostu bir biçimde nasıl üretilecek meselesine gitmek mümkün. İsterseniz uçakların çok pahalı, trenlerin ucuz olduğu bir dünyada kitlesel turizm daha yerel hale mi gelecek diye de düşünebilirsiniz. Bu durumda, havaalanlarının geleceğini de sorgulayabilirsiniz, küresel değer zincirlerinin geleceğini de doğrusu. Sanki üretimin de aynı turizm gibi daha yerelleşeceği bir yeni dünya göreceğiz.
Peki, bütün bu soruların ortak paydasında ne var? Bu noktadan itibaren, 2030 yılına on kala, kamu yatırımlarının planlanmasında tarım politikalarını düşünürken, ticaret politikalarının tartışırken, sanayi politikalarını ele alırken, ezcümle tüm kamu politikalarının tasarımında öncelikle küresel ısınmayı ve Batı’nın, Avrupa Birliği öncülüğünde, şekillenmeye başlayan küresel ısınma karşıtı tedbir paketini dikkate almak gerekiyor. Not edeyim. Unutmayalım.
Yeni karbon vergilerine “Trump tarifesi” der miyiz?
Çok alametler belirdi. Bu hafta, İngiliz petrol şirketi BP 2050 yılından önce şirketin kendi faaliyetlerini yürütürken neden olduğu net karbon emisyonlarını, 2050’den önce sıfırlayacağını açıkladı. Bu bir.
İkincisi, JP Morgan CEO’su Jamie Dimon, Amerikan Kongresi’nde biçimlenmeye başlayan karbon emisyonlarını sınırlandırma ve ithal mallardan karbon vergisi alma girişimlerini desteklediklerini açıkladı. Cumhuriyetçilerin de ilgisini çeken bu girişimi yürütenler, istenirse yeni gümrük vergisine “Trump tarifesi” demeye hazır olduklarını da açıkladılar. Belli mi olur? Trump bu.
Peki, her tür kamu politikasının tasarımında bundan böyle küresel ısınma tehdidini dikkate almazsak ne olur? Anadolu’nun 1980’den sonra Turgut Bey’den öğrendiği dışa açılarak zenginleşme hayali biter. İhraç mallarımızın yarısını gönderdiğimiz Avrupa piyasalarında ihracatımızı koruyan Gümrük Birliği şemsiyesi efektif olarak kalkar, Türkiye Uzak Doğu rekabetinin ne olduğunu yaşayarak öğrenir. Son 10 yıldır sürekli gerileyen küresel rekabet gücümüzü test etmiş ve yerimizi öğrenmiş oluruz. Ne olur? Anadolu fakir kalır. Nokta.
Bu köşe yazısı 17.02.2020 tarihinde Dünya Gazetesi'nde yayımlandı.
Burcu Aydın, Dr.
05/10/2024
Fatih Özatay, Dr.
04/10/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
03/10/2024
Fatih Özatay, Dr.
02/10/2024
Güven Sak, Dr.
01/10/2024