TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Bu yıl ağustosun 18'i ile 20'si arasında İstanbul'da Türkiye-Afrika İşbirliği Zirvesi yapıldı. Siyasi liderlerin katıldığı bu toplantının yanı sıra yine aynı tarihlerde Dış Ekonomik İlişkiler Konseyi (DEİK) tarafından bir Türkiye-Afrika Ekonomik İşbirliği Toplantısı gerçekleştirildi. Hatta bu toplantının sonunda, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) ile Afrika Odalar Birliği arasında imzalanan bir anlaşma ile Türkiye-Afrika Odası (TAC) da kuruldu. Şimdi söyler misiniz? Türkiye, yaklaşık 50 adet Afrika ülkesinden gelen heyetleri İstanbul'da neden topladı? Neden böyle bir toplantı düzenledi? Buyurun 4 şıktan birini işaretleyin bakalım. Birincisi, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi üyeliği için oy desteği sağlamak üzere, Afrika ülkelerinin temsilcilerine bir İstanbul gezisi ayarlamış olmak için. İkincisi, Sudan'ın, uluslararası kamuoyunca lanetlenmiş devlet başkanına meşruiyet sağlamak için. Üçüncüsü, Afrika'daki Müslüman kardeşlerimize son derece büyük bir sevgiyle bağlı olduğumuz için İslam kardeşliği adına. Dördüncüsü, hızla büyümekte olan Afrika ekonomilerinin geleceğinden pay alabilmek ve Afrika ile iktisadi entegrasyonumuzu güçlendirmek için. Söyleyin hangisi. Doğrusu ya, zirveye ilişkin haberleri memleketimiz medyasından izleyenler yukarıdaki ilk 3 şıktan başkasını duymadı. Ama bize kalırsa, zirve, dördüncü şıktaki gerçekle ilgili farkındalık yaratmaya yaradı. Keşke mesaj daha geniş bir yatırımcı kitlesine böylece aktarılabilseydi. Bizim zirve hakkında medyadaki yayınlardan aklımızda kalan izlenim yukarıdaki gibiydi. Hani o Woody Allen'ın tarif ettiği gibi izlenim yani: "Hızlı okuma kurslarına gittim. Savaş ve Barış'ı okudum. Olay Rusya'da geçiyordu." Türkiye-Afrika İşbirliği Zirvesi'nin ağzımızda bıraktığı bu tadı değiştirmekte fayda var. TOBB ve DEİK tarafından düzenlenen Türkiye-Afrika Ekonomik İşbirliği Zirvesi'ne katılmamış olan yatırımcıların Afrika'da neler olup bittiğinden haberdar olması gerekir. Oradaki Türk girişimcilerin faaliyetlerinden haberdar olmakta da fayda var aslında. Tanzanya'dan Nijerya'ya oradalar çünkü. (Birilerinin dünyanın adı duyulmadık yerlerindeki Türk girişimcileri hakkında analiz yapmasında da artık fayda var. Öyle değil mi? Dünyanın neresinde bir uçak düşse içinde bir Türk girişimcisi oluyor. Kimse oralarda ne yaptıklarını merak etmiyor mu?) Bu nedenle bugünkü yazımızın temel sorusu şudur: Sahra altı Afrika'ya 2007 yılında neden 50 milyar dolar tutarında yabancı yatırım gitmiştir? Afrika'ya akan doğrudan yabancı yatırım tutarı neden artık insani yardımlardan fazla olmaktadır? Türkiye-Afrika Zirvesi'ne esasen bu perspektifle bakmak gerekmektedir. Afrika artık o eskiden bildiğimiz Afrika değildir. Bizim Afrika hakkında bildiklerimiz galiba eskinin Hollywood filmlerinin ötesine geçmemektedir. En azından bu satırların yazarı için böyleydi. Gelelim öğrendiklerimize. Efendim, Afrika deyince Afrika'yı birkaç parçaya ayırıp bakmakta fayda var. Kıtanın kuzeyinde, Sahra çölünün üzerinde bir Akdeniz Afrikası var öncelikle. Arap ülkelerinden oluşan bu bölüm aynı zamanda Osmanlı Afrikası. En altta ise kıtanın büyüme motoru olarak alınabilecek, Güney Afrika var ki, diğer yerlere benzemiyor. Orası, Türkiye gibi, bir yeni gelişen pazar