Arşiv

  • Mayıs 2024 (1)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)
  • Haziran 2023 (13)

    Şirketler kesimine nasıl kaynak aktarılır

    Güven Sak, Dr.23 Aralık 2008 - Okunma Sayısı: 1036

    IMF İcra Direktörü Dominique Strauss Kahn geçen gün İspanya'da üç noktanın altını çizdi: Birincisi, bankacılık sistemini yeniden işletmek için, koordineli bir biçimde, bankalar yeniden sermayelendirilmeliydi. İkincisi, yaklaşan depresyona karşı, genişletici maliye politikası zamanıydı. Bunu yapabilme kapasitesi olan herkes kamu harcamalarını genişletmeye bakmalıydı. Üçüncüsü, yükselen piyasa ekonomilerine fazla sorup sorgulamadan likidite desteği sağlanmalıydı. IMF İcra Direktörü'nün yukarıdaki açıklaması esasen sırtımızdan aşağıya soğuk ter boşanmasına neden olmalı. Biz IMF'den böyle açıklamalar duymaya alışık değiliz. Ne yapalım ki, alışık olmadığımız şartlar altındayız. Kimsenin sizin yerinize düşünecek vakti olmadığı böyle bir zamanda, herkesin, kendi şartlarını, kendi başına, ayrıntılı olarak, değerlendirmeye başlamasında fayda vardır. Türkiye için bugünlerde gereken, bir an önce karşıdan gelen kasırga karşısında ne yapmak gerektiği konusunda fikir sahibi olmaktır. Kalanı boş laftır. Boş lafı kenara koyarsak, üzerinde düşünmemiz gereken konulardan ilki şirketler kesiminin bu ara dönemi nasıl aşacağı meselesidir. Sorular şöyledir: Bu ara dönemde, şirketler kesiminin desteğe ihtiyacı nereden kaynaklanmaktadır? Eğer bir destek verilecekse şirketlere nasıl kaynak aktarılabilir? Mesele budur. Pratik olmakta fayda vardır. Gelin ilk sorudan başlayalım: Şimdi bir şirketi yönettiğinizi düşünün. Diyelim ki, bankadan kredi de almışsınız. O ne demek? Banka, sizi, kredi vermeye değer buldu demek. İşlerinizde bir problem yok. Borçlarınızı günü geldiğinde ödüyorsunuz. Sonra sizi hiç ilgilendirmeyen bir ülkede, bir bankacılık krizi başlıyor. Kriz dalga dalga dünyaya yayılıyor. Okyanusu aşması yaklaşık bir yıl sürüyor. Bunlar sizi hiç mi hiç alakadar etmiyor. Sonra bir gün bankacınız sizi arıyor. Size, aldığınız kredi karşılığında, verdiğiniz teminatın değerinin azaldığını söylüyor. Bu durumda, ya yeni teminat vermeniz gerekiyor ya da kredinin teminat dışı kalacak olan bölümünü hemen geri ödemeniz gerekiyor. Şimdi bu durumda şirket yöneticisi olarak ne yapacaksınız? Her durumda, aynı işi yapmak için, öngöremediğiniz bir maliyete katlanmak zorundasınız. Sonuçta, yapmakta olduğunuz iş, o ek maliyete katlanmanıza imkân veriyorsa, işinize devam edeceksiniz. Olmuyorsa işi yapmayı bırakacaksınız. Karar doğrudan şirket yöneticisinin krizle ilgili değerlendirmesine bağlı olacak. Ne olacak? Kararı şirket yöneticisi verecek ve verilen kararın sonuçlarına bizler hep birlikte katlanacağız. Gelin önce şöyle soralım: Yukarıda anlatılan sınırlı hikâyede, ortada bir suçlu var mı? Hayır. Bankacının kriz ortamında, teminatların değerini gözden geçirmemesi halinde kendisini, bir başka çerçevede, suçlamamız gerekiyor. Şirket yöneticisi mi suçlu, yaklaşan büyük krizi öngöremediği için? Bu öyle bir kriz ki, en fazla malumat sahibi olan yatırımcılar bile yüksek miktarlarda fon batırdılar. Bernard Madoff'un batırdığı tutar 50 milyar dolar. Buraya yatırım yapanlar ise Avrupa'nın anlı şanlı kocaman bankaları. Neden? Kimse böyle bir krizi öngörememiş de ondan. Demek ki neymiş? "Canım şirket yöneticileri işi doğru yönetseydi, riskleri önceden görseydi" demenin bir anlamı yokmuş. Ortada ciddi bir mücbir sebep var. İlk tespit herhalde bu olmalı. Peki, bu durumda ne yapmalı? Gelin yukarıdaki örnek üzerinden gidelim. Ne kadar uzun olduğunu bilmediğimiz bir krizin daha tam başında, değeri azalan teminatlar karşısında ne yapılması gerektiği kararını şirket yöneticisine bırakmak manalı mıdır? Normal şartlar altında doğru olan, içinde bulunduğumuz olağanüstü şartlar altında doğru değildir. Böyle bir ortamda, kamunun devreye girerek, ortadaki malumat eksikliğinden kaynaklanan kolektif aksiyon problemini çözmesi gerekir. Tek tek şirket yöneticilerinin ortadaki kesif belirsizlik şartlarında, işlerini tatil etmemelerini sağlama görevi kamunundur. Buradaki, aksaklığı giderme görevi devletten başka kime düşer? Bu ikinci tespittir. Gelelim üçüncü tespitimize. Yapılması gereken banka kredilerindeki teminat eksikliğini karşılayacak, ek bir garantiyi bankalara vermektir. Amaç, krizin getirdiği etkiyi ortadan kaldırmak, bunun ek maliyete yol açmasını engellemektir. Bu kolaylıkla yapılabilir, üstelik şimdilik nakit bir ödeme yapmak da gerekmez. Kamu yalnızca kredilerin geri ödeneceğine ilişkin bir garanti vermektedir. Dördüncü tespit şudur: Kamu kendi başına kafasına estiği gibi kaynak dağıtmaktan kaçınmalıdır. Kaynak dağıtım kararları, bankacılık sistemine ve de piyasaya bırakılmalıdır. Eğer garanti kullanılmak durumunda kalınırsa, kamu kaynağının nasıl geriye alınacağına ilişkin bir sistem de elbette en başta tasarlanmalıdır. Kamu kefaletini kullanan bedelini elbette ödemelidir. Bu durumda bir beşinci tespitten kaçınılamaz. İleriye yönelik kamu taahhütleri konusunu, hiçbir maliyeci sevmediği gibi, IMF de hiç sevmez. Böyle bir adım IMF ile birlikte zor tasarlanır. Burada elbette IMF'ye öğretilmesi gerekenler de vardır. Türkiye'nin, önümüzdeki dönemde, bir zamanlar arası mali disiplin anlayışına ihtiyacı vardır. Mali kural, orta vadeli program anlayışının tam göbeğinde zaten yer almaktadır. Bunu yakında biraz açalım.Türkiye'nin ihtiyacı, boş laf değil, somut ve uygulanabilir bir tedbirler setidir. Şirketler kesiminde yakında son derece somut bir biçimde göreceklerimizi önleyebilmek mümkündür. Önleyebilmenin önkoşulunun ne olduğu hakkında somut bir biçimde fikir sahibi olmaktır. Eksiğimiz tam da bu noktadadır.

    Bu yazı 23.12.2008 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

     

    Etiketler:
    Yazdır