Arşiv

  • Nisan 2024 (11)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)
  • Mayıs 2023 (9)

    “Açlık Oyunları” dünyasında gibi hissediyorum kendimi

    Güven Sak, Dr.02 Haziran 2020 - Okunma Sayısı: 1654

    Bu Cumartesi,  Elon Musk’ın SpaceX şirketinin Falcon9 roketi, NASA astronotlarını taşıyan Dragon kapsülünü uzaya çıkarıp yörüngeye yerleştirdi. Falcon 9 daha sonra kendi başına yerküreye geri döndü. Pazar günü ise Dragon kapsülü, taşıdığı iki astronotu Uluslararası Uzay İstasyonu’na (ISS) çıkartıyordu. Aylardır orada olan ikisi Rus kozmonot, biri Amerikalı astronot gelenleri karşılayacaktı. Doğrusu bBen hafta sonunu, “Aşk olsun Elon Musk’a yahu, dediğini yaptı” diyerek geçirdiğimi hemen söyleyeyim. Virüs karşısında halen naçar bekliyor olsak da umut vericiydi olup bitenler.

    Aynı Elon Musk, Şubat 2020’de Starlink projesini tamamlamak üzere yeni uydular yerleştirmişti, dünyamızın çevresine. Şimdiden sanırım sayıları 60’ı buldu. Böylece oluşan insan yapısı uydu takımyıldızı sayesinde, dijital uçurumu kapatmak mümkün olabileceği gibi, akıllı şehirleri hayata hızla aktarmak da mümkün olacak. Türümüz bir yandan aniden beliren bir virüs karşısında hareket hattını belirlemeye çalışırken, bir yandan da işe devam ediyor dikkatinizi çekeyim. Üstelik bütün bunları Amerikan devleti filan değil, bir Amerikan şirketi yapıyor. Belki de hadisenin en hayırlı tarafı bu: Amerikan devleti, federal karar alma mekanizması açısından bakarsanız, virüs karşısında tam anlamıyla felç olmuşken bir Amerikan şirketi hiç aksatmadan başladığı işi profesyonel bir biçimde bitiriyor. Şimdi ben “aşk olsun” demeyeyim de ne diyeyim.

    Bir yanda bunlar olurken öte yanda, Amerika’da her zaman bildiğimiz, bu coğrafyada zaten alışık olduğumuz bir hadiseye karşı başlayan ama şu anda karakteri hızla değişen bir olayı da izliyoruz. Bana sorarsanız, hepimizin aynı Falcon 9’un Dragon kapsülünü ISS’e yerleştirmesini izler gibi, karakteri hızla değişen bu protesto gösterilerini de izlememiz gerekiyor. Virüs her ülkenin zayıflıklarını belirgin hale getiriyor, benim gördüğüm. Amerika’nın bu ara temel zafiyeti, ülkedeki derin yönetim boşluğu. Beceriksizlik, düzeni işte böyle tehdit ediyor. Mao olsa şimdi kesin, “Gök kubbenin altında muazzam bir kaos var, vaziyet harika.” derdi.

    Hafta sonu bir yandan imrenerek izlerken, öte yandan da yaygın protesto gösterileri arasında kendimi bir nevi “Açlık Oyunları” dünyasında gibi hissettim doğrusu. Suzanne Collins’in yazdığı, “Açlık Oyunları” serisinin son kitabı da zaten 19 Mayıs’ta, daha pek yeni çıkmıştı, onu da hatırlatayım.

    Bilmeyenlere kısa özet: Bilinmeyen bir gelecekte geçen hikayede, dünyada bir dizi şehir devletleri var. Merkezde teknolojik liderliği sürdüren zengin bir şehir devleti ve etrafında çerçöp üreten ama esasen harcıalem işler yaptığından habersiz yoksulların yaşadığı şehir devletleri var. Bir yanda varsıllar, öte yanda yoksullar. Yeni kitapta vasatın altında bir yönetim kabiliyetine sahip ve ancak vasatın altında mallar üreten şehir devletlerindeki beceri sahibi gençlerin nasıl devşirilip merkeze alındığını, elite nasıl zamanında dâhil edildiğini okuyoruz geçmişe gidip. Masal işte ama aynı imparatorluk yıllarında yaptığımız işe benzettim ben.

    “Açlık Oyunları” dünyası, virüsten önce kurgulanmıştı, dikkatinizi çekerim. Şimdi artık başka parametrelerle düşünmeye alışmamız gerekiyor. Ben Amerika’da hadisenin artık siyah/beyaz meselesi olmaktan çıkmakta olduğunu düşünüyorum. Doğrusu ya, son üç aydır, Amerika’da işsiz sayısı, birdenbire 40 milyona fırlamamış olsaydı, polis şiddetine karşı tepki bu kadar şiddetli olmazdı gibi geliyor bana doğrusu. Polislerin arasında virüs kaynaklı vakalar bu kadar çok olmasa, onlar da bu kadar sinirli olmazdı herhalde. Buraya koyayım, siz de bir düşünün.

    Doğrusunu söylemek gerekirse dünya genelinde bir ara döneme girmiş gözüküyoruz. Buradan ne zaman çıkacağımızı ise virologların, bu konuyla ilgilenen bilim insanlarının bize söylemesi gerekiyor. Dolayısıyla bu aranın müddetini tam olarak bilmiyoruz. Herkes gibi ben de “Acaba Bilim Kurulu ne der?” diye bakıyorum hadiseye doğrusu. Nasıl bu hastalığa çare olabilecek aşıyı ya da ilacı bilmiyorsak bu ani duruşa çare olabilecek tedbirler setini de esasen bilmiyoruz. Biliyormuş gibi yapıp büyük laflar etmenin bir manası yok; hep birlikte, deneyerek öğreniyoruz. Eskiden bildiğimiz birtakım tedbirleri bu duruma uyarlamaya çalışıyoruz ama sanırım tam uymuyor.

     

    Bu köşe yazısı 01.06.2020 tarihinde Dünya Gazetesi'nde yayımlandı.

    Etiketler:
    Yazdır