Arşiv

  • Nisan 2024 (7)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)
  • Mayıs 2023 (9)

    Kaplan yavrusu edinmek istiyor muyuz, istemiyor muyuz?

    Güven Sak, Dr.25 Aralık 2007 - Okunma Sayısı: 1366

    Çin atasözünü biliyor musunuz? Hani o, "Hamama giren terler"in Çincesi gibi duran atasözünü. "Kaplan yavrusu edinmek isteyen, kaplanın inine girmek zorundadır" diyenini. Bugünlerde etrafımızda olup bitenlere bakarken Türkiye'nin olaylar karşısındaki tavrını değerlendirirken hep bu sözü akılda tutmakta fayda var. Soru ortada değil mi? "Kaplan yavrusu edinmek istiyor musunuz yoksa istemiyor musunuz?" Bu bölgede başı dik dolaşmak istiyor musunuz yoksa istemiyor musunuz? 2007 yılını bitiriyor, 2008 yılına giriyoruz. Yurtdışında bizim buradaki performansımızı etkileyebilecek bir sürü olay var. Ortada riskler ve onlarla birlikte dolaşan fırsatlar var. Biz dünyada olup bitenlere bakınca iki temel unsuru ayırt ediyoruz. Bunlardan ilki uluslararası bankacılık krizi, ikincisi ise Avrasya'nın orta bölgesindeki yeniden yapılanma faaliyeti. Uluslararası bankacılık krizi elbette son derece önemli, Türkiye'yi cari işlemler açığı kanalıyla doğrudan, ihracat performansı vasıtasıyla dolaylı olarak olumsuz bir biçimde etkileyebilecek potansiyele sahip. Bunu iktisadi analiz yapanlar biliyorlar. Ama bize kalırsa Avrasya'nın orta bölgesindeki yeniden yapılanma faaliyeti ilk meselenin bizim için yaratabileceği sorunlara kendiliğinden çözümler üretebilecek potansiyele sahip. Türkiye, Avrasya'nın orta bölgesindeki, kendi bölgesindeki, yeniden yapılanmada nasıl bir işlev üstleneceğine karar verdiği anda, bankacılık krizinin olası etkileri ikincildir. Burada bizi bir role zorlayan kimse de yoktur. Anahtarlar elimizdedir. Biz tam da bu nedenle o soruyu soruyoruz: "Kaplan yavrusu edinmek istiyor musunuz?" Yanıtınız evetse, o vakit, kaplanın inine girmek zorundasınız. Şimdilerde Avrasyacılık diye tabir edilen tavır, bize yalnızca kafa karıştırıyor gibi geliyor. Bizim çocukluğumuzun Avrasya haritaları, Avrupa'yı dışlamazdı. Avrupa, Avrasya'nın ayrılmaz bir parçasıydı. Hâlâ da öyle. Avrasya'nın en batısında bir büyük pazar olarak Avrupa duruyor. Avrasya'nın en doğusunda ise dünyanın büyüme motoru olan, Çin ve Güneydoğu Asya var. Avrupa zaten küresel ekonominin merkezi. 1990'lı yılların en büyük projesi Çin'in küresel ekonomiye entegrasyonuydu. Proje, hâlâ başarı ile devam ediyor. Bu yüzyılın en büyük projesi ise Avrasya'nın orta bölgesinin küresel ekonomiye entegrasyonu. Üstelik son derece de mantıklı: Avrasya'nın en doğusunda üretilen malların güvenli biçimde Avrasya'nın en batısına iletilmesi gerekiyor. Bu iş bugün karadan yapılamıyor. Maliyetler fazla, yolsuzluk yoğun, gümrük geçişleri öngörülemez halde. Bu Avrasya'nın orta bölgesinde yeniden yapılanma için birinci neden. İkinci neden ise doğrudan petrolle ilgili. Avrasya'nın orta bölgesinde petrol var. Bu ülkeler ya Suudi Arabistan gibi sadece petrol üreticisi olarak küresel ekonomiye eklemlenecekler ya da her normal ülke gibi, ekonomilerini çeşitlendirmek yoluyla küresel ekonomiye entegre olacaklar. Entegrasyon, dönüşümü içinde barındırıyor, eklemlenme barındırmıyor. Suudi Arabistan'ın hali ortada. Peki, Türkiye'ye düşen nedir? Türkiye, bu bölgenin kurumsal altyapısı en gelişmiş ekonomisidir. Bakın örneğin lojistik sektörünün gelişmişliğine ilişkin veriler ortadadır. Küresel sıralamada alınacak mesafe daha çoktur ama bölgede bizden iyisi yoktur. Dünya Bankası'nın 2007 yılı lojistik performansı endeksine göre Türkiye, dünyada 30. sıradadır. Avrasya'nın iki bloku arasındaki gri bölge konumunda olan Orta Asya cumhuriyetleri ise sıralamada 100 ila 150. sıra arasındadır. Kırgızistan'dan hareket eden TIR karnesine sahip bir kamyonun Bişkek İstanbul arasında karşılaştığı açık ve gizli maliyetlerin toplamı 1740 dolara gelmektedir. Bu maliyet, taşınan kargonun değerinin yüzde 12 ila yüzde 18'ine tekabül etmektedir. Türkiye, bu bölgenin küresel entegrasyona en açık ve en yakın ülkesidir. Türkiye, kendi iktisadi ve sosyal dönüşümünü tamamladıkça, bölgenin küresel dönüşümüne daha fazla katkıda bulunabilecektir. Bunu önceden ayrıntılı bir biçimde planlamanın da âlemi yoktur. Zaten işadamlarımızın girişimleri ile olması gereken kendiliğinden olmaktadır. Su kendi mecrasını zaten bulmaktadır. Durumdan çıkan vazifenin manası şudur: Dış politikamız işadamlarımızın önünü açmayı şiar edindikçe, Türkiye'nin bölgedeki ağırlığı azalmayacak artacaktır. Şimdi geliyoruz, "kaplan yavrusu" hadisesine: Dış politikamızın işadamlarımızın önünü açması ne demektir? Türkiye'nin Avrasya'nın orta bölgesindeki yeniden yapılanma faaliyeti ile yakından ilgilenmesi demektir. Olup bitenlere bakarken "aman canım, BOP işte" demeden, olup biteni ciddiye almak gerekir. Afganistan'dan Pakistan'a, Kazakistan'dan Filistin'e bu bölgede olup biten hiçbir şey bize yabancı değildir. Burası bizim coğrafyamızdır. Türkiye'nin bir an önce coğrafyası ile barışması gerekir. Herkesin, seksen yıllık cumhuriyetin birikimleri sayesinde, bu coğrafyadaki rolümüzü idrak etmesi gerekmektedir. Biz ortadaki hakikati kabullenip, üzerimize düşeni yaptıkça, Türk yatırımları bölgeye yayıldıkça, Türkiye'nin de bölgede yabancı yatırımlar için bir üs konumuna geldiğini göreceğiz. Bu da bankacılık krizinin yarattığı kırılganlığın panzehiridir.  Neydi Çin atasözü? "Kaplan yavrusu edinmek isteyen, kaplanın inine girmeyi göze almalıdır." Dış politikamızın tasarımcıları bu sorunun farkında görünmektedirler, problem, iktisat politikası tasarımı konusundadır. Bilgi edinilmesinde fayda vardır.

    Bu köşe yazısı 25.12.2007 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

    Etiketler:
    Yazdır