TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Türkiye, yine çok kısa vadeli bir ekonomi gündemine hapsolmuş bulunuyor. Bu dönemde özelleştirme sürecinin sürdürülmesi kaynak girişi açısından önemlidir. Bu bir. Ama özelleştirmelerin devam etmesi kadar nasıl devam ettiği de önemlidir. Bu da iki. Özelleştirme süreci, bir başka istikrar sütununun, mali disiplinin, yıkılmasına neden olmamalıdır. Kaşıkla verirken sapıyla göz çıkarmamakta fayda vardır. Hatırlayın, geçmişte 1990'lı yıllarda hep böyle olmuştur. Beceriksiz yönetimler, çok sayıda şaibeli işlemle oldukları yerde dönerek memlekete vakit ve de nakit kaybettirmişlerdir. Önce yenen hurmaların sonraki acısı hâlâ zihinlerde taze kalmış olmalıdır. Bugünlerde de Türkiye iktisadi olarak bakıldığında zaman kaybetmektedir. Yanlış yönetilmiş siyasi tartışmaların şehvetiyle siyasetçilerimiz memleket gündemini yine acı bir biçimde dışa kapamaktadırlar. Halbuki Türkiye'nin dünyayı en yakından izlemesi gereken dönem tam da bu dönemdir. Eğer bir an önce silkinip 1990'ların havasından çıkamazsak ortalığı yoğun bir 1980 öncesi havası kaplayacaktır. Tam kuralları değiştirmekten ekonomimizin kurumsal altyapısını değiştirmeye gidecekken, orta vadeli bir ikinci nesil reform programından bahsederken, müjdeler olsun! "Artık gündemimiz çok kısa vadelidir." "Kayıp reform yılları kataloğu"na 1990'lardan sonra 2006 ve 2007'yi eklemiş bulunuyoruz. Eğer çok kısa vadeli gündemimizin gereklerini de dikkate almazsak, aynı listeye bu kez 2008 ve 2009'u da ekleyeceğiz.
Gerekli tedbirler alınmadığı için zaten yavaşlamakta olan ekonomimiz, artık, dışarıda azalan küresel likidite, içeride ise hükümetimizi tamamıyla paralize eden siyasi kriz şoklarının etkisi altında. Büyümenin giderek daha da fire vereceği bir sürecin içindeyiz. Şimdi bu ortamda çok kısa vadeli temel önceliğimiz ekonomimize dışarıdan fon girişlerini devam ettirmek olmalıdır. İkincisi olarak ise şirketler kesiminin finansman kanallarını açık tutmak önem taşıyor.
İlk öncelik açısından bakıldığında özelleştirme programının temposunu kaybetmeden devam ettirilmesi gerekiyor. İktisat politikası açısından fiyatın birincil önemde olmadığı, sürecin tamamen kesilmesi halinde ortaya çıkacak zararın ekonomimiz için çok daha büyük olacağı bir zaman dilimindeyiz. Bu nedenle hükümetimizin özelleştirme sürecine devam kararlılığı memleket ekonomisini içine girilen uluslararası girdaptan en az hasarla çıkartmak için gerekiyor.
Ancak işin yapılması kadar nasıl yapıldığı da önemlidir. Özelleştirme sürecini devam ettirmek için, ihaleyi alanlara, kamu bankaları vasıtasıyla kaynak aktarılması ne amaca uygundur ne de sürdürülebilirdir. Türkiye'yi 2001 krizine bu tür kararlar taşımıştır. Sabah/ATV özelleştirmesinin finansmanı ile ilgili olarak, Hürriyet gazetesinde Sayın Yalçın Bayer'in yazdıkları dehşetle 1990'lı yılları hatırlatmaktadır ve kötüdür. Yanlışın yanlış olduğunu kabul etmek erdemdir.
Yapılan, üç nedenle yanlıştır. Birincisi, özelleştirme programını devam ettirmek demek, ilke olarak, alıcıyı kamu kaynağı ile finanse etmek anlamına gelmemelidir. Kamu malını satın almak için 1 milyar dolar önerene 750 milyon dolarlık kamu bankası kredisi vermek bu olayda doğru değildir. Yoksa özelleştirmeler bedelsiz yapılabilir. Hatta özelleştirmede mal alanlara kredi de açılabilir. Bunlar geçmişte Rusya ve Orta Avrupa ülkelerinde olmuştur. Ekonominin karar alma sürecini bir an önce özel ellere geçirmek, geriye dönüşü engellemek için siyasi bir tercih kullanılmıştır o vakitler. Bu durumda, önümüzdeki olaydaki, siyasi tercihin de açıklıkla ifade edilmesi gerekmektedir. Bize olay tehlikeli bir biçimde yanlış gibi gelmektedir ve 1990'ları hatırlatmaktadır.
İkincisi, bu tutar, olaydaki kamu bankaları için çok fazladır. Halkbank'ın toplam kredi portföyü yaklaşık 17 milyar dolardır ve bu işlem bir kalemde bankanın kredi portföyünü yaklaşık yüzde 5 büyütmektedir. Söylendiğine göre ilgili bankaların bugüne kadar açtıkları en yüksek miktardaki kredi 125 milyon dolar civarındadır. Kamu bankaları açısından bakıldığında olay bu çerçevede pek de doğru gibi durmamaktadır.
Üçüncüsü, bu kredi şirketlerimizin finansman problemleri yaşayacağı bir dönemin hemen başlangıcında açılmıştır. Haziran civarı şirketlerimizin dışarıdan almış oldukları kredileri ne kadar başarıyla yeniden finanse edebildiklerini öğrenmiş olacağız. İşaretler şimdilik dikkatli olunması gerektiğini gösteriyor. Çünkü Fortisbank'ın araştırmasına göre kısa vadede şirketler kesimimizin 2008 ve 2009 yıllarında yapacağı dış borç geri ödemesi sırasıyla 21.6 ve 13.4 milyar dolar düzeyindedir. Uluslararası finansman koşullarının kötüleştiği şu günlerde dışarıdan finansman kanalları tıkanan şirketlerimiz gelip bu kanalı içeride açmak isteyeceklerdir. İşte Türkiye böyle bir kredi darlığı ortamına doğru doludizgin giderken tek bir işlemde, bu büyüklükte bir krediyi özelleştirmeden medya sektörüne ait varlıkları satın almak isteyenlere açmak pek de manalı bir iktisat politikası kararına benzememektedir. Kamunun harıl harıl KOBİ'lere aktarılmak üzere Dünya Bankası'ndan bankalarımıza kaynak bulmaya çalıştığı bir dönemde bu özelleştirmenin yapılma biçimi yaptığından daha fazlasını yıkmış görünmektedir.
İlgililere saygıyla duyurulur.
Bu yazı 29.04.2008 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.