ekonomisi. Arada ise Sahra altı Afrika'nın ülkeleri var. Son dönemde yoksulluk ile zenginliğin bir arada varolduğu bir bölge Sahra altı Afrikası. Burada üç tür ülke var. İlk olarak, doğal kaynağa sahip olanlar mevcut. Petrol üreten bir dizi ülke var: Nijerya, Sudan gibi. İkinci olarak, istikrarlı bir biçimde büyüyen ülkeler grubu var. Üçüncüsü ise siyasi istikrarsızlık ve iç karışıklık içinde olan ülkeler var. Bunlara ileride bir ara geliriz. Bir taraftan, dünyada açlık ve yoksulluğun en yoğun göründüğü ülkeler burada. En fazla salgın hastalık, özellikle de HIV-AIDS burada görülüyor. Diğer taraftan ise yıllık ortalama büyüme oranı açısından bakıldığında, dünya ortalamasının altında kalmayan bir bölge artık burası. İçinde ise Çin gibi büyüyenler de var, ortalamanın çok altında kalanlar da. IMF dergisinin Mayıs 2008 sayısında bölgeye doğrudan yabancı yatırımlar anlatılıyor. Burada kullanılan ifadeler ve yapılan karşılaştırmalar ilginç: Analizlerde bölge 1980'lerin Güney Doğu Asya'sına benzetiliyor. Afrika kabuğunu yırtmaya çalışıyor. Böyle bir ortamda Afrika'ya gelen, Sahra altı Afrika'ya gelen doğrudan yabancı yatırım tutarı da insani yardımları, donör katkılarının tutarını fersah fersah geçmeye başlıyor. Kıtada büyük bir altyapı yatırımları hamlesi var bugünlerde. Bu ilk nokta. Merak edenler için, bir ikinci noktanın daha altını çizelim müsaadenizle. Çizdiğimiz Afrika resmi yarım kalmasın. Peki, gelen bu doğrudan yabancı yatırımlar esasen nereye geliyor? Ne yazık ki, dağılım, ülkeler açısından bakıldığında, son derece eşitsiz. Doğrudan yatırım, esas olarak, doğal kaynakların çıkartılmasına yönelik alanlara geliyor. Buradan en büyük payı Nijerya alıyor. Payı yüzde 24. İkinci ise Güney Afrika, payı yüzde 18. Bu ne demek? Gelen yabancı yatırımcılar aynı bundan iki yüzyıl önce gelenler gibi doğal kaynakları çıkartıp, götürmeyi ve kendi ülkelerinde işlemeyi düşünüyorlar. Halbuki bu 19. yüzyılın ilk küreselleşme sürecinin temel mantığıydı. Giderdiniz, doğal kaynağı bulurdunuz. Deniz kıyısına bir liman, doğal kaynağın olduğu yere bir şantiye şehri, araya da demiryolu kurardınız. Yerli halk ya madende çalıştırılmak için işe yarardı ya da işinize karışmasınlar diye yok ederdiniz. Şimdi yine bölgeye yalnızca bir doğal kaynak, gıda deposu gibi bakılıyor sanki. Bölgedeki Çin aktivitesi dahil, herkesin temel derdi aynı. Herhalde bu nedenle olacak, İstanbul'a, tüm Afrika ülkelerinden gelen temsilcilerin kafasında hep aynı mesele vardı. Her metnin yanına yöresine koydurmaya çalıştıkları bir cümlecik: "Doğal kaynakları alıp götürmeye değil, Afrika'da işlemeye yönelik işbirliği olanaklarının araştırılması." İki sonuçla bitirelim müsaadenizle. Afrika'da çalışmak isteyenlerin öncelikle unutmaması gereken ilk nokta kolonyal geçmişin kolay unutulmadığı gerçeği olmalı. İkincisi ise Çinliler ve Türklerin bölgedeki kolonyal geçmişle ilgileri olmadığı için yeni kıtada şanslı olduklarını da unutmamakta fayda var.Bize kalırsa, Türkiye-Afrika İşbirliği Zirvesi, tam zamanında, girişimcilerimizin dikkatini, dünyanın bu yeni rekabet alanına çektiği için, bir farkındalık kampanyası olarak, son derece zamanlıydı. Keşke mesaj daha açık olarak kamuoyuna aktarılabilseydi. Kampanya daha da başarılı olsaydı.
Bu yazı 30.08.2008 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.