TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Belki de birkaç neslin yaşamayacağı bir süreçten geçiyoruz. ‘Olağanüstü’ yeterli olmaz tanımlamak için. Peki, böyle bir süreçte ‘normal’ dönemlerin kalıpları içinde bakma lüksümüz var mı karşılaştığımız sorunlara?
‘Yeterli olmayan olağanüstü’ tanımlaması ile ‘normal mi’ sorusu bir araya gelince oldukça tuhaf oldu, ama ne yapayım ki ortalık yerdeki tartışmalara bakınca bu tuhaflık pek de tuhaf değil gibi görünüyor.
Alın mesela parasal genişleme tartışmasını. Salgının kontrolden çıkmaması için sosyal mesafe koymak zorundayız değil mi? Böyle yapınca da çok sayıda insan işsiz kalıyor. Hepimizin sağlıklı kalması için işsiz kalanlara (yardım dememek lazım) destek devletin görevi değil mi? Bu destek parasal genişleme gerektiriyorsa, “yok kardeşim ben almayayım, parasal genişleme enflasyonisttir” demek lüksümüz var mı? Aksine, “neden işsizlik desteğinin koşulları bu kadar ağır, neden kayıtlı ya da kayıtsız işsiz kalanların hepsi ve daha önce işsiz olup da iş bulma ümidini kaybedenler yararlanmıyor” diye sormamız gerekmiyor mu?
Normal dönemin kalıplarına neden saplanıp kalıyoruz ‘sadece olağanüstü değil birkaç kez olağanüstü’ dönemde? Oysa düşünmemiz gereken “bu destek gerektiğine göre bu desteğin oluşturabileceği ekonomik riski nasıl en aza indirmek” olmalı, değil mi?
Gelin şimdi ‘döviz kurundaki artışı kontrol etmek isteyen bir merkez bankası’ kalıbı açısından bakalım. Ne yapıyorsunuz? Döviz satarak (döviz rezervini azaltarak) döviz kurunun hızlı artışına set çekmek istiyorsunuz. Olabilir. Ama bunun yeni bir kur artışını tetiklememesi lazım. Mesela, haklı ya da haksız, ‘bir yıllık bir dönemde ödenmesi gereken dış borcun Merkez Bankası döviz rezervine oranına’ bakarak bundan işkillenen uluslararası yatırımcılar ağırlıkta olsun. Bu oranı yüksek bulmaları nedeniyle ellerindeki TL cinsi mali varlıkları satarak dövize çevirmek istiyorlarsa, döviz talebi artıp kurun yükseleceği açık değil mi? Döviz satıp kurdaki artışı kontrol etmek isterseniz bu oran daha da yükselip kur daha da artmaz mı?
O zaman cevaplamanız gereken soru, “hoşlanmadığım kur artışını daha da keskinleştirecek olan bir eylem gerçekleştirmek yerine kur artışına yol açan olumsuzluğu azaltmayı nasıl başarabilirim” olmaz mı? Bu durumda da yaşadığımız ‘birkaç kez olağanüstü dönemde’ dış borç ödeme sorununun şu ya da bu biçimde olmadığını göstermeye çalışmaz mısınız?
Döviz gelirlerinizin düştüğü bir ortamda bunun temelde iki yolu olduğu açık değil mi? Bir: Uluslararası kuruluşlardan döviz temin etmenize yarayacak bir anlaşma imzalarsınız. İki: Borç ödemelerinizin bir kısmını –tüm yerleşik kalıpların dışına çıkarak- erteleyecek bir mekanizma geliştirmeye çabalarsınız. İlkini tercih etmiyorsanız o zaman ikinci seçenek kalır elinizde. Ya da ikisinin bir karışımı. Bakın, Güven Sak ile birlikte kaleme aldığımız 13 Nisan tarihli Dünya gazetesi (uzun) yazısında ne demişiz:
“Önce ‘yerel’ çerçevede bakalım… TCMB ve Hazine’nin ülkenin tüm dış borç ödemelerini üstlenmesi, bu amaçla tek elden tüm kreditörlerle görüşmelere başlaması ve de tüm ödemelerin ileriye doğru atılması suretiyle kendiliğinden yeniden yapılandırılmasından başka bir yerel çare kalmamaktadır… Buna karşılık, TCMB’nin/Hazine’nin üstlendiği dış yükümlülükler kadar ilgili şirketlerden imtiyazlı hisse senedi (preferred stock) ya da hisse senedi ile değiştirilebilir tahvil edinmesi ve belli bir dönem sonra bunların hisse senedine dönüştürülerek halka arzı düşünülebilir…
Elbette TCMB’nin mevcut rezerv düzeyinin ya da yakın gelecekteki olası rezerv düzeyinin böyle bir operasyona yetmeyeceği açıktır. Ya da az önce değindiğimiz gibi hem Fed’in mevcut swap koşullarının değiştirilmesi hem de IMF’de vaktiyle tartışılan ama hayata geçirilmeyen mekanizmaya benzer bir mekanizmayla swap olanağının sağlanması için salt yerel çabalar yeterli olamaz…
İşte bu nedenle küresel işbirliği arayışı içinde olmak ve mevcut arayış sürecine destek vermek ayrıca önem taşımaktadır… G20 MAP ile, ilk olarak, IMF’nin gerektiğinde, G20 ülke merkez bankaları ile swap anlaşmaları yapabilmesine imkan sağlanmalıdır… Ülkelerin mevcut dış yükümlülüklerinin ileriye doğru ertelenmesine imkân sağlayacak bir koordinasyon da sağlanmalıdır…”
Bu köşe yazısı 06.05.2020 tarihinde Dünya Gazetesi'nde yayımlandı.
Burcu Aydın, Dr.
05/10/2024
Fatih Özatay, Dr.
04/10/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
03/10/2024
Fatih Özatay, Dr.
02/10/2024
Güven Sak, Dr.
01/10/2